12 Mart 2019 21:54

Bugünün bir dünü bir de yarını var

Bu yazıyı okuyanlar arasında da bu cümleleri kuran, hiç değilse hak veren arkadaşlarımız vardır. Peki ülkemizin gerçekleri gerçekten çok mu umutsuz?

Görsel: Pixabay

Paylaş

Ayşe DEMİR

İstanbul

“Umudum yok”, “şimdiki durumumuz ortada, yarın ne olacağız belli değil”, “değişmez, asla değişebileceğine inanmıyorum”, “aslında Polonya’ya gitmek de fena fikir değil”, “yan yana gelsek ne olacak abi, adam yine oyları çalacak, İnce de bizi yüzüstü bıraktı.”

Belki okul kantininde, belki ders aralarında, belki de yanınızdan geçen seçim aracının gürültüsünün ardından kurulan cümlelerden birkaç tanesi. Bu yazıyı okuyanlar arasında da bu cümleleri kuran, hiç değilse hak veren arkadaşlarımız vardır. Peki ülkemizin gerçekleri gerçekten çok mu umutsuz? (İçinden evet öyle diyenler, biraz sabırla yazıyı sonuna kadar okuyunuz lütfen)

.. Keza çevre bir bütün olarak ele alındığında içinde olup bitenler üstünde her zaman kaçınılmaz bir sınırlayıcılığa ve belirleyiciliğe sahip olmuştur ve “bugün” dediğimiz an veya zaman dilimi “dün” var olanın içinden, onun olasılık ve olanaklarını da içerecek; aynı şekilde “yarın” olacakları ve olabilecekleri de belirleyecek şekilde ortaya çıkmıştır.”*

Bugün var olan tek adam yönetimi dünkü koşulların içinden çıktığı gibi, yarın olabilecekler, tek adam yönetiminin yıkılışı da bugün var olan olanaklar ve olasılıkların bağrından çıkacak.

Hatırlayalım; AKP 2001’de yaşanan ekonomik krizin ardından, siyasal alanda işlevsiz hale gelmiş partilerin karşısına bir alternatif olarak çıkmıştı. Bu alternatif elbette halk yığınlarının sorunlarına değil hâkim sınıfların ihtiyaçlarına göre şekillenen bir alternatifti. Adaleti sağlayacağını, ülkeyi kalkındıracağını, özgürlükleri genişleteceğini söyleyerek yığınların desteğini almış, devamında gelen süreçlerde ise ekonomiyi, birikmiş ve oluşacak zenginliği ele geçirerek, yandaş kapitalistler kesimini de rant, kar, sadaka dağıtımıyla besleyip geri kalanları da düşmanlar olarak göstererek, bu aldığı desteği güçlendirmişti.

BUGÜN, YARIN OLABİLECEKLERİN ZEMİNİ

Tekelci kapitalizmin ve işbirlikçi burjuvazinin ihtiyaçları nasıl ki AKP’nin iktidara gelmesinde başrole sahipse aynı ihtiyaçlar temelinde Erdoğan/AKP yasal olarak da tek parti tek adam yönetimini çeşitli ittifaklar ile birlikte inşa etti. Bu 17 yıllık süreç, Türkiye gençliği için her anlamda bir yıkım süreci oldu. (Geçen sayıda yayınlanan “Yıkılmadık da ayakta mıyız arkadaşım?​” yazısını da hatırlatmış olalım) Eğitim sisteminden, sosyal/kültürel yaşam alanlarına, demokratik haklardan, çalışma koşullarına kadar yaşamın her alanında geleceksizliği dayatan, giderek daha baskıcı ve otoriter bir yönetimle gençliğin bugüne dek kazandığı mevzileri yıkarak gelen bir saldırı dalgası sürmeye de devam ediyor. Şimdi yaşanan ekonomik kriz süreciyle birlikte bu dalga daha yıkıcı bir biçimde yükseliyor. Ancak beraberinde tekelci kapitalistlerin ve işbirlikçilerinin iktidarının aleyhine olan koşulları da geliştirerek yükseliyor. Bu koşullar ki yarın gerçekleşecek ve gerçekleşebileceklerin de zemini aynı zamanda.

Bu koşulları gençlik cephesinden inceleyeceğiz. Bu tablo, gençliği parçalıyor, bireysel kurtuluş yollarına itiyor gözükse de muhafazakar gençlikten milliyetçi gençliğe, üniversiteliden liseliye, işçi işsiz yığınlara dek tüm bir kuşağı aynı zamanda birleştiriyor da. Henüz birleşmemiş olması, ya da bu gerçeğin ayırdında olmaması gerçeğin kendisini değiştirmiyor.

GELECEK KAYGISI AYNI POTADA

AKP’ye oy vermiş ama bu yerel seçimlerde vermeyi düşünmeyen işçi gençlere kulak verdiğimizde; “Bir uyarı yapmamız lazım, bu yoksullaşma meselesi beka sorununun önüne geçiyor artık” değerlendirmelerini duyabiliriz. Bu kadar keskin ve net ifade etmese de yine de destek veren ancak ülkenin gidişatından memnuniyetsizliği giderek artanları da görüyoruz. Bu değerlendirmeler keskin kopuşları değil ama giderek artan ve biriken tepkileri ortaya koyuyor.

Şu tespiti ortaya koyabiliriz; hangi kesimden olursa olsun, taleplerinin içeriği, yaşam tarzı, tepkisini dile getirme ve harekete geçme biçimleri farklılık gösterse de Bağcılardan bir işsiz genç, OSTİM’den bir çırak, Boğaziçi’den bir öğrenci, Tuzla’dan meslek liseli, akademide kadro kovalayan bir araştırma görevlisi aynı potanın içinde eriyor; geleceksizlik. Bu bir potada eriyip de birlikte harekete geçemeyenlerin, hareketine ve hareketsizliğine dair çokça şey söylenebilir. Ancak biz bir noktayı ele alacağız. Yazımızın girişinde ifade ettiğimiz ruh halini. Yani farklı biçimlerde kendini gösteriyor olsa da bir kayıtsızlık halini.

“KAYITSIZ” KALMAK

Belki 80 darbesinin yarattığı yıkıcı sonuçlar, belki politika yapmanın bedelinin hala ihraçlar, soruşturmalarla ödendiği süreç, belki orta yolculuğun hep kazandırdığını öğütleyen toplumsal kültür, belki de kazananların tarafında olma isteği ile kazananların onların tarafında olmadığını gösteren ülke gerçeğinin yarattığı çelişki, bu kayıtsızlığı ortaya çıkardı diyebiliriz.

Ki gençliğimizin ana gövdesinin -bir siyasi partiye üye olmuş olanlar da dahil (iş bulabilmek için bile binlerce genç AKP’ye üye oldu)-, ülke içindeki gelişmelere kayıtsız kalmayı başaran milyonlarca gencin ana gövdeyi oluşturduğu bir gençlik tablomuz var. Ancak bu saflar da çokça sarsıntıya uğruyor ya liberallerin ya İslamcı gençliğin, sosyal demokrasinin ya da sosyalist gençliğin içine girebiliyorlar. Kayıtsızlık burada yeniden anlam kazanıyor; ideolojilerden etkilense bile bunu anlatmak ve yaymak da dahil olmak üzere, tüm toplumsal sorunlar karşısında kayıtsız kalmak, ikincisi hiçbir şeyi onun için harekete geçebilecek kadar savunamamak ya da savunmaktan geri durmak.

“ÖZGÜR İNSANIN” YAŞAM TARZI

Bu geniş yelpazede etkili olan bir politik ayracımız var; liberalizm. Liberal ideoloji, eğilim ya da pratik olarak ortaya konduğunda, politik bir içeriğin yanında bir davranış örgüsü olarak da nitelendirdiğimiz “kayıtsızlar” kategorisini içerdiği söylenebilir. Ama “kayıtsız” kalma durumunun liberalizmle açıklanabilir yanlarının olması, gençliğin eğilimleri, ülkenin politik atmosferi, gençlik hareketimizin yarattığı birikim, köklü değişim ve toplumsal travmalarla, toplumsal yaşamın ne olduğuna dair daha genişçe bir sorular dizgisine yanıt verir nitelikte.

Toplumsal olanın terki, 80’lerden sonra bireysel hayatın yeniden inşasına, Marx’ın deyimiyle insanın yeniden üretim sürecine damgasını vurdu. Özel mülkiyete tapınma, bireysel olana, girişimciliğe övgü “özgür insanın” yaşam tarzı olarak pompalandı. Bireyin ruh halinden, bireyin sorunlarına neredeyse sınıflı toplumun yaratısı olan tüm toplumsal ilişkiler, bireyin çabasına indirgenirken, sadece kurtuluş reçetesi olarak değil, kurtulamama halinin de gençlikte bir izdüşümü oldu.Bireysellik, içe kapanmayı, çözümsüzlüğü, bohem bir hayat tarzını, ne olursa olsun kendisini kurtarmayı dayattı. Her üniversitede yüzlerce öğrenciye kucak açan kariyer ve girişimcilik kulüpleri, kariyer basamaklarının nasıl tırmanılacağını öğretiyordu. Giderek liberal öğretiler eğitim sistemimizin de ana omurgalarından biri haline gelirken, liberalizmin yarattığı toplumsal-ideolojik boşluğun muhafazakarlıkla doldurulması artık daha çok gündemde gelir oldu. İktidar da gençliğin bulunduğu bu durumdan çokça faydalandı!

“ÖRGÜT-KAÇ”

Bu yazıda yerimiz kısıtlı olduğu için gençlik içerisindeki politik kategorileri ayrı ayrı tartışmayı başka bir yazıya bırakalım. “Örgüt-kaç” diye kabaca tarif edebileceğimiz eğilimi biraz açalım. Örgütlü mücadeleyi bir ihtiyaç olarak hissetmeyen ama neredeyse her toplumsal sorunda kendi sözünü söyleyen, eylemlere katılan, öğrenci hareketinin içinde yer tutmaya çalışan, kulüp ve toplulukların içinde de yer alan ama politik gençlik gruplarında yer almayı reddedenleri kast ediyoruz.

Gençliğin örgütlenme eğilimindeki zayıflık, görece daha politik ve eylem içinde olan gençlerle sınırlı değil elbette, genel olarak gençliğin öğrenci örgütlerinin yanı sıra politik gençlik örgütlerine de mesafeli yaklaşmasıdır.  Ancak hali hazırda eylem içinde olan gençlerin örgütlenmekten geri durması, üzerine tartışmamız ve aşmamız gereken bir durum.

Gençlerin politik örgütlenmelerle kurduğu ilişki de toplumun içinde bulunduğu örgütlülük düzeyini belirli bir ölçüde yansıtıyor. Sadece politik gençlik örgütleri değil, çevre örgütlerinden, spor ve kültür örgütlenmelerine, kuruluş amacını siyasi nedenlerle gerekçelendirmeyen örgütlenmelerin, bir örgütlenme kültürü, örgütlü yaşama ve kendini örgütlü ifade etme anlamıyla toplumsal kültürümüzün çetelesine bakıldığında zayıf olduğunu eklemek gerekir.

