30 Haziran 2019 08:24

Korkunun Evrimi

Peki korkunca neler oluyor? Vücudumuzdaki biyolojik sirenler ve alarmlar çalışmaya başlıyor.

Paylaş

Kaan Biçici
Pangaltı Evrim Atölyesi

Evrimsel zaman zarfında, Homo Sapiensve ataları yırtıcı hayvanların (memeli etoburlardan örümcek ve yılan gibi zehirli hayvanlara kadar) saldırısına maruz kalmışlardır. Özellikle atalarımız ilk insanlar çok tehlikeli bir çevrede yaşıyorlardı. Oluşan kuraklıkla beraber ağaçların büyük çoğunluğunun yok olmasıyla yere inmek zorunda kaldıklarında sayıları aç ve yırtıcı hayvanlardan çok azdı. Çevik değildiler, duyuları keskin değildi, gece pek de iyi göremiyorlardı. Bebekleri aciz ve ebeveynlerine bağımlıydılar. Yırtıcılarla karşılaştıklarında da savaşmak ya da kaçmak zorundaydılar.

SAVAŞ YA DA KAÇ

Hayatta kalma şanslarını artırmak için kendilerini tehlikelerden korumak zorundadırlar. Bu yüzden tehditler karşısında daima uyanık olmak için bir araca gereksinimleri vardır. Bir şeyin onları bu tehditlerden kaçmaya ya da savaşmaya sevk etmesi gereklidir. Türün devamlılığı açısından hem bireyin hem de türün korunması zorunludur. Evrimsel açıdan da, korkusuz bir hayvanın hayatta kalma ve korkusuzluğuna sebep olabilecek genlerini sonraki kuşaklara aktarma olasılığı daha düşüktür.

Peki korkunca neler oluyor? Vücudumuzdaki biyolojik sirenler ve alarmlar çalışmaya başlıyor. Saldırıya uğrama olasılığını algılayan beynimiz ve otonom sinir sistemimiz (bağırsak, kalp, damarlar ve akciğerleri kontrol eden mekanizma) son hızla çalışmaya başlıyor ve vücudumuza adrenalin salgılatıyor. Adrenalin kalbinizin daha hızlı atmasını sağlıyor, çok daha hızlı soluk alıp vermeye başlıyorsunuz ve kan vücudunuzda daha hızlı dolaşıyor. Kasların aniden yoğun şekilde çalışmasına yardımcı olmak için de vücudunuzdaki acil durum glikoz rezervleri devreye sokuluyor. Yani birkaç saniye içinde vücudunuz kaçma ya da savaşmaya uygun hale geliyor ve siz de tehdide karşı bu iki eylemden en uygun olanını seçiyorsunuz.

MAZİDEKİ İZLER

Aslında verilen bu tepkiler geçmişi insansı atalarımızdan bile daha eskiye dayanmaktadır. Memeli olmayan hayvanlar bile temel olarak benzer şekilde tepki verirler. Bir gölde veya denizde yüzen bir balığın yakınına taş atın (çok da büyük atmayın öldürmeyin hayvanı) ve gözlemleyin. Bu küçük deney sonucunda bile hemen hemen bizimkine benzer bir tepki verdiğini göreceksiniz. Yüzgeçlerini dikleştirip, solungaçlarını ve ağzını hızlı hızlı açı kapayarak hemen oradan kaçmaya hazırlanacaktır. Bunlara neden olan şey balığa da atalarından miras kalan aynı hormondur aslında; adrenalin.

ACİL MÜDAHALE BİRİMİ: AMİGDALA

Ormanlık bir alanda ilerliyorsunuz. Bir ağacın yakınında ince, uzun, kıvrımlı bir nesne görüyorsunuz. Siz “Yılan!” bile diyemeden beynin derinliklerinde bulunan yaklaşık iki buçuk santim boyunda badem boyutunda olan kısım; amigdala, korku tepkisini tetikliyor ve içinizde az önce bahsettiğimiz gibi biyolojik sirenler ve alarmlar harekete geçiyor. Amigdalanın otonom sinir sistemiyle bağı olduğu kadar beynin duyusal girdilerini işleyen öteki bölgeleriyle de bağlantıları vardır. Ancak Nörolog Joseph LeDoux ve ekibi amigdalanın göz ve kulaklarla olan bağlantısının özel bir “aşırı-hızlı sinir” yolu olduğunu ve bunun amigdalanın ham ve işlenmemiş ve duyusal bilgilere ulaşabildiği anlamına geldiğini göstermiştir.

