02 Eylül 2017 15:50

Ortaylı’nın sözleri en çok Azerbaycanlılara saygısızlık

Bir tarih profesörü, tarihe damga vuran siyasi liderlerden biri için neden sokak ağzıyla hitap etme gereği duyar?

Paylaş

Ercüment Akdeniz

Malum, o diyaloğu birçoğumuz hatırlar: Lüleburgaz'da konuşan tarihçi İlber Ortaylı, bir gencin kendisine “Bulgar mısınız?​” diye sorması üzerine lafı Stalin’e getirdi ve yeni bir tartışmayı alevlendirdi. Kendisine “Azeri misiniz?​” diye sorulduğunu da söyleyen Ortaylı devamında şöyle dedi:
“Azerbaycanlı başka, Azeri başka. Türkler arasında Azeri diye bir millet yoktur. Bunu Stalin hıyarı çıkardı. Stalin cahil bir Gürcü'dür. Milliyetlerden anlamaz, felaket bir heriftir..."

CEHALETİN FELAKETİ

Bir tarih profesörü, tarihe damga vuran siyasi liderlerden biri için -hele de bu lider Stalin gibi Hitler faşizmine kök söktürmüş bir isimse- neden sokak ağzıyla hitap etme gereği duyar? Ve neden “hıyar” gibi argo bir tabiri kendisine ucuz bir polemik malzemesi (daha doğrusu küfür malzemesi) yapar?

Bazı insanlarda görülen ve yaşlılığın getirdiği bunama hallerinden biri olabilir mi?
Ya da popülerleşme ve hep gündemde kalma isteğinin zekrettiği doyumsuz iştah?
Halet-i ruhiyesine bakınca Ortaylı için her iki seçenek de ihtimal dışı değil. Ama onun, argoyla mix ederek piyasaya sürdüğü “Stalin, ulus ve milliyetler” konusundaki yorumları, bize başka bir ihtimali daha düşündürüyor:
Bilgi yığını içinde yüzen bir “cehalet”...

Ve o cehaletin içinde debelenip duran “felaket bir herif”.
Kestirmeden söyleyelim:
“İnsanlık tarihi sınıflı toplumlar tarihidir”
Ve ekleyelim ki; İlber hoca gibi birçok kıdemli tarihçiyi bir hayli huysuzlaştıracak tanımlardan biridir bu.
Oysa ki tarihe hangi bilgi/bilgiler ile baktığınız kadar hangi sınıf ya da sınıfların penceresinden baktığınız da önemlidir. Bu bakış açısını kaybettiğiniz an, kendinizi bir anda “sınıflar üstü” bir yorumcu olarak bulursunuz; ki o da sizi kaçınılmaz olarak egemen tarihin/resmi tarihin süslü ama dar koridorlarına hapseder. Medya ışıkları altındaki o yaldızlı koridorlarda, kendinizi bir “imparatorluk savunucusu” veyahut kapılarını sonuna kadar “pan-Türkizm”e açmış “yerli ve milli bir tarihçi” olarak konuşur halde bulmanız ise işten bile değildir. Öyle ki frene basmak için harekete geçtiğinizde çoğu zaman artık çok geç kalmışsınızdır.
Ortaylı’nın, Stalin üzerinden gündeme getirdiği “uluslar ve milliyetler sorunu”na dair sözleri de benzer bir garabeti orta yere serdi.

ULUSLAR HAPİSHANESİNDE DEVRİM

Milliyetler sorununun özünü ve “Milliyetlerden anlamayan Stalin” sözünün ne kadar kof bir söz olduğunu anlamak için üç kritik tarihe bakmak gerekir: 1789 Fransız devrimi, 1917 Rus işçi devrimi ve 8 Mayıs 1945 faşizme karşı zafer günü.

1789 Fransız Devrimi özünde bir burjuva devrimiydi ve etkisi sınırları aştı. Devrim, proleter ve emekçi sınıfların kanıyla sulanırken dümen burjuvazinin elindeydi. Devrimle birlikte yayılan milliyetçilik (ulusçuluk) akımı ise imparatorlukları parçalamış, zayıflatmış ve nihayetinde ulus devletlerin doğmasına yol açmıştı. Osmanlı da bu gelişmeden ve parçalanmadan azade değildi. Neo-Osmanlıcıların iki asır sonra bile bugün Fransız Devrimine bu denli öfke duymalarının bir nedeni de bu zaten.

Bugünün birçok tarihçisi (Ortaylı da yer yer onlara katılıyor) her ne kadar Osmanlı’da klasik bir imparatorluk yapısı olmadığını ve aslında Osmanlı tebaası altında halkların mutlu ve özgür olduğunu söylese de bu doğru değildir. Zira 1789 devrimi yaydan çıkan bir ok gibiydi ve o vakitten itibaren ezilen halklar artık yerinde duramayacaktı. Kaldı ki 1789’u bir asır boyunca takip eden ayaklanmalar ve bağımsızlık ilanları da bunun bir sonucuydu.

1917 Rus Ekim Devrimi ise özünde bir işçi devrimiydi. 20. yüzyılın hemen başında ve 1. Dünya Savaşının içinde patlak veren bu devrimin bir özelliği de emperyalizm döneminde gerçekleşmiş olmasıydı. Esaret altında bulunan halklar bu dönemde özgürlüklerine ancak işçi sınıfı öncülüğünde erişebilirlerdi. Zira burjuvazinin devrimci dönemi miadını çoktan doldurmuştu. Ekim devrimi sadece proletaryanın kurtuluşunu getirmemiş, onunla birlikte bir halklar hapishanesi olan Çarlık rejimini de parçalamıştı. Özgürleşen ulus ve topluluklar (Başlıca 17 ulus ve diğer küçük topluluklar) Sosyalist Cumhuriyetler Birliği çatısı altında toplanmıştı. Azerbaycan da bu cumhuriyetlerden biriydi. Devrimin lideri Lenin’di, Stalin de devrime komuta eden merkez heyetin içinde ezilen ulus ve topluluklara en çok kafa yoran isimdi.

Burada bir parantez de Osmanlı İmparatorluğu için açmak gerek. Zira Rus devriminin hemen öncesinde ve 1. Emperyalist Dünya Savaşının içinde Osmanlı yönetimi Alman emperyalizmi ile el ele Kafkas cephesine yürümekteydi. Sarıkamış’ta 90 bin askerin donarak ölmesi de Enver maceracılığının bir eseriydi. Ve elbette bu seferin felsefi ve edebi dayanağı “Pan-Türkizm”di. Amaç ise Adriyetik’ten Çin Seddine uzanan bir hakimiyet sahası kurmaktan ibaretti. Ekim Devriminin 100. yılında, bugün hala Bolşevizm ve Stalin düşmanlığını körüklemenin bir nedeni de yarım kalmış bu heves olsa gerek. Zira Ortaylı’nın yazılarını ve televizyon konuşmalarını takip edenler onun sosyalizm düşmanlığına sınırsız kredi açtığı zaten bilirler.

KIZIL BAYRAĞI TUTAN ELLER

Ve 9 Mayıs 1945. Stalin faşizme karşı direnişin lideri, Sovyet ordularının komutanı.
Hitler faşizmine karşı zafer gününde Reichstag (Alman parlamentosu) binasının tepesinde sallanan bir kızıl bayrak...
Peki o bayrağı tutan eller kimin?
Bir Dağıstanlının.
Adı Abdülhakim İsmailov.
Düşünün bir: birleşen, direnen ve bedel ödeyen halkların muhteşem zaferi bir Dağıstanlının ellerinde ve üstelik ulusal değil sosyalist renklerle dalgalanıyor.

Ve halkların ortak direnişiyle gelen zafer, Balkanlarda “halk demokrasili” ülkelerin önünü açıyor. Faşizm yeniliyor, bütün Avrupa rahat bir nefes alıyor.

Şimdi...
Hal bu iken...
“72 milleti” faşizme karşı ayağa kaldırmış ve dünyayı Hitler faşizminden kurtarmış devrimci bir lider için “milliyetlerden anlamaz”, “cahil bir Gürcü” diye söz etmek güneşi balçıkla sıvamaya çalışmak değilse nedir?
Ortaylı’nın sözleri, her şeyden önce 20 milyon can vererek faşizmi durduran Azerbaycanlılara, Türkmenlere, Özbeklere, Çerkeslere, Dağıstanlılara ve bilcümle Sovyet halklarına saygısızlık.

Ortaylı’nın Azerbaycanlıların aslında Türklükleri asimile edilerek yapay bir biçimde Azerileştirildikleri tezine ise girmeye bile gerek yok. Zira o konu, kargaların sıkıldıklarında kendi aralarında gülecekleri bir kahkaha konusu.

Huysuzluk, ters cevaplılık ve şakacı özellikleri Ortaylı’yı daha çok izlenir kılabilir.
Ama tarih sulu şakalara gelmez, cehalet kaldırmaz.

ÖNCEKİ HABER

Dikiş makineleri sanatla buluştu: ‘Fabrikasyon’

SONRAKİ HABER

ÖSYM yine sınavı geçemedi!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...