Toplumun bu açıdan yol kat ettiği, işçi sınıfının sendikalarda örgütlendiği, gençlerin siyasete daha aktif katıldığı yılların hemen ardından, burjuvazi darbeler, siyasi komplolar, katliamlar, OHAL’ler gibi faşist araç ve uygulamalarla toplumun örgütlülüğünü yıkıma uğrattı. Örgüt kelimesinin kavram olarak öcüleştirilmesi, iktidarın örgütlü olana sopa götürmesiyle ilişkili olarak bugüne kadar geldi. Hele ki biz iktidarın gençliği örgütleme düzeyinden değil de genel olarak, örgütlenecek olsa iktidar karşısında örgütlenecek gençlik kesimlerini, Haziran’da ayağa kalkmış, referandumda “hayır” demiş, adalet için sokağa çıkmış gençlerin örgütle, örgütlülükle ilişkisini tartışıyorsak, bu mesafenin, bir yanıyla yaratılan korkuyla da bir ilgisinin olduğunu söyleyebiliriz. Gençliğin pasifize edilmesi, geleceğini kuracak olanaklardan yoksun bırakılması, soruşturmalar, tutuklamalar, bursların kesilmesi gibi örneklerin üniversite gençliği içinde sürekli örgütlü olanın başına gelenler olarak göz önüne serilmesi, kuşkusuz tesadüfi değil. Ancak gençliğin yine de örgütlerle mesafesini yalnızca bununla açıklayamayız.

BUGÜNÜN ÇELİŞKİLERİNİ KENDİ YARINLARIMIZA ÇEVİRELİM

Çok sınırlı da olsa ortaya koymaya çalıştığımız bu tablodan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz:

Umutsuzluk ve bunalmışlık ile bireysel kurtuluş ve bohem bir yaşam tarzı arasına giderek sıkışan genel tabloya müdahale etmek gerektiği açık. Çünkü ülke ve dünyanın içinden geçtiği süreç gelecek için tehlike çanlarını çalıyor. Hele ki ekonomik kriz süreçleri, örgütlü bir mücadele olmadığında ardında çok daha derinleşmiş sorunlar bırakarak geçiyor.

Tekelci burjuvazinin sunduğu programların gençliğe hiçbir zaman kurtuluş getirmediği, tersine kurtarıcı figürleri ortaya çıkarıp sonra da gençliği yine karanlıkla baş başa bıraktığı yüzlerce yıllık bir deneyim. Bu yoldan yürümenin bir manası yok.Ekonomik yıkımla birlikte yaklaşan faşizm tehlikesinin karşısında acil ihtiyaçlar var. Ki bu ihtiyaçlar Bağcılardan bir işsiz gencin, OSTİM’den bir çırağın, Boğaziçi’den bir öğrencinin, Tuzla’dan meslek liselinin, akademide kadro kovalayan bir araştırma görevlisinin ortak ihtiyacı. Gençliğin mücadelesini örgütleyecek, gençliğin taleplerine ve beklentilerine yanıt verecek bir örgüt tanımını milyonlarca gencin zihninde ortaya çıkarmaya yani işçi sınıfının gençliğinin ve sosyalist birikimin birliğini sağlayacak “örgüt”ü pratiğiyle bir alternatif olarak örgütlemeye olan ihtiyaç.

“Şimdiki durumumuz ortada, yarın ne olacağız belli değil” değerlendirmesi “yarın daha kötüsüne mahkum olmamak için bugünü kullanmak gerek” sonucuna, “değişmez, asla değişebileceğine inanmıyorum” yargısı “değişimin bir parçası da benim dahil olduğum gençlik yığınlarında” bilincine, “aslında Polonya’ya gitmek de fena fikir değil” hayalleri kapitalist emperyalist sistemin sunduğu dünya gerçeklerine, “yan yana gelsek ne olacak abi, adam yine oyları çalacak, İnce de bizi yüzüstü bıraktı” incinmişliği “İnce’nin temsilcisi olduğu çizginin zaten yüzüstü bir programa sahip olduğu” bilgisine dönmeli.

Çünkü; bugünlerin bir dünü olduğu gibi bir de yarınları var. Ve bugünün çelişkilerini, kendimizin yarınlarına çevirmek için sabırla ve inatla hareket etmeye hava, su kadar ihtiyacımız var. Kötüyü kabullenmekte değil değişim için çalışmakta ve mücadelede sabredelim!

*Diyalektiğin Dansı, Bertell Ollman, sf. 16.

ÖNCEKİ HABER

17 yılın çetelesi

SONRAKİ HABER

Kamu yönetiminin yeniden düzenlenmesi üzerine

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...