RHESUS MAYMUNLARI DENEYİ

Laboratuvarda yetiştirilmiş bir grup rhesus maymununa (Macacamulatta) canlı yılanlar gösterilmiştir. Daha önce yılan görmemiş bu maymunlar hiçbir korku belirtisi göstermemişlerdir. Ancak vahşi rhesus maymunları yılandan korkmaktadır. Deneyin devamında laboratuvardaki maymunlara boa yılanlarıyla karşılaşan ve dehşete kapılan maymunlar gösterilmiştir. Bu gösterimden sonra, laboratuvardaki maymunlar oyuncak bir yılanla karşı karşıya bırakıldıklarında bile vahşi maymunların verdiği tepkinin aynısını göstermeye başlamışlardır. Laboratuvar maymunlarına vahşi maymunların boa yılanlarıyla karşılaşmasının video kaydı gösterildiği deneyin bir diğer versiyonunda bile deney başarılı olmuştur. Ancak bu bize neyi gösterir? Araştırmanın son aşamalarına bakalım.

Bu deney versiyonunda da araştırmacılar vahşi maymunları yine bir yılanla karşı karşıya getirecek bir başka deney tasarladılar. Ama bu kez aynalarla kurdukları düzenek sayesinde, kenarda bu heyecanlı karşılaşmayı izleyen laboratuvar maymunlarının yılan yerine bir demet çiçek görmesini sağladılar. Vahşi maymunlar elbette yine korktu ve bu korkuyu laboratuvar maymunları da görmüş oldu. Şimdi gelelim işin en can alıcı noktasına; daha sonra kendilerine deneydeki aynı çiçek gösterilen laboratuvar maymunları hiçbir korku belirtisi göstermediler. Yılan korkusu maymunların belleğinde adeta uykuda gibidir; koşullar oluştuğu zamansa harekete geçmektedir.

BİYOLOJİK DETERMİNİZME SAPMADAN

Evrim mekanizması genler ve çevre ile diyalektik karşılıklı ilişki tarafından koşullandırılır. Genetik hammadde, toplumsal, ekonomik ve kültürel çevreyle dinamik bir ilişki içine girer. Biyolojik ve kültürel ögeler arasında sürekli bir ilişki olduğundan, bu iki şeyden herhangi birini yalıtık bir şekilde ele alarak evrim sürecini anlamak imkânsızdır. Genlerimizin kölesi değiliz ancak onlardan çok fazla etkileniyoruz. Bazı insan davranışlarının tüm kültürlerde bulunması bunların genetik yapımızın ürünü olduğu anlamına gelmez. Nörobilimci Daniel Dennett’in de belirttiği gibi, mızrak kullanan tüm toplumlarda mızrak sivri ucu ileri doğru tutularak atılır ama bu demek değildir ki insan genomunda ‘’sivri ucu ileri doğru tut’’ geni bulunsun. Bu yüzden de genetikçiler birçok genin birbirini etkilediği bir ortamda belli bir psikiyatrik davranışı sınıflandırmakla, betimlemekle ya da bir genle ilişkilendirmenin yanı sıra gerçek problemlere çözüm bulmak zorundadır.

KAYNAKLAR

ScienceAlert

PsychologyToday, WhyWeFear

Robert Winston, İnsan İçgüdüsü, 2010, Say Yayınları

ÖNCEKİ HABER

Çeşme Germiyan'daki taş ocağına tekrar ÇED olumlu kararı verildi

SONRAKİ HABER

Littin geldi, film çekti ve gitti*

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa