16 Temmuz 2018 00:37

Canlı ve parlak renklerin arkasına sığınan yalnızlık: Fikret Mualla

Ressam Gülseren Südor, kalabalıklar içinde yalnız başına binlerce esere imza atan Ressam Fikret Mualla'yı yazdı.

Fikret Mualla'nın 'Moulin Rouge’un Önündeki Zarif Kadın' adlı tablosu.

Paylaş

Gülseren SÜDOR
Ressam

Fikret Mualla, 1903 yılında İstanbul’da oldukça varlıklı bir ailenin özlemle beklenen ilk çocuğu olarak Kadıköy’de doğdu. Ancak bu mutlu doğum olayı ilk çocukluktan ergenliğe geçişte, önce kırılıp sakat kalan bacağı ve annesinin erken ölümü ile bozuldu. Babasının yeniden evlenmesi Mualla’nın ilk asosyal davranışlarının başladığı dönemdir.

Saint-Joseph’den sonra yatılı olarak devam ettiği Galatasaray Lisesi’nden mezun olduktan sonra mühendislik eğitimi alması için babası tarafından gönderildiği Almanya’da resim yeteneğinin farkına varması ile Berlin Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’na devam etti. Yaşadığı sürece alkol alışkanlığı nedeni ile çok kez girip çıkacağı akıl hastahaneleri serüveni ise, 1928 yılında ilk kez Almanya’da başladı.

Akademideki sınıf arkadaşı ünlü kadın ressamımız Hale Asaf’a aşık olması, ama kendisine göre, Hale’nin sanatkar gözleri, daima Fikret Mualla’nın topal bacağına takıldığı için karşılık görmemesi sonrasında karşı cinsle hiçbir zaman doğru dürüst bir ilişkisi olamadı.

Epey zaman yaşadığı Almanya ve Fransa’dan döndükten sonra ülkesinde, bir müddet resim öğretmenliği, tiyatrolara kostüm çizimleri, şiir kitapları resimleyerek geçimini sağladı.

1939’da Türkiye’den tümüyle ayrılarak ölümüne kadar yirmi altı sene Fransa’da yaşadı.1958 den itibaren resimlerinin hayranı ve daimi müşterisi olan Madam Angles’in himayesi altında 1962 de geçirdiği felç sonrası, beş yıl vefatına kadar Nice kentinin Reillane Kasabası’nda yaşadı.

ÇOK AYRICALIKLI BİR RESSAMIMIZDIR

Uzun yıllar Paris’te sanatın beşiğinde olup,  bu denli başarılı iken; yaşarken neden yeterince takdir görüp dünyaca ünlü bir ressam olarak rahat bir yaşamı olmadığına gelince; Arkadaşı B. Rahmi Eyüboğlu’nun “Delifişek” kitabında söz ettiği gibi; alkolün tel tel çözüp bıraktığı sinirlerinin aşındırması gerçeği ile ilintilidir.

Şimdilerde ancak, Fikret Mualla’nın özel yaşamı ile alakalı hemen hemen her şeyi sınırlı sayıdaki dostlarına yazdığı mektuplardan bilebiliyoruz. Başta bahsettiğim gibi Fikret Mualla, yaşadığı dönemin tüm sanat akımlarının dışında ürettiği hem yapıtları hem de öz yaşamı ile çok ayrıcalıklı bir ressamımızdır.

Arkadaşı Taha Toros’a yazdığı bir mektubunda “Bence her sanatkar, sıkıntı çekmeli, ızdırap duymalı, aç kalmalı…” diyecek kadar sanatçı kaderine razı olmuş iken;  “Belki de çok fazla resim yaptım” diyecek kadar vazgeçmeye meyilli değişken düşünceler, gel-gitler yaşayan bir kimliktir.

Her zaman için anıları ve gerçek arasında gezinerek, önce kompozisyonlarının desenini çizer, sonra da renk ve formları ile istediği gibi oynar, yani özgürce değiştirirdi.

O belirsiz mekanlar, belirsiz zamanlar, belirsiz kimliklerle; eğlence ve hüznün el-ele verip gezindiği kompozisyonlar çizer boyarken ki anlar; yaşamı boyunca, kimselerle kavga etmek, hatta kendisi ile didişmek zorunda olmadığı anlar; Mualla’nın tek sakin sığınağı olmuştur. Sonsuz kalabalıklar içinden çekip aldığı kişileri, objeleri, zaman ve mekansız olarak çok yalın bir fonun önünde resmederken; Bir tür imgeler albümleri yaratır; Aslında gördüğünü resmetmez, gözlemlediklerinden arta kalanları resmederdi.

Onun hakkında yazılabilecek en önemli cümlenin; Fikret Mualla’nın tüm resimleri çocukluğunun “Devri Saadet” dediği çocukluk dönemine ve memleketine olan özleminden kaynaklandığını söylemek olacaktır.

HALKININ ARASINDA OLMAYA DEVAM EDECEK

Tüm sanat akımlarının dışında binlerce yapıt üretmiş olarak, 19 Temmuz1967 yılında Fransa’nın Nice kentinin Reillane kasabasında, hem kendi ülkesinde, hem de uzun yıllar yaşadığı Fransa’da kalabalığın içinde kaybolmuş olarak sürdürdüğü yalnız geçen hayatını kaybetti.

Reillane kasabasındaki kimsesizler mezarlığına gömüldüğü 1967 yılının üzerinden geçen yedi yılın sonrasında zamanın Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün özel izni ile kemikleri; Karacaahmet Mezarlığı’nda özel olarak hazırlanan yol kenarındaki mezarına, yaşadığı zamanlarda aykırı ve uzak kaldığı memleketinin topraklarının bağrında sonsuz uykusunda huzurla yatması için defnedildi.

2012 yılında ise çocukluğundan ölene kadar dilinden düşürmeden andığı, eskiden bakla tarlalarının olduğu Yoğurtçu Park’nın önüne Heykeltraş Hüseyin Yüce tarafından İstanbul manzarası resmini yaparkenki pozu ile halkının arasında olmaya devam edecek.

ÖNCEKİ HABER

Somalı madenci aileleri Zonguldak’taydı: Adalet istiyoruz

SONRAKİ HABER

Türkiye İşçi Partili Hamdi Doğan (Hamdoş Dayı) yaşamını yitirdi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...