25 Temmuz 2017 06:32

Cumhuriyet davasında 2. gün sona erdi

Dakika dakika Cumhuriyet davasının ikinci gününde yaşananlar.

Paylaş

Cumhuriyet gazetesi çalışanları 267 gün sonra mahkemeye çıkarıldı. Çalışanlar hakkındaki iddianamenin gazetenin yayın çizgisini cezalandırmaya dönük siyasi bir metin olduğu açığa çıktı. Davada ikinci duruşma bugün görülüyor.

11’i tutuklu 17 Cumhuriyet çalışanının ‘FETÖ’ ve ‘PKK/KCK’ örgütlerine üye olma iddiasıyla yargılandıkları davayı dün çok sayıda uluslararası gazeteci ve yazar örgütü temsilcisi izledi. Gazeteciler, savunmalarında iddianamedeki suçlamalara tek tek yanıt verdi.

İstanbul Adliyesi 27'nci Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmalar, cuma gününe dek devam edecek.

DAVADA KİMLER YARGILANIYOR?

Cumhuriyet gazetesi davasında, gazetenin İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, Yayın Danışmanı Kadri Gürsel, Okur Temsilcisi Güray Öz, Köşe Yazarı Hakan Kara, Kitap Eki Yayın Yönetmeni Turhan Günay, Karikatüristi Musa Kart, Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu üyeleri Önder Çelik ve Bülent Utku, Cumhuriyet Vakfı Danışma Kurulu Üyesi Avukat M. Kemal Güngör  ile Muhabiri Ahmet Şık tutuklu yargılanıyor.

Davanın tutuksuz sanıklar ise şu şekilde: Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Erinç, Cumhuriyet yazarları Aydın Engin ve Hikmet Çetinkaya, gazetenin muhasebe çalışanı Gülseli Özaltay, gazetenin eski çalışanı Bülent Yener. Gazetenin eski Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ise dosyada ‘firari sanık’ olarak bulunuyor. Ayrıca gazetenin Muhasebe Çalışanı Yusuf Emre İper ise 107 gündür tutuklu bulunuyor ve bu davaya dahil edilmedi.

DAKİKA DAKİKA GELİŞMELER

Muhabirimiz Cansu Pişkin duruşma salonundan bildiriyor. 

  • 22.25: DURUŞMANIN 2. GÜNÜ SONA ERDİ

    Duruşmanın 2. günü sona erdi. Yarın saat 13.30'da devam edecek.

    22.10

    Mustafa Kemal Güngör'ün savunması bitti, sorgusuna geçildi
  • Heyet Başkanı: Bütün sanıkların Murat İnam meselesi var. Mahkememizce kabul edilen iddianamede onun imzası yok. Masumiyet karinesi herkes için. Murat İnam halen görevde olan bir cumhuriyet savcısıdır. Eleştirileriniz tamam ama bu kadar acımasızca olmasın.

    Güngör: Yani bizim yaptığımız acımasızca ama 9 aydır tutukluyuz onunki acımasızca değil öyle mi?
  • Avukat Hasan Fehmi Demir: Bu bahsettiğiniz şahıs sıradan bir şahıs olsaydı (Murat İnam'dan bahsediyor) dediğiniz geçerli olabilirdi. Ama siz daha ilk gün savunma hakkı kutsaldır dediler. Eğer Fethullahçılıktan yargılanıyor ve sizin soruşturmanızı da imzaya sunulana kadar yürütüyorsa, bu her fırsatta dile getirmek gerekir.
    Bunun burada dile getirilmesi beni de rahatsız ediyor. İnsan olarak rahatsız ediyor. Ama cumhuriyet savcısı bundan rahatsızlık duymuyor ki Akın Atalay'ın Fethullahçı da olsa herkesin adil yargılanma hakkı olduğuna ilişkin dosyada tweeti var.
    Herkesin daha da ağrına giden, böyle bir uygulamanın, böylesi bir adaletsizliğin bu sistem içinde olması ve kendilerinin bununla karşılaşmış olması. Yoksa isim önemli değil.
  • Güngör: sulh ceza hakimliğindeki sorgumda savcı masumiyet karinesi den yararlansın ama biz de yararlanalım dedim. O yararlandı biz yararlanamadık.
  • Avukat Fikret İlkiz: Duydum masumiyet karinesini yinelediniz. İddianamede birçok AİHM kararı var. 9 Sulh Ceza Yargıcı önünde söz verdim. Her yerde her aşamada biz bunu tekrar tekrar anlatacağız. Ama bundan sonrası bakımından sorgusunu yapacağınız hiçbir sanık size İnam'dan bahsetmeyecektir. Ellerinde olsa bile bunu geçeceklerdir. Ben Murat İnam soruşturma dosyası anlamında, iddianamenin yazılması anlamında bahsedeceğim.
    Mahkeme BaşkanI: Sizi dinlemeye hazırız. Diğer sanıklar adına da...
  • Savcı: İddianame hazır olmadan 1 hafta önceye kadar soruşturmayı yürüttü dediniz.
    Güngör: 3 Nisan 2017'de bıraktı soruşturmayı iddianame de birkaç gün sonra hazırlandı
    Savcı: en azından 1 hafta demeyin
  • 21.30: MUSTAFA KEMAL GÜNGÖR SAVUNMASINI YAPIYOR

    Güngör: “Cumhuriyet Gazetesi, ben ve arkadaşlarım FETÖ, PKK, DHKP/C silahlı terör örgütlerine yardım ediyormuşuz; iddianame böyle diyor. Düşünebiliyor musunuz; yıllardır yazı ve haberleriyle bu örgütler konusunda halkı bilgilendiren, daha FETÖ olarak adlandırılmadığı dönemde Gülen Cemaatinin iç yüzünü ve karanlık emellerini ortaya koyan, bu tehlikeli yapılanma hakkında kamuoyunu aydınlatan, yetkilileri ısrarla uyaran Cumhuriyet Gazetesi şimdi bu örgütlere (hem de üçüne birden) yardım etmekle suçlanıyor.

    Ben 43 yıllık bir Cumhuriyet okuru olarak Fethullah Gülen’i 35-40 sene önce Hikmet Çetinkaya’nın yazılarından öğrendim. Öğrenmekle kalmayıp, Fethullah Gülen’in, hakkındaki yazılarla ilgili olarak Cumhuriyet Gazetesi aleyhine açtığı onlarca davada Gazete’nin ve Hikmet Çetinkaya’nın avukatlığını yaptım.

    İroniye bakınız ki, şimdi Cumhuriyet Vakfı’nın Yönetim Kurulu üyeleri olarak Hikmet Ağabey ile, yani kelimenin tam anlamıyla FETÖ’nün kitabını yazan Hikmet Çetinkaya ile birlikte FETÖ’ye yardım etmekle suçlanıyoruz. Türkiye’yi tanıyan, gazete okuyan, güncel olayları takip eden, objektif ve iyi niyetli davranan hiç kimse bu absürd iddiaya inanmaz. Bu dava hukuki değil, Cumhuriyet Gazetesi’ni susturmaya yönelik siyasi bir operasyondur. Bizler ve Cumhuriyet Gazetesi üzerinden tüm gazetecilere, tüm basına, toplumun muhalif kesimlerine gözdağı verilmektedir. İddianameye yansıyan zihniyet, bunun en somut delilidir.”
  • Güngör: “Soruşturma aşamasındaki Murat İnam’dan bahsetmek istiyorum. İddianamede onun imzası olmadığını biliyorum fakat iddianame tamamlanmadan 1 hafta önceye kadar soruşturmayı o yürüttü. Savcımıza sormak istiyorum. Var sayım olarak bir savcı PKK’ya üyelikten yargılanan bir savcı olsa ve sizi PKK üyesi olmakla suçlasa be yaparsınız? Bizi FETÖ’ye yardım etmekle suçluyor ve bizler 9 aydır tutukluyuz. Komik değil mi? FETÖ’ye üyelikle suçlanan savcı tutuksuz, görevine devam ediyor; savcının FETÖ’ye yardımla suçladığı Cumhuriyet yazar ve yöneticileri tutuklu… İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na, HSYK’ya şikâyette bulunduk. Tutuklanmamıza karar veren İstanbul 9. Sulh Ceza Hâkimliği’nde dile getirdik. Ama nafile! Soruşturmayı en başından sonuna kadar bu savcı yürüttü. Bu durum adil yargılanma hakkımızın açık ihlalidir."
  • Güngör haklarında hazırlanan iddianameyi şu şekilde tanımladı: "Somut olgulara değil, kurgulara dayalı bir torba iddianame var. Bireyselleştirilmemiş, kimin neyle suçlandığı belli olmayan, herkesin her şeyle suçlandığı, dağınık ve karışık iddianame"
  • Güngör Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu’nun usulsüz yöntemlerle ele geçirilmesi iddiasına ilişkin:
    “Vakıf Yönetim Kurulu seçimleri bu ceza davasının konusu olamaz. Esasen, Yönetim Kurulu’nun usulsüz yöntemlerle ele geçirilmesi diye bir suç tipi yoktur. Suçlama, suçta ve cezada kanunilik ilkesine aykırıdır. Yönetim Kurulu seçimleri, Vakıf Resmi Senedi’ne ve yasal mevzuata uygun değilse, bunun yaptırımı olsa olsa bir hukuk mahkemesi kararıyla seçimlerin iptal edilmesidir. Karara göre de seçim yenilenir. Dolayısıyla, Yönetim Kurulu seçimleri bu ceza davasında tartışılamaz. Savcılık, görevi olmayan bir hukuki uyuşmazlığın içine karışmış olup, Mahkeme’yi de buna bulaştırmak istemektedir. Bu asla kabul edilemez.

    Şurası açıktır ki, burada biz sanıklara yüklenen “FETÖ’ye yardım” suçunun maddi olayını oluşturan fiil, gazetede yayınlanmış bazı haber ve yazılardır. İddianame, bu haber ve yazılara başlık ve manşet olarak değinip, sanki bu fiille bir nedensellik bağı varmışçasına uzun uzadıya Vakıf Yönetim Kurulu toplantısını araştırmış, hukuk mahkemesinin alanına yetkisiz olarak el uzatmıştır. İddianamenin mantığına göre soralım: Acaba suçlamaya esas kabul edilen haber ve yazılar Gazetede hiç yayınlanmamış olsaydı bile Savcılık yine de (7) kişi yerine (6) kişiyle toplantı yapılmış, Vakıf böylece “ele geçirilmiş” diyerek sırf bu nedenle FETÖ’ye yardımdan dava mı açacaktı? Savcılık, İddianamede asıl olarak, Gazetedeki yayın içeriğiyle ilgili değildir, tersine bunu bahane yaparak Vakfın özel ve iç hukukuna müdahale etmek istemektedir. Gerçek maksat budur.”
  • Güngör yayın politikasının değiştirildiğine ilişkin iddialara şöyle yanıt verdi:
    "Gazetenin yayın politikasının değiştirilmesi Savcılığı ilgilendiren bir konu değildir. Gazete kendi yayın politikasını belirler ve Gazeteyi okurlarına sunar. Savcılık ancak yayınlanan somut haber ve yazılarda içerik olarak bir suç unsuru varsa onunla ilgilenir ve gereğini yapar. Savcılık, yayın politikasına karışamaz. “Yayın politikasının değiştirilmesi” diye bir suç tipi yoktur. Böyle bir konunun tartışma yeri mahkemeler değildir. Kaldı ki, Cumhuriyet Gazetesi’nin yayın politikası değişmemiştir. Cumhuriyet Gazetesi’nin temel yayın politikası, Cumhuriyet Vakfı Resmi Senedi’nin Başlangıç Bölümünde açıkça yazılıdır. Gazetenin yayın politikasının değiştirildiğini iddia etmek, böyle bir suçlama getirmek, abesle iştigaldir.”
  • Terör örgütlerine yardım etme suçlamalarına yönelik:
    “Bu türden toplu cezalandırma anlayışı Ortaçağ’daki Engizisyon döneminde bile olmamıştır. Kollektif sorumluluk esası yalnızca faşizm dönemlerinde uygulanmıştır. Çağdaş ceza hukukunda böyle bir sorumluluk anlayışının yeri yoktur. Cumhuriyet Gazetesinde editoryal bağımsızlık vardır. İlkesel olarak yayın yönetmeni ve yazı işleri yönetiminin editoryal tercihlerine müdahale edilmez. Vakıf ve Gazete Yönetim Kurulu üyeleri yayına karışmazlar. Bizim yayın işleriyle ilgili yetkimiz yoktur. Gazetede yayınlanan haber ve yazılar, ifade ve basın özgürlüğü, toplumun bilgilenme hakkı kapsamında yayınlanmıştır. Haber ve yazılarda suç yoktur. Anlaşılan odur ki, Gazetenin haber ve yazılardaki eleştirel gazetecilik tavrı iktidarın hedefi olmuş ve bu husus iddianameye yansıtılmıştır. Savcılık, yazı ve haberlerde bir suç unsuru görüyorsa, yasal süre içinde olmak kaydıyla, sadece ve sadece kanunda sorumlu olduğu belirtilen kişiler hakkında dava açabilir. Ceza sorumluluğunun sınırlarını keyfi biçimde genişletemez. Suç ve ceza şahsidir.”
  • Güngör, hizmet nedeniyle güvenin kötüye kullanılmasına ilişkin savunmasında şunları söyledi:
    “Belirteyim ki, Cumhuriyet Gazetesi yazar ve yöneticileri için önce terör örgütlerine yardım suçu nedeniyle ceza verilmesi isteniyordu. Daha sonra, kamuoyunda daha farklı bir algı yaratmak ve bizleri itibarsızlaştırmak maksadıyla iddianameye aslında Asliye Ceza Mahkemesinin görev alanına giren bu suçlama da ilave edildi. Cumhuriyet Vakfı Resmi Senedinde, Vakfın amacının Cumhuriyet Gazetesini yaşatmak ve desteklemek olduğu, Vakfın bu amaçla kurulduğu, Yönetim Kurulunun da bu amacı gerçekleştirmekle yükümlü olduğu yazılıdır. Resmi Senette yazılı kurucu irade doğrultusunda Vakıf taşınmazının nakde çevrilmesi, Vakfın yegâne amacı doğrultusunda Cumhuriyet Gazetesine kaynak olarak aktarılması amaca uygun bir tasarruftur.
    Bizce gazetecilik faaliyetinin öncelikli amacı kamu yararıdır. Bu nedenle, gazetecilik serbest bir ticari faaliyet olduğu kadar ve ondan da önce, demokratik bir toplum bakımından olmazsa olmaz nitelikte bir kamu hizmetidir.”
  • Güngör, Bylock’a ilişkin şu savunmayı yaptı:
    “İddianamede, 4 Bylock kullanıcısı şüpheli şahıs ve hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütünden dolayı soruşturma bulunan 1 kişiyle işyeri ve cep telefonum üzerinde iletişim kaydının bulunduğu, aleyhime delil olarak ileri sürülmüştür. Gerçekten de, ben, beni arayan kişinin ya da aradığım kişinin Bylock kullanıcısı mı, FETÖ şüphelisi mi olduğunu nereden bileyim? Bu tür iletişimlerin delil olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Kaldı ki, iletişim kurulan kişilerin FETÖ suçlaması sonucunda mahkûm edilmiş olması bile durumu değiştirmez. İddiada bulunan savcı, iletişimin neden ve nasıl delil olduğunu göstermek ve iletişimin terör örgütüne yardım etme suçu kapsamında nasıl bir yardım teşkil ettiğini açıklamak durumundadır. Aksi takdirde bu tür iletişim kayıtları delil olarak ileri sürülemez.”
  • “İddianameyi ilk okuduğumda, bana ilk olarak meşhur “kurt ile kuzu” masalını çağrıştırdı. Hani, ne olursa olsun kuzu’yu yemeye karar vermiş kurt’un, bunun için uydurduğu bahaneleri / yalanları anlatan o güzel masal. Masalcı Ezop, bu masalı yüzyıllar önce yazmış ama hâlen güncel ve çok şey anlatıyor. Büyük düşünür Montesquieu; “Bir kişiye yapılan haksızlık, tüm topluma yapılan tehdittir.” der. Bizler, dokuz aydır haksız yere özgürlüğümüzden yoksunuz. Dilerim bu haksızlığı, bu tehdidi, bu adaletsizliği artık sona erdirirsiniz. Zira, adaletin olmadığı bir ülkede, hiçbir şey yok demektir.”
  • 21.15

    Önder Çelik'in savunması bitti, Gazetenin avukatlarından Mustafa Kemal Güngör'ün savunmasına geçildi.
  • 20.05: ÖNDER ÇELİK SAVUNMASINI YAPIYOR

    Önder çelik hakkındaki iddialara ilişkin savunmasını yapıyor:
    "1. 3 BYLOCK kullanıcısı şüpheli şahıs ile ve haklarında FETÖ/PDY silahlı terör örgütünden dolayı soruşturma bulunan 2 kişiyle iletişim kaydımın bulunması,
    2. 2 Nisan 2013 tarihinde yapılan seçimde Vakıf yönetim kuruluna seçilmem,
    3. Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. yönetim kurulu üyesi olup birinci derecede imza yetkimin bulunması,
    4. 2013 yılından sonra yönetime gelen ve radikal bir yayın politikası değişikliği yapan diğer şüphelilerle ortak hareket ettiğim ve gazetenin yayın politikasından hukuken sorumlu olduğum iddilarıdır.
    Hemen ifade etmeliyim; hakkımdaki tüm suçlamaları reddediyorum.".
  • "Cumhuriyet gazetesinde 34 yıldır çalışıyorum. Cumhuriyet gazetesindeki görevim süresince matbaalar ve buna bağlı tüm teknik altyapıları kurdum ve yönettim. Cumhuriyet gazetesinin daha kaliteli baskıya ulaşmasını ve en az maliyetle üretimini sağlamak konusunda katkıda bulundum. Gazeteye kazandırdıklarım benim sorumluluğumun ve görevimin sonucudur, suçlanmamın değil."
  • "Cumhuriyet gazetesi Milli Mücadele döneminde Mustafa Kemal Atatürk'e hiç tereddütsüz destek vermiştir. Fakat rejimler ne zaman temel değerlerinden uzaklaşsa, her baskı döneminde Cumhuriyet hep hedef alınmış ve hırpalanmıştır. Cumhuriyete 12 Mart'ta, 12 Eylül'de de baskılar uygulanmış, kapatılmış ve toplatılmıştır. Birçok yazarı öldürülmüştür. Çok yakın geçmişte Ergenekonculukla suçlanmıştır. Şimdi ise FETÖ’cülükle suçlanmaktadır."
  • Önder Çelik vakıf seçimi ve ele geçirme iddiasına ilişkin şöyle konuştu:
    “İddianame ile hakkımda ileri sürülen suçlamalardan biri; 2013 yılından sonra yönetime seçilmiş olmam suç sayılmıştır.
    Vakıf yönetimine seçilmiş olmakla ele geçirmek arasında fark vardır. 2 Nisan 2013 tarihinde vefat eden vakıf üyesi Aydın Aybay’ın yerine uzun yıllar gazetede yönetici olarak çalışmam ve daha önceki yıllarda bizzat İlhan Selçuk tarafından önerilerek vakıf yönetim kurulu üyeliğinde bulunmam nedeniyle adaylık için başvuruda bulundum. Bu seçimde benim dışımda, Arif Kızılyalın, Leyla Tavşanoğlu ve Mustafa Pamukoğlu'nun da aday olduklarını seçim günü öğrendim. Sonuç olarak özetlemeye çalıştığım bu “hukuki ihtilaftan” yaratılmaya çalışılan “ele geçirme” gibi anlamsız suçlamanın ceza davasında yeri yoktur. Cumhuriyet Vakfı'nın kuruluşundan beri danışma kurulu üyesiyim, İlhan Selçuk tarafından 2002 yılında yapılan öneriyle vakıf yönetim kurulu üyeliği yaptım.
    Cumhuriyet Vakfı kimsenin tapulu malı değildir. Asıl sorumluluk, Cumhuriyet gazetesinin Vakıf senedi ve yayın ilkeleri ışığında Cumhuriyet gazetesi için yola çıkarak görev almaktır.
    Görev ve sorumluluklarım hiç kimse tarafından suçmuş gibi ileri sürülemez, reddediyorum. Bu suçlamaların hukuki dayanağı yoktur ve gerçeklere aykırıdır. Cumhuriyet Vakfı'nın yönetim kuruluna “seçilmiş” olmam; Vakfı ele geçirmek değildir.”
  • Yayın politikasından hukuken sorumlu olduğu iddiasına ilişkin şunları söyledi:
    “Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan haber ve yazılardan sorumlu olduğum iddiası ise hukuki değildir.   Bu yaklaşımın hukukumuzda yeri yoktur. Basın yoluyla işlenen suçlardan ötürü Basın Kanununda yer alan cezai sorumluluk yüklenen kişilerden değilim. Basın yayın organlarının sahipleri ve/veya yayın sorumluları başkasının eylemi nedeniyle ceza sorumluluğu altına sokulamaz. Aksi durum Anayasada yeri olan “ceza sorumluluğunun kişiselliği”  ilkesi ile bağdaşmayacaktır. Gazetede yayınlanan haberler ve köşe yazıları için Basın Kanunu düzenlemesi açık ve nettir. Ayrıca yayından sonra hangi sürede dava açılacağı da Basın Kanununda düzenlenmiştir. Süreli yayınlardan olan gazete haberleri için 4 ay içinde dava açılması gerektiğini biliyorum.”
  • Yayın politikasını değiştirme iddiasına ilişkin ise şunları söyledi:
    “Savcılığın hakkımızdaki bu iddianame ile ileri sürdüğü FETÖ/PDY ve PKK propagandası yapıldığı suçlaması kendi varsayımıdır. Bu varsayıma dayalı olarak yayın yapıldığı ve yayın politikası değişikliğine sanki delil gibi sunulmaya çalışılan Cumhuriyet gazetesi haberleri ve yazılar siyasal iktidarın hoşuna gitmeyen, kendisine aykırı olan haber ve yazılardır. İddia makamı kendince seçtiği Cumhuriyet gazetesi haberlerini istediği gibi yorumlamış“örgüte yardım ve destek” olunduğunu ileri sürerek ve niyet okumak suretiyle suçlamalar yaratmaya çalışmıştır. Cumhuriyet gazetesinde çalıştığım süre içerisinde Fethullah Gülen cemaatinin yani FETÖ’nün Türkiye için nasıl bir tehlike olduğunu herkese ve bütün dünyaya anlatmaya çalıştığımız halde herkes kulaklarını tıkadı. Üstelik “Tehlikenin Farkında mısınız?” derken ne kadar haklı olduğumuz şimdi anlaşıldı ama bizler tutukluyuz.
    İddianame; somut olarak bana yönelik özel bir delil ortaya koyamadığı gibi benimle birlikte yargılanan çalışma arkadaşlarım hakkında somut ve inandırıcı bir delilden yoksundur. Matbaalar Koordinatörüyüm. Yönetici olarak görev yaptığım Cumhuriyet Gazetesi’nde yer alan haberlerde, yazarların yazılarında ve yayınlanmasında söz ve karar sahibi olmadığım gibi herhangi bir dahlim yoktur ve zaten görevim de değildir. Gazeteyi yayınlandıktan sonra görürüm. Okuyucu olarak ilgimi çekerse okurum. Suç ve cezanın şahsiliği ilkesi gereğince bana yöneltilebilecek bir tek suçlama yoktur. Zaten, gazetecilik suç değildir ve çalışma arkadaşlarım için yayından kaynaklanan iddia soyuttur ve Savcılık yorumundan ibarettir. Muhalif bir gazetede çalışmak ve yönetici olmak suç değildir. Ama bunun siyasal iktidarlar gözünde benim açımdan bir “risk” olduğunun bilincindeyim.”
  • Gazete tirajında düşüş meydana geldiği iddiasının gerçeklere aykırı olduğunu söyleyen Çelik, “Basın İlan Kurumuna avukatımızca yapılan başvuru sonucunda kurumca verilen 6 sayfalık eklerinden oluşan cevap ve bilgiler bunu kanıtlamaktadır. İddia edildiği gibi 2008 Temmuz aylık tiraj 4.082.316 değil, 2.897.737 dir. Yani savcılıkça Temmuz 2008 tirajına 1.184.379 adet gazete eklenmiştir. Günlük satış değerlendirilmesi savcılıkça yine çarpıtılmış ve Temmuz 2008 - Temmuz 2016 aylarının karşılaştırılması yapılmıştır. Ayrıca iddianamenin her yerinde 2013 yılı sonrasında diye başlayan suçlamalar ile karşılaşmaktayım. Ama gerçek öyle değildir. Basın İlan Kurumu'nun verdiği bilgiler (tarafımıza verilen) gazete satış servisinin bilgileri ile karşılaştırıldığında örtüşmekte olup gerçeği ortaya çıkarmaktadır” dedi.
  • Çelik haklarındaki tanık ifadelere ve yazılara ilişkin de şu ifadeleri kullandı:
    “Başkalarının kişisel dünya görüşleri ve politik düşüncelerini yansıtan görüş, yorum ve düşmanlıkları üzerinden kimse için suçlama yaratılamaz. Tanık ifadelerini genel olarak değerlendirmek gerekirse; Tanık ifadelerine bakıldığında, 3 bölüme ayrılması gerektiğini düşünüyorum.
    1- Cumhuriyet gazetesinde daha önce görev almış kişiler
    2- Cumhuriyet gazetesini kendi ideolojik yayın çizgisinde görmek isteyenler
    3- Yakın zamana kadar FETÖ, başı ve örgütüyle çok yakın olup, hatta aynı masada yemek yiyecek kadar işbirliğinde olan ve 3-4 yıl önce yazıları ile kanlı örgüte methiyeler düzenleyenler.
      
    1. Grupta yer alan ifadeler arasında sadece üç beyana değineceğim
    İnan Kıraç ; ifadesinde Vakıf seçimlerindeki hukuki süreci eleştirmek ile birlikte, Cumhuriyet Gazetesi Yayınları ile ilgili olarak da kişisel dünya görüşüne bağlı eleştiride bulunmuştur. Yalnız bir konu dikkat çekici; eleştirdiği dönemde yaklaşık 20 yıldır beraber çalıştığı Genel Yayın Müdürü İbrahim Yıldız gazetesinin gazetenin yayın bölümünün başında idi.
     
    Nevzat Tüfekçioğlu ; kendi siyasi anlayışını yansıtan beyanlarına katılmak mümkün değildir. Cumhuriyet Gazetesi daima Atatürkçü laik çizgide kalmıştır. Bir diğer beyanı ise Cumhuriyeti içine düşürdükleri mali krizi itiraf anlamındadır. 100 yerine 400 personel ve 2011-2012 yıllarının ( Aslında 2008'den başlar) zararla kapatıldığından söz ederek, maliyetlerin çok yüksek olduğunu ifade ediyor.

    Alev Coşkun ; Vakıf meselesini hukuki mecrada yürütmek yerine, buradan çıkarıp, ceza soruşturmasına konu etmek amacıyla beyanlarda bulunuyor.”

    Çelik Yenigün Haber Ajansı A.Ş.’nin zarara uğratılmadığını aksine kâr ettiğini tablolarla açıkladı.
  • Çelik:
    “Savcılık tarafından iddianamede şahsıma ait “bir adet para hareketi” şüpheli görülmüş... Açıklamasını yapacağım ve ne kadar gülünç bir örnek olduğu anlaşılacaktır. 01/12/2011 tarihinde Yasemin Mutlu’ya 345.- TL para göndermişim. Para gönderdim çünkü bu para oto tamir bedeli karşılığıdır. 4 Levent İstanbul Oto Sanayi Sitesi'nde iş yeri (tamirci) olan Kadir Mutlu'nun bildirdiği hesaptır ve arabamın tamiri karşılığı istediği bedeldir. Bana verdiği hesap nosu büyük olasılıkla soyadı benzerliği dikkate alındığında yakını veya iş yeri sahibi adına açılmış bir hesap olmalıdır. Şüpheli hareketin kaynağı olarak gösterilen 2011 yılında oto tamir ücreti olarak gönderdiğim “oto tamir bedeli; hesap sahibinin bu işlem tarihinden 2 yıl önce çalıştığı işyerinin soruşturma geçirdiği için ve benim de tamirciye gönderdiğim tamir bedeli  345.-TL’lik  işlem bu nedenle şüpheli görülüyor ve ben de şüpheli para hareketin var suçlamasıyla karşılaşıyorum.
    Bu örneklerden birisidir. Gülünç iddialar beni şüpheli yapmaz ve suçlama konusu olamaz.”
  • Bylock iddialarına ilişkin; “İddianamenin 81. sayfasında adıma kayıtlı bulunan telefonların araştırılması sonucunda Bylock programı olmadığı ve kullanmadığım açıkça tespit edilmiştir.
    Bylock kullanıcısı olduğu tespit edildiği ileri sürülen 3 şüpheli, hakkında soruşturma yapılan 1 şüpheli ve şu anda tutuklu bulunan bir kişi ile irtibatta olduğum iddia edilmektedir. HTS kayıtlarına göre birinci şüpheli Cumhuriyet gazetesi muhasebe çalışanı Yusuf Emre İper ile irtibatım tespit edilmiş 14 defa benim tarafımdan aranmış 8 defa beni aramış. Emre İper, telefonunda Bylock bulunmadığı bilirkişi raporu ile tespit edilmiş olduğu halde Nisan 2017'de tutuklanmıştır. Ancak Cumhuriyet gazetesi muhasebe finans sorumlusu olan Emre İper ile irtibatlı olmak kadar doğal bir şey olamaz. Diğer dört görüşme ise tarafıma gönderilen karşılıksız mesajlardır. 215.000 civarında Bylock kullanıcısı olduğu açıklandığına göre 3 yıllık süre içerisinde farklı 4 kişiden gelen 7 adet mesaj ile benim irtibatta olduğum iddiasıyla suçlanmam mantık dışıdır.”
  • Çelik son olarak, “Muhalif bir gazetede çalışmak ve yönetici pozisyonunda bulunmanın, ülkemizde dün de bu günde risk taşıdığını bilmekteyim. Yaklaşık 9 aydır bir esaret altındayım. Niyet okuyup gazete yöneticisi tutuklamak, hoşa gitmeyen yazı ve haberleri toplayıp “örgüte yardım ve destek” gibi niyetler okuyarak suçlar çıkartılamaz” dedi.
  • 19.55

    Güray Öz'ün savunması bitti. Vakıf yönetiminden Önder Çelik savunma yapacak.
  • 19.30

    Okur temsilcisi Güray Öz'ün savunması bitti, sorgusuna geçildi.
  • Heyet Başkanı: Gazeteyle birebir irtibatı olan okurlar var. Bu davada asıl konuşulması gerekenlerden biri, kardeşim bizim bildiğimiz Cumhuriyet 'FETÖ'cü oldu mu, terör örgütlerini destekledi mi? Buradaki önemli göstergelerden biri sizsiniz? Burada okur ne diyor önemli olan bu.

    Güray Öz: Size bini aşkın okur mektubu sundum. Onun haricinde diğer iletişim kanallarından gelen mesajları da sundum size. Bazıları çıkmış demiş ki biz şöyle bir Cumhuriyet istiyoruz. Okurlar gazeteleri kendi istedikleri gibi çıksın isterler. Yazarlarımız farklı görüşlerden insanlar. Okurlarımız da öyle. Haber nesnel ve objektif olmalı. Cumhuriyet okuru kılı kırk yarar tek kelimenin yanlış yazılmasına bile karşı çıkar. Her okuyucuya benzemez. Bizim gazetede pazartesi günleri eleştiri fırtınası döner. Hangi muhabir hata yapmış önce bunlar konuşulur. Yani okurlardan gelen bilgilerin gazeteye aktarılmadığı yanlış. Cumhuriyeti fetö ile terör ile hiçbir okurumuz ilişkilendirmez inanmazlar. Bana kalırsa savcı da inanmıyor inansa delil arardı. Manşetten haberden delil mi olur?
  • Üye Hakim: Okurların rahatsız olduğu "Sigara izmaritlerini bile yere atmıyorlar" gibi haberlere yoğunluklu tepki geldi mi? Öz: Bana gelen tüm şikayetleri iletirim. Ama bu söylediğiniz yazılarla ilgili bana şikayet gelmedi.
  • Kıdemsiz Üye: Ne zamandır okur temsilciliği yapıyorsunuz?
    Öz: 2013 yılından beri
    Kıdemsiz Üye: 'Örgüt propagandası içeren fotoğraflara yer verilmez' dediniz. Şehit savcının başına dayanan savcının fotoğrafına ilişkin fonksiyonunuz oldu mu? Vakıf kurulu üyesi olarak bu tür yayınlar üzerinde etkiniz var mı?
    Öz: Bizim yazıya, redaksiyona ya da herhangi bir şeye müdahale etkimiz yoktur.
    Kıdemli Üye: Herhangi bir rahatsızlığınız var mı?
    Öz: Neden?
    Kıdemsiz Üye: Sağ elinizi titrerken gördüm de ...
    Öz: Dosyadaki raporu gördüyseniz yeterlidir.
    Kıdemsiz Üye: Belki açıklamak istersiniz tahliye için

    Hakim avukatların müdahalesiyle sustu.
  • Savcı: Cumhuriyet Vakfı yönetimi gazetenin yayınıyla ilgili müdahalede bulunmuyordu. Mustafa Balbay'a neden müdahale edildi. İdari ve mali konularda yetkili olan vakfın yönetim kurulunda siyasetçi bulunması ilkelere aykırı mı?
    Öz: Bunlar yazarların uyması gereken ilkeler. Zaten bunu kabul ederler. Aykırı olduğu için yeterli oyu alamamış. Normal demokratik bir seçim bu.
    Avukat Atilla Coşkun: Vakfın resmi senedinde vakfın ne yapacağı ve yapmayacağı açık açık yazar. O senette yönetim kurulunun yazı işlerinin işine karışamayacağını yazar. Haberde yorum olmaz yalnızca köşe yazarı yorum yapabilir. Israrla soruyorsunuz fakat senet ortada vakıfla yönetim arasında öyle bir durum yok. Gazetenin mevzuatı ve kuralları budur.
  • Akın Atalay: Savcının sorusu karşısında ek açıklama yapma gereği duydum. Sizlerden ricam dosyada resmi senet var. O resmi senedin geçici 1. maddesini okumanız. Kurucu 3 üyenin dışında diğer 9 üye 2 yılda bir seçime tabidir. Sayın savcının 'onlar değişmezdi nasıl seçmediniz, ölünceye kadar kalacaktı' gibi sorması doğru değil. Balbay'ı niye seçmediniz sorusu biraz tuhaf. 20 adayı olan bir yerde 12 kişi seçilecekse 8 kişi seçilmeyecektir
    Savcı: Kaç yıldır vakıf kurulu üyesisiniz
    Akın Atalay: 10 yıldır. O elenenler 20 yıldır yönetimdeydiler benim onlara yetişmem için daha çok zaman var Avukat Fikret İlkiz: müvekkillerimiz hastalıklarına dair talepte bulunmak istemiyor. Ne savcı ne mahkeme önünde hastayız demedik. Tepkisi 'neden sordunuz' demesi de bu yüzdendir yanlış anlaşılmasın.
  • 19.00: GÜRAY ÖZ SAVUNMASINI YAPIYOR

    Güray Öz: Ben darbecilerden hiç hazzetmem 12 Mart'ta da 12 Eylül'de de darbelerden hiç hoşlanmadım. Bu nedenle tarafıma yöneltilen suçlamaları reddediyorum. Öz, İddianamede kendisine yöneltilen suçlamaları sıradı: - Başta FETÖ olmak üzere terör örgütleri ile ilişki. - Vakıf Yönetim Kuruluna seçilerek İnan Kıraç, Nevzat Tüfekçioğlu ve Şükran Soner'in tasfiye edilmesi eylemine katılmak. - Yine Vakıf Yönetim Kurulu üyesi olarak gazetenin yayın politikasının değiştirilmesine katılmak. - Cumhuriyet okurlarının, CUMOK’ların şikayetlerini dilek ve isteklerini yönetime aktarmamak. - Vakıf Yönetim Kurulu üyesi olarak vakıftan borca batık şirkete karşılıksız borç verilmesi kararına iştirak etmek. - FETÖ'den hakkında soruşturma bulunan bir kişiyi telefonla aramak, BYLOCK kullanan bir FETÖ'cü ile telefon ile iletişim kurmak. Kendisine yöneltilen suçlamaları tek tek yanıtlayan Öz, "Laik, demokratik bir Cumhuriyet için çaba gösteren gazetecilik ilkelerine ömrü boyunca sadık kalmış bir gazeteci olarak şeriatçı, darbeci terör yöntemlerini benimseyen örgütleri desteklediğim, “üye olmamakla birlikte örgüte bilerek isteyerek yardım ettiğim” iddiasını şiddetle reddediyorum. Soruşturmayı açan yürüten savcının FETÖ ile ilişkili bir davadan yargılanıyor olmasını da iddianın mesnetsizliğinin önemli bir kanıtı sayıyorum. Hiçbir zaman bir terör örgütüne üye olmadım, herhangi bir terör örgütüne yardım olarak sayılabilecek bir eylem içine girmedim. İddianamede terör örgütleri ile ilişkili olduğuma dair tek bir somut kanıt bulunmamaktadır. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Uluslararası Haber Ombudsmanları Birliği, Avrupa Türk Gazeteciler Birliği ve Pen Türkiye üyesiyim"
  • "Savcının suçlamaları hukuki temelden yoksundur. Hemen söylemem gerekir ki suçlamalarda yasaların suçlamaların kişilerle bağlantısının kurulması ilkesi ihlal edilmiş, suçlamaların birtakım emarelere değil somut kanıtlara delillere dayanması gerektiği ilkesi göz ardı edilmiştir. Oysa somut delil zorunluluğu daha gözaltı aşamasında şart koşulmakta, Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 91. maddesinde bu konunun altı çizilmektedir. Gözaltılarla ilgili olarak yasa koyucu daha önce var olan “emarelere” terimini maddeden çıkarmış, “gözaltına alınma kişinin bir suç işlediği şüphesini gösteren somut delillerin varlığına bağlıdır” demiştir. Ama her şeyden önce Anayasa'nın 38'inci maddesinde açık ve net bir şekilde “ceza sorumluluğu şahsidir” denildiğini hatırlıyorum. Türk Ceza Kanununun 20. maddesinde de “ceza sorumluluğu şahsidir” denilerek bu temel ilke açıkça belirtilmiştir. Ayrıca izleyen 21. madde de “suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır” denilerek, savcının sık sık kullandığı “bilerek isteyerek” klişesinin delillendirilmesi iddianamenin hiçbir satırında gerçekleştirilmemiştir."
  • "Savcılar, Vakıf yönetim kurulu üyelerinin yayınlardan sorumlu olduğunu iddia ediyorlar. Savcıların bu iddiasının tersine gazetenin sahibi konumundaki vakfın -ki bu gazetenin künyesinde açıkça belirtilmiştir- sorumluluğu bulunmamaktadır. Savcılar, Anayasanın 38. maddesini ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 6. ve 7. maddeleri ile ilgili “sahiplerin sorumluluğunu ortadan kaldıran 5932 sayılı iptal kararını” görmezden gelmeyi tercih etmişlerdir. Bu durum ayrıca Basın Kanununda da belirtilmiştir. Ayrıca vakıf yönetim kurulu üyelerinin haberlerden ve manşetlerden sorumlu olduğunu iddia eden savcılar, yayınlara müdahalenin fiziki imkansızlığını da dikkate almamışlardır. Sanıyorlar ki vakıf yönetim kurulu üyeleri her akşam gazete basılmadan önce yayını gözden geçirecekler, şu olsun bu olmasın öyle olsun böyle olmasın diyebilecekler. Fiziki imkansızlığın iddia edilen suçun oluşmasının önünde temel bir engel olduğu, olmayan hukuki sorumluluk iddiasını tümüyle boşa çıkardığı hiç dikkate alınmamıştır. Hiç kuşkusuz vakfın bir sorumluluğu var. Bu sorumluluk Genel Yayın Yönetmenini yayını gerçekleştiren şirkete önererek, vakıf senedinin başındaki ilkeleri ve yayın ilkelerini göz önünde tutarak ve hatırlatarak yerine getiriliyor. Yoksa günlük yayının denetlenmesi şeklinde bir sorumluluk söz konusu değildir ve olamaz."
  • "Bir diğeri vakıf yönetim kurulu üyelerinin tasfiye edildiği iddiasıdır. Vakıf yönetim kurulu üyeleri İnan Kıraç ve Nevzat Tüfekçioğlu ifadelerinden de anlaşılacağı gibi18.02.2014 tarihinde yönetim kurulu üyeliklerinden istifa etmişlerdir. Zamanında yönetim kurulu üyesi Şükran Soner de aday olmayacağını açıklamıştır. Peki ben vakıf yönetim kurulu seçilmemden önce, yönetimden istifa ederek ayrılan kişileri nasıl tasfiye etmiş, olmayan böyle bir eyleme katılmış olabilirim? Bu seçimden önce yönetimden istifa ederek ayrılan kişileri “tasfiye etmek” eylemine katılmış olabilir miyim? Henüz üyesi olmadığım bir kuruldan söz ediliyor; ikincisi ise ortada bir tasfiyenin değil istifanın söz konusu olmasıdır. Bu iddia benim açımdan üzerinde durulmaya değer bir iddia değildir."
  • "2013 yılından sonra yönetime gelen vakıf yönetim kurulu üyelerinin radikal bir yayın değişikliği ile FETÖ, PKK, DHKP-C eylemlerini meşru göstermeye yönelik yayın yapmak ve böylece örgüt üyesi olmamakla birlikte terör örgütüne yardım etmek suçunu işledikleri, benim de 2014 yılında vakıf yönetim kuruluna seçilerek suça katıldığım iddia ediliyor. Üzerinde durulması