07 Mayıs 2020 21:39
Son Güncellenme Tarihi: 08 Mayıs 2020 09:33

Sovyetlere vurmanın dayanılmaz hafifliği!*

Kürtler, Kürt nüfusunun çok küçük bir bölümünün yaşadığı Sovyetlerde tarihlerinde olmadığı kadar önemli haklar ve kazanımlarla yaşadı… Ancak bugün bu gerçekler görmezden geliniyor ya da önemsenmiyor…

Afiş: SSCB

Paylaş

Yusuf KARATAŞ

dilop’un 13. sayısında (Mart-Nisan 2020) Kürdoloji ve Sovyet Kürtleri üzerine yaptığı çalışmalarla bilinen Ezîdî Kürt yazar Eskerê Boyik ile dikkat çekici bir röportaj yayımlandı. Röportajda, Ezîdî Kürtlerin Ermenistan’da varlıklarını nasıl korudukları ile ilgili soruya şöyle yanıt veriyor Boyik: “Aslında Sovyetler’le bu imkânlar herkes için ortaya çıktı. Şimdi falan kes filan kes şöyle yaptı deniyor ama eğer Sovyetler olmasaydı bu imkânlar sağlanmazdı.” Kürtlerin bu kazanımlarının nasıl elde edildiğini de “Bu imkân ve kazanımlar tamamen Sovyet devletinin vaat ve kararlarıyla gerçekleşti. Ne bir örgütlülük ne de başka bir şekilde değil. Sovyet devleti herkese eşit haklar tanıma vaadinde bulundu” sözleriyle açıklıyordu…

“Sovyetler yıkıldığında kardeşliğimiz de yıkıldı” diyen Boyik’ın röportajında söyledikleri iki yönden önemlidir.

Birincisi, unutturulmaya çalışılan bir gerçeği; bugün geçici bir yenilgiye uğramış olsa da sosyalizmin (ve Sovyet deneyiminin) ulusal sorunun çözümü bakımından insanlık tarihinin en ileri deneyimlerini miras bıraktığını hatırlatması bakımından…

Gerçekten de ‘halklar hapishanesi’ olarak adlandırılan Rusya’da 1917’de gerçekleştirilen sosyalist devrimden sonra ulusal sorunların ‘ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı’ (UKKTH) temelinde çözümü yönünde o güne kadar görülmemiş adımlar atıldı. UKKTH, I. Dünya Savaşı’nın sonuna doğru dönemin ABD Başkanı Wilson tarafından açıklandığı gibi sadece yenilgiye uğrayan imparatorluklarda ve aslında galip emperyalistlerin bu imparatorluklardaki halkları bağımlılaştırmasının bir aracı olarak değil; uluslardan en küçük azınlıklara kadar herkese tanınmıştır. Mesela Finlandiya bu hakkın kullanımı temelinde bağımsızlığını ilan edebilmiştir.

1936 Sovyetler Birliği Anayasası, ulusal sorunun sosyalist temelde çözümünün en somut ifadesiydi. Bu anayasanın devletin yapısı bölümünde, “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) aşağıdaki eşit Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri’nin (Ermenistan, Azerbaycan, Beyaz Rusya, Estonya, Gürcistan, Kazakistan, Türkmenistan, Tacikistan, Rusya, Letonya, Litvanya, Moldova, Tacikistan, Ukrayna, Özbekistan) gönüllü birliği temelinde kurulmuş federal bir devlettir” denilmekte ve yine aynı bölümün 17. maddesinde “Her birlik cumhuriyetinin SSCB’den özgürce ayrılma hakkına sahip” olduğu belirtilmektedir. Birliği oluşturan federal cumhuriyetlerin altında yer alan daha az nüfusa sahip olan ve iç bölgelerde yaşadıkları için ayrılma koşullarına sahip olmayan milliyetler ‘özerk cumhuriyet’ biçiminde yapılandırılmış; bu temelde Azerbaycan sınırları içinde Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti, Gürcistan’da Acar Özerk Cumhuriyeti, Özbekistan’da Kara-Kalpak Özerk Cumhuriyeti gibi birçok özerk cumhuriyet oluşturulmuştur. Özerk cumhuriyetlerin altında kalan daha küçük etnik yapılar ise, ‘özerk bölge’ statüsünde (Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi, Güney Osetya Özerk Bölgesi gibi) yaşamlarını sürdürmüş, kendi dil ve kültürlerini özgürce geliştirme koşullarına sahip olmuşlardır. Sovyetlerde bu yapılanma içinde her federatif ve özerk cumhuriyet, devlet işlerinde kendi dilini kullanabiliyor, en küçük ulusal topluluklar bile kendi dilinde eğitim hakkına sahip bulunuyordu.

Bu kısa hatırlatmadan sonra ikinci ve tartışmamız bakımından asıl noktaya gelelim: Kürdistan coğrafyasının emperyalistler ve bölge gericilikleri tarafından dörde parçalandığı ve Kürtlere yönelik baskı, asimilasyon ve katliamların en ağır biçimde uygulandığı bir dönemde, Kürtler, Kürt nüfusunun çok küçük bir bölümünün yaşadığı Sovyetlerde tarihlerinde olmadığı kadar önemli haklar ve kazanımlarla yaşadı. Boyik röportajında Kürdoloji enstitülerinden alfabe oluşturmaya, Kürtçe öğretmen okullarından Erivan Radyosu’na ve Kürtçe günlük gazete (Riya Teze) çıkarmaya ve yazılıp basılan yüzlerce esere kadar, bu kazanımları hatırlatıp Sovyetlerin hakkını teslim ediyor.

Ancak bugün Kürt ulusal mücadelesine taraf olan ya da taraf olduğunu söyleyen birçok örgüt/yapılanma ve aydınlar, Boyik’ın hatırlattığı bu gerçekleri görmezden geliyor ya da önemsemiyorlar. Bununla da kalınmamakta; Kürtlerin bugünkü mücadele-örgütlülüğü ve bölgedeki (Ortadoğu) durum/dengeler üzerinden Sovyetlerin Kürt politikası sorgulanmakta ve deyim yerindeyse tarih, bugünden bakılarak yeniden yazılmaktadır. Sovyetlerin Kürt karşıtı, Kürtleri kullanan bir güç olduğuna dair tespit ve analizler, meseleye dair itirazsız ‘vasat’ kabul edilmektedir. Kürt mücadelesinin bugünkü düzey ve kazanımları üzerinden tarih ve toplum çözümlemesini ‘Kürt’ ile başlatıp ‘Kürt’ ile bitiren ve bu temelde Marksizm’in çözümlemelerini ve sosyalizmin kazanımlarını reddeden aydınların bu ‘dokunulmaz yargılarına’ dair söylenecekler olmalıdır.

SOVYET SOSYALİZMİ İLE PUTIN RUSYASINI EŞİTLEMEK!

Kürtlerin savunusu adına Sovyet sosyalizmine yönelik tarihsel gerçeklikten kopuk ve dahası bu gerçekliğin çarpıtılmasına dayalı “eleştiriciliğin” son örneklerinden birisi de Çetin Gürer’in Ekim Devrimi’nin yıldönümünde (7 Kasım 2019) Ahval sitesinde yayımlanan Mahabad’dan Rojava’ya Rus Oyunu” başlıklı yazısıdır. Gürer’in yazısı, gerek Marksizm’in sınıf temelli tarih ve toplum çözümlemesini yetersiz gören bakış açısının ve gerekse Kürt siyasal çevreleri arasında Sovyetlere yönelik “eleştiri” ve suçlamaların en fazla yapıldığı konulardan biri olan Mahabad Kürt Özerk Cumhuriyeti’nin yıkılması konusundaki çarpıtmaların tipik bir örneği…

Rusya’nın Rojava politikasının Sovyetlerin Mahabad konusunda ortaya koyduğu politikanın devamı olduğunu iddia ediyor Gürer: “Rusya, bugün Kürtlerin karşısına yepyeni bir politika ile çıkmıyor, ‘sovyet pragmatizmi’ olarak ifade edilen 1945 politikalarını Putin eliyle güncelleyerek yeniden hayata geçiriyor.”

