01 Eylül 2017 01:02

Nakış işçisi: 'Borçla yaşamıyorum' diyen yalan söylüyor

35 yaşındaki 20 yıllık nakış işçisi Zahir ile bir işçinin yaşam şartlarını ve çalışma koşullarını konuştuk.

Paylaş

Fırat TURGUT
İstanbul

35 yaşındaki Zahir 20 sene önce başlamış bu işe. “Ağabeyim nakışçıydı, onun aracılığıyla girdim işe” diyor. Giriş o giriş... 20 sene içerisinde çokça firma değiştirse de işi hep aynı, nakışçılık...

5 çocuk sahibi olan Zahir, 2013 yılına kadar, haftada bir gün izinle günde 12 saat çalıştığını anlatıyor. Hele de cumartesi gece vardiyasında çalışıyorsa sabahında eve geldiği pazar günü bile izin olmaktan çıkıyor. 12 saat çalışırken vücudunun yorgun olduğunu, çocuklarına hiçbir şekilde vakit ayıramadığını anlatıyor. Hatta verdiği şu örnek içinde bulunduğu durumu apaçık ortaya seriyor: “Gece vardiyasında çalışırken pazar gündüz eve geldim. O gün amcamın oğlunun düğünü vardı. Saat 13.00’te düğüne geçtik. O kadar gürültüye rağmen düğün salonunun ortasında uyumuşum. Ve kameralar beni çekmiş. Çünkü vücudumda güç kalmamıştı. İşte 12 saat çalışmak böyle bir şey...”

İŞ SAYISI ARTIYOR AMA ÜCRET ARTMIYOR

Zahir’in bu çalışma koşullarını daha önce de gazetemizde çeşitli şekillerde yer alan 2013’teki nakış işçilerinin eylemleri değiştiriyor: “Yaptığımız o eylemlerin sonucunda şimdi 8 saat çalışıyorum. Cumartesi gece de çalışmıyorum. Günümün önemli bir kısmını çocuklarıma ayırabiliyorum. Yıllar sonra çocuklarımı bir yere götürebiliyorum.”

Yaptığı işi şöyle anlatıyor: “Makinelerde her kafadan bir iş çıkıyor. 12 kafalı makine 12 işi aynı anda yapıyor. İşe ilk başladığımda 12 kafa makineyle çalışıyorduk. Şimdi 56 kafa makineler var. 12 kafalı makineye de 56 kafalı makineye de birer işçi bakıyor.”

Kafa sayısına bağlı olarak makinelerden çıkan iş sayısı artsa bile işçinin durumunun değişmediğini söylüyor: “Ben şu an 18 kafalı makineye bakıyorum, 56 kafalı makineye bakan arkadaşım var. Ben 8 saat çalışıyorum, arkadaşım 12 saat çalışıyor. Aldığı ücret benimkiyle aynı. Hatta ben 2 bin lira alırken o 1900 alıyor. Patron çok kazanmış oluyor.”

‘KART BORCUNU KARTLA ÖDÜYORUZ’

Şartlara bakılınca kendi durumunun arkadaşından iyi olduğunu söylüyor ancak 5 çocuk sahibi olarak 2 bin lirayı devede kulak diye tarif ediyor: “20 senedir İstanbul’da çalışıyorum hâlâ kiracıyım. Ben ilk geldiğimde 100 lira kira veriyordum. Ama 500 lira maaş alıyordum. Şu an 2 bin lira maaş alıyorum. 1100 lira ev kredisi ödüyorum. Hâlâ kiracıyım yani. Ortadaki adaleti görebiliyoruz. Maaşımın 5’te biri kiraya giderken şimdi yarısından fazlası gidiyor.”

Aldığı ücretin yarısı kiraya... Peki kalan yarısı? “300 lira mutfak masrafına gidiyor. 50 lira benim telefon faturam var. Faturalar 250 lira civarında. Geriye 300 lira kalıyor. Günlük tükettiğimiz ekmek var. Yarısı da oraya gitse, 150 lira kalıyor. Ne yapalım, bu parayla gül gibi geçinelim!”

Sadece barınmak ve hayatta kalmak için cepten çıkan para aylık 1850 lira. Hastane, eğitim, yol, çocuklara harçlık... 150 lirayla karşılanabilir mi bunlar? “Borçla yaşıyoruz” diye yanıt veriyor Zahir: “Hiçbir işçi borçsuz bir şekilde yaşayamaz. Yaşarım diyen, ya aileden varlıklıdır gerçi onlar da işçilik yapmaz ya da yalan söylüyordur. Şahıslara olmasa bile çünkü yüzümüz kalmıyor, bankalara borcumuz var. Kartla kart borcunu ödüyoruz. Bakalım o da nereye kadar gidecek bilmiyorum.”

‘İŞÇİLER İSTEDİĞİ ŞEYİ ALABİLİR, BUNU GÖRDÜM’

Çok iyi bir hayat değil, sıradan bir hayat için bile bu paranın yetersiz olduğunu söylüyor: “Devlet sağolsun her şey ücretsiz diyor ama hastaneye gidiyorsun para veriyorsun, çocuğumu okula kaydettirmem lazım. 100 lira kayıt ücreti istiyorlar. Çocuklarımı da düşündüğümde en az 4 bin lira almam gerekiyor.”

“Nereye kadar dayanacağız” diye soran Zahir bu sorunun yanıtını da kendi veriyor: “Aslında daha iyi yaşayabiliriz. Ben işçilerin birlikte hareket etmesi durumunda istediği şeyi alabileceğine inanıyorum. Mesela bizim sektörde çok yüksek kâr elde ediliyor. Bir vardiyada bir makineden elde edilen kâr en az 5 bin lira civarında. Bu 3 vardiyadan günlük 15 bin lira ediyor. Biz işyerinde 15 kişiyiz. Yevmiyemiz 60 lira civarında. Gerisi patrona kalıyor. Biz birkaç sene öncesine kadar 1100 lira maaş alıyorduk. O parayla geçinemeyeceğimizin farkına vardık. Sendika çalışmasına başladık. Sendika çoğunluğu sağladı. Patron sendikadan vazgeçirmek için işçilerin ücretine tek seferde 600 lira zam yaptı ve 8 saate düşürdü. Ya da benim şimdi 2 bin lira almam. Ne değişti de yüzde 100’e yakın zam aldık birkaç sene içerisinde? Bizim eylemlerimizdi bunun nedeni. Ben bunları gördükten sonra her şeyin olabileceğini düşünüyorum.”


ADALETİ SAĞLARSAN İŞÇİ EVİNE DE GÖTÜRÜR

Adalet Yürüyüşü’ne katılmamış ama İstanbul’da yapılan mitinge katılmış. “Çünkü ben Türkiye’de artık adaletin olmadığını düşünüyorum” diyor: “Özellikle OHAL sürecinde bu açığa çıktı. Bir sürü memur işinden edildi. Ben işçiyim hakkımı savunamıyorum, grev hakkım elimden alınmış. OHAL devam ettiği koşullarda işçi grev yapamaz. Sana bir haksızlık yapılıyor ama sen ses çıkaramıyorsun. Devlet bunu kendisi yapıyor. Şu an ben dışarı çıkıp sadece ‘Yaşasın işçiler’ desem direkt gözaltına alınırım. Ben kendimi ifade edemiyorum, haklarımı talep edemiyorum. Cumhurbaşkanı da bunu söyledi zaten. Patronlara ‘Ben OHAL ilan ettim. Hiç kimse kapınızın önünde çadır kurabiliyor mu’ diye soruyor. Her gün şu kadar milyon insanın cumhurbaşkanı olduğunu söyleyen biri bunu söylüyorsa ben bitmişim demektir. İşyerinde siyaset olmaz diye bir şey olamaz. Herkes fikrini söylemesi gerekiyor. Ben bir işçi olarak sorunlarımı kiminle konuşacağım? Siyaseti aslında bizim yapmamız gerekiyor. Başımızdakileri eleştirmemiz lazım. Ben o gün tüm bunlar için oraya gittim. Bana göre adalet en çok işçiye lazım. Sen adaleti bir işçiye sağlarsan, o işçi evine de götürür o adaleti.


‘BİZİM SEKTÖRDE HERKESTE BEL FITIĞI VAR’

Çalıştıkları süre boyunca ayakta olduklarını ve eğilerek iş yaptıklarını söylüyor Zahir. Bunun sonucunda ise istisnasız tüm işçileri bel fıtığının beklediğini anlatıyor: “Sadece 1 saat yemek yemek ve çay içmek için oturabiliyorsun. Makineler 110 santim yüksekliğinde. İş yapabilmek için eğilmemiz gerekiyor. Bir de boyun ağrıları çok oluyor.”

İş kazaları deyince ise parmaklarını gösteriyor: “Makinede çalıştığımız esnada parmaklarımızı kaptırmak çok rastlanan bir şey. 2004’te bir çocuk bu işe yeni başlıyordu. 8 tane parmağını kaptırmıştı. İğne parmağının ortasına batıyor, parçalanıyor. O parçaların normalde ameliyatla alınması gerekiyor. Patronlar iş kazası diye gözükmesin diye hastaneye göndermiyor. Bir tane kerpeten temin etmiş. İğneleri kerpetenle çıkardıklarına tanık oldum. Kadın işçilerde de saç kaptırması. Kadın işçilerle fazla çalışmadığım için öyle bir iş kazasına tanık olmadım ama duydum.”


‘ÇOCUKLARIM BİLİNÇLİ OLSUN İSTERİM’

Zahir 1 Mayıs’a da Adalet Yürüyüşü’ne de çocuğuyla katıldığını ifade ediyor. Bu eylemlere çocuklarını götürmesini şu şekilde açıklıyor: “Çocuklarım büyüyecek. Bazıları okuyup avukat, mühendis olabilir, bazıları benim gibi işçi olabilir. Benim tek istediğim her ne olursa olsun bilinçli olmaları. Ben çocuklarıma bunu aşılamaya çalışıyorum. Ne için mücadele ettiğini bileceksin. Avukat olacaksan da işçi olacaksan da işinin en iyisi olacaksın ve emeğinin karşılığını almak için mücadele edeceksin. Böyle yapmazlarsa, ileride 100 lira fazla alabilmek için sigortasız çalıştırılmayı kabul ederler.”

ÖNCEKİ HABER

Başka sendikaya üye olunca işten atıldı

SONRAKİ HABER

Asla çaresiz ve çözümsüz değiliz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...