Bilindiği gibi Mahabad Özerk Kürt Cumhuriyeti, II. Dünya Savaşı sürecinde Nazi saldırganlığına karşı İran’ın kuzey bölgelerinin Kızılordu’nun denetimine girdiği koşullarda, İran Kürdistan bölgesinin bir bölümünde 22 Ocak 1946’da Qazi Muhammed’in önderliğinde ilan edilmişti. Ancak savaşın sona ermesinin ardından yapılan anlaşmalara bağlı olarak Kızılordu’nun İran’dan çekilmesi sonrasında İngiliz ve ABD emperyalistlerinin İran saldırganlığına verdiği destek ve Mahabad Kürtlerinin İran saldırganlığına karşı koyacak dayanakları oluşturamaması nedeniyle, kuruluşundan 11 ay sonra, 17 Aralık 1946’da İran ordusunun Mahabad’a girmesiyle yıkılmıştı.

Gürer, Putin eliyle güncellendiğini söylediği Sovyet politikasını “Kürtlerin statü talebini taktiksel olarak destekliyor görünmek ama stratejik olarak bu taleplere destek vermemek”, “Kürtleri askerî ve siyasi olarak özgür bırakmayıp başka bir aktörün denetimine tabi kılmak”, “Kürtlerle doğrudan karşı karşıya gelmek yerine başka aktörleri öne sürmek” biçiminde sıralıyor. Bu politikanın ise Mahabad sürecinde, Sovyet yönetiminin Qazi Muhammed ve İran KDP’sinin özerklik talebini destekler görünmesi ama pratikte Kürtleri özerk Azeri cumhuriyetine bağlamak istemesi, yine Kürtlerle doğrudan görüşmek yerine Azeri yetkilileri öne sürmesi ve nihayetinde de 1946’da Kızılordu’yu Mahabad’dan çekerek yıkılmasına neden olması şeklinde uygulandığını iddia ediyor.

Önce şu noktaya dikkat çekmek gerekiyor: İşçi sınıfının iktidar olduğu ve dünyanın ezilen halklarının desteklendiği Sovyet sosyalizmi ile Rus tekelci burjuvazisinin iktidarı olan ve bu temelde bölgede paylaşım mücadelesi sürdüren Rus emperyalizmini eşitlemek ya da aralarında devamlılık olduğunu söylemek, ancak bu iki sınıf ve iktidarları arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi, dolayısıyla tarihsel-toplumsal olay ve olguları analiz ederken sınıfları ve devletlerin sınıfsal karakterini görmezden gelmekle mümkündür.

Burada Gürer’in Sovyetlere yönelik suçlamalarının aslında Mahabad’ın yıkılışında belirleyici bir rolü olan ABD emperyalizminin bir temsilcisi olarak İran’da görev yapan William Aegleton’un (Mehabad Kürt Cumhuriyeti-1946 -Çeviren: M.E. Bozarslan. Komkar Yayınları) iddialarının bir tekrarı olması da ayrıca manidardır!

SOVYETLER, MAHABAD'I MI KULLANDI?

Mahabad konusunda Sovyetlere yöneltilen suçlamaların haklılık ya da haksızlığının doğru anlaşılabilmesi için ilk dikkat çekilmesi gereken nokta Sovyetlerin İran’a neden ve nasıl girdiği ve çıktığıdır. Sovyetler İran’a girmek için Kürtleri kandırmış/kullanmış ve sonra işleri bitince onları yüzüstü mü bırakmıştır? Sovyetlerin İran’a girip çıkmasının Mahabad ile doğrudan bir ilişkisi yoktur oysa. SSCB, Nazi Almanya’sının 22 Haziran 1941’deki saldırısı sonrasında dünya savaşına girmişti. Aynı dönemde İran’ın başında bulunan Rıza Şah, Nazi Almanyası ile yakın ekonomik ve siyasi işbirliği içindeydi. Nazi saldırıları sonucu Sovyetler savaşa dahil olunca İran sınırı SSCB’ye karşı bir saldırı/harekât alanı olarak kullanıldı. Yapılan uyarılar İran tarafından dikkate alınmayınca Kızılordu 25 Ağustos 1941’de, 26 Şubat 1921 tarihli Sovyet-İran Antlaşması’nın 6. Maddesine dayanarak İran’ın kuzey bölgelerine girdi. Söz konusu antlaşmanın 6. Maddesi, İran topraklarının sosyalist Rusya’ya karşı saldırganlık için kullanılması halinde bu tehdidi ortadan kaldırmak üzere Rusya sosyalist hükümetine İran’a asker gönderme hakkı tanıyordu. (Büyük Sovyet Ansiklopedisi’nden aktaran H. Yeşil. Bolşevik Bakışla Mehabad Kürt Cumhuriyeti, sf. 19. Dönüşüm Yayınları. 2012) Yine, Sovyet Hükümeti bu anlaşmada, tehdidin ortadan kalkmasından sonra İran’dan çekilmeyi de taahhüt ediyordu.

Gürer, İran Kürtlerinin Azerbaycan Komünist Partisi Sekreteri ve Azerbaycan Sosyalist Cumhuriyeti’nin lideri Bakırov ile görüşmelerini/görüştürülmelerini, Sovyetlerin Kürtleri doğrudan muhatap almaması olarak yorumluyor. Muhataplık meselesine geçmeden önce Kürtler ve Sovyet yöneticileri arasındaki görüşmelerin hangi tarih ve koşullarda yapıldığını açıklamak gerekiyor.

Mahabad’dan bir Kürt delegasyonun Bakü’ye (Azerbaycan’ın başkenti) ilk davet edilme tarihi Aralık 1941’dir. İran KDP’sinin en önemli liderlerinden biri olan Abdurrahman Kassemlu, bu ziyareti bir “tanışma” ziyareti olarak tanımlar (A. Kasemlu, Özgürlük Mücadelesinde Kırk Yıl, sf. 57, Koral Yayınları, 1992). Çünkü daha ortada İran Kürtlerinin ne bir örgütü ve ne de belirlenmiş bir politik hedefi vardır. Kassemlu, İran KDP’sinin öncülü olan ‘Komela’nın 16 Ağustos 1942’de kurulduğunu ve o dönem Komela’nın yayın organı olarak çıkan ‘Niştiman’ dergisinde İngiliz emperyalizminin “yalnızca Kürtlerin dostu değil, bundan da öte, bütün halkların ve Kürtlerin özgürlük bayrağının taşıyıcısı olarak” görüldüğünü belirtmektedir (Age, sf. 35).

Görüldüğü gibi, 1941’de yapılan görüşmeye rağmen oluşan uygun koşullarda daha sonra örgütlenen (Komela) Kürtler, Sovyetleri değil, İngiliz emperyalizmini kurtarıcı olarak görmektedir. İran KDP’si kurulduktan ve Qazi Muhammed başına geçtikten sonra 1945’te Bakü’de yapılan ikinci görüş- mede Bakırov, İran Kürtlerinin özerklik için yürüttüğü mücadeleyi desteklediklerini açıklamıştır.

Gürer, Kürtlerin, İran Kürdistanı ve İran Azerbaycan’ına sınırı bulunan, dolayısıyla en doğal muhatap konumunda olan Sovyet Azerbaycan Sosyalist Cumhuriyeti’nin lideri Azerbaycan KP Genel Sekreteri Bakırov ile görüşmelerini Sovyetler tarafından doğrudan muhatap alınmamak olarak açıklayacak kadar gerçeklikten kopuyor. Oysa Kassemlu, Gürer’in kurgusuna cevap verircesine şunları söylüyor: “O dönem Bakü’ye giden delegasyon Azerbeycan Komünist Parti sekreteri Cafer Bakırof ile görüşmelerde bulunur. Bakırof, parti sekreterliği işlevi dışında Sovyet hükümet aygıtında etkili bir adam olup Sovyetler Birliği’nin yetkilisi olarak çalışır. Kendisi delege üyelerine SSCB’nin ilkede Kürt hareketini ve İran Kürdistanı’nda ulusal bir hükümet oluşturulmasını desteklemeye hazır olduğunu, ancak biraz sabredilmesi gerektiğini bildirir.” (Age, sf. 58)

Kürtlerin Bakırov’la görüşmesini Sovyetler tarafından doğrudan muhatap alınmamak biçiminde açıklayabilmek için ya SSCB’yi sadece Moskova’dan ibaret görecek kadar siyasetten bihaber olmak ya da kasıtlı olarak kendi kurgusu için gerçekleri çarpıtmak gerekir. Kürtlerle Moskova’da görüşmeler yapılmış olsaydı, bu kez de neden Stalin görüşmedi gibi bir gerekçeyle karşılaşacaktık herhalde!

Sovyetlerin Mahabad ile ilişkilerinin anlaşılması bakımından göz ardı edilememesi gereken bir diğer önemli nokta, İran Kürtleri gibi İran’ın kuzeyindeki Azerilerin de özerk cumhuriyet için mücadele yürütmüş ve bu temelde İran Azerbaycan Ulusal Cumhuriyeti’ni kurmuş olmalarıdır.

Gürer, Sovyet yönetiminin Mahabad Kürtlerinin İran Azerileri (liderleri Pişevari) ile ilişkide olmasını istemesini “başka bir aktörün denetimine tabi tutmak” olarak tanımlıyor. Oysa o dönemin siyasi koşularını bilenler, Sovyetlerin Kürtler ve İran Azerileri arasındaki ilişki ve işbirliğini geliştirmeye yönelik politikasının Kürtlerin denetim altında tutulmak istenmesiyle bir ilgisi olmadığını da bilir. Yine Kassemlu’dan okuyalım: “Otonom Kürdistan Cumhuriyeti ve Kürt halkının genel hareketi yalnızca ulusal bir niteliğe sahipken, Azerbaycan’daki hareket yoğun ulusal özellikler taşısa da, aynı zamanda sosyal bir harekettir. Kürdistan Cumhuriyeti’nin programı toplumsal değişimlerle ilgili açık tavır içermez (…) Azerbeycan hareketinin sosyal yönü buna göre daha ilerici ve kapsamlıdır.” (age, sf. 72) Bu girişimler temelinde Kasım 1945’te kurulan Azerbaycan Ulusal Cumhuriyeti ile Ocak 1946’da kurulan Mahabad Kürt Cumhuriyeti arasında 23 Nisan 1946’da dostluk ve işbirliği anlaşması imzalanır.

Ortada biri ulusal, biri sosyalist iki hareket var ve sosyalist Sovyetlerin Kürtlerin ulusal hareketinin İran Azerbaycan’ındaki sosyalist hareketle daha yakın bir ilişki içinde olmasını istemek, neden Kürtleri başka aktörlerin denetimine tabi tutmak olsun? Açıktır ki; Kürt hareketi sosyalist ve Azeri hareketi ulusal olsaydı, Sovyetler bu kez ilişkilerin tersi yönde ilerlemesi için çaba gösterirdi. Ancak Gürer’in sınıflardan ve onların iktidarından azade perspektifi ve analiz yeteneği sayesinde mesele Kürtlerin denetim altında tutulmak istenmesine dönüşebilmektedir!

SOVYETLER İRAN'DAN NEDEN ÇEKİLDİ?

Gelelim Sovyetlerin İran’dan çekilme sürecine…

Nazi işbirlikçisi Rıza Şah, Sovyet ve İngiliz birliklerinin İran’a girmesinden sonra tahtını oğlu Muhammed Rıza Şah’a bıraktı. 29 Ocak 1942’de de SSCB, İngiltere ve İran yönetimleri arasında SSCB ve İngiliz birliklerinin İran’da kalma ve savaştan sonra çekilme sürelerini belirleyen bir anlaşma imzalanmıştı (Büyük Sovyet Ansiklopedisi’nden akt. H. Yeşil, age., sf. 21).

Savaşın sona ermesinden sonra Sovyet askerlerinin geri çekilme süreciyle ilgili görüşmeler yapılırken İran yönetimi Mart 1946’da SSCB’yi BM’ye (Birleşmiş Milletler) şikâyet etmiş, aynı biçimde İran gericiliğinin iki destekçisi de; 4 Mart’ta İngiltere ve 9 Mart’da ABD, SSCB’ye nota vermişti.

Nihayetinde SSCB ve İran yönetimi arasında 4 Nisan 1946’da Sovyet askerlerinin bir buçuk ay içinde İran’dan çekilmesini, İran ve Sovyetler Birliği arasında ortak bir petrol şirketi kurulmasını ve İran’ın iç sorunlarının barışçıl temelde çözülmesini öngören bir anlaşma imzalanır. Ardından da Kızılordu, 9 Mayıs 1946’da İran’dan tamamen çekilir.

Başbakan Kavam, ilk zamanlar Sovyetlerle yaptığı anlaşmaya sadık kalacağı izlenimi yaratır. Hatta kabinesine 3 TUDEH’li (komünist) bakan bile alır. Ancak çok geçmeden Kavam’ın amacının Kızılordu’nun çekilişi sürecinde zaman kazanmak olduğu ortaya çıkar. Aralık ayında hem Tahran’da TUDEH’e karşı kitlesel tutuklamalar başlar hem de İngiliz ve ABD emperyalistlerinden aldığı destekle İran ordusu önce 12 Aralık’ta Tebriz’e ve ardından 17 Aralık’ta Mahabad’a girerek Azeri Ulusal Cumhuriyeti ile Mahabad Kürt Cumhuriyeti’ni yıkar. Yine SSCB ve İran arasında yapılan ve iki ülke arasında ortak bir petrol şirketinin kurulmasını da öngören 4 Nisan 1946 tarihli anlaşma, ABD ve İngilizlerin baskısıyla 22 Ekim 1947’de İran meclisi tarafından iptal edilir.

Toparlarsak, öncelikle Sovyetlerin İran’da kalıcı olması gibi bir durum zaten söz konusu değildir. Öte yandan Sovyetler askerlerini çekerken mevcut kazanımları korumaya yönelik bir anlaşma yapmıştır. Ancak ABD ve İngiliz emperyalistlerinin desteğiyle İran gericiliği bu anlaşmaya uymayarak önce Azerbaycan Ulusal Cumhuriyeti’ne ve ardından Mahabad’a saldırmış ve devamında Sovyetlerle yapılan petrol anlaşmasını da iptal etmiştir. İran gericiliğinin saldırganlığı, kurulan her iki özerk cumhuriyetin bu saldırılara karşı koyacak dayanakları yaratma konusunda yetersiz kaldıklarını gösteriyor. Ötesinde, savaştan en büyük yarayı alan SSCB’nin de mevcut dengeler içinde bu saldırganlığı boşa düşürecek müdahaleleri gerçekleştiremediği söylenebilir elbette.

Durum buyken, SSCB’nin Kürtleri kullanması ve yüzüstü bırakması biçiminde tarif edilebiliyor mesele. Oysa İran KDP’sinin lideri Kassemlu, Mahabad’ın yıkılışı konusunda Kürt toplumunun sosyopolitik gelişmişlik düzeyi ve önderliğinin politikaları yerine Sovyetleri suçlama kolaycılığına giden parti yöneticilerini hem kendi özgücüne güvenmeyen hem de sorumluluktan kaçan kadrolar olarak tanımlar (Age., sf. 105).

Kassemlu ayrıca, Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin lideri Qazi Muhammed’in idam edilmesinde, özellikle Sovyetlerle dostluğu nedeniyle bir ibret/ ders vermek isteyen ABD’nin ısrarcı olduğunu vurgulamaktadır. Yine özellikle İran’ın, İngiliz ve ABD’den aldığı desteğe dikkat çeker. Ama nedense Türkiye’deki Kürt örgütleri ve aydınların büyük bölümü, Kassemlu’nun aksine, Mahabad’ın yıkımının arkasındaki İngiliz ve ABD’nin rolünü görmek istemiyorlar. Yerine, bu emperyalistlerin görevlilerinin Sovyetleri suçlamak için yaptıkları tarih çarpıtıcılığını sürdüren bir tutum takınıyorlar.

Sovyetleri Kürt karşıtı gibi göstererek Sovyet sosyalizminin yarattığı devrimci imkân ve birikimin görülmesini, anlaşılmasını engellemenin, ulusal özgürlük mücadesine katacağı en küçük bir katkı yoktur. Tersine, böylesi bir tarih okuması/ yazılımı, dünya ölçeğindeki bir büyük deneyimden ideolojik-politik yararlanma olanağının kesilmesine, emperyalist hegemonyanın ideolojik veçhesine eklemlenmenin yolunun açılmasına katkı sunar.

* Bu yazı dilop'un Mayıs 2020 sayısında yayımlanmıştır.

ÖNCEKİ HABER

Bağırsak gazlarının kültür tarihi-3: Selam söyle o yare!..

SONRAKİ HABER

Venezuela’da neler oluyor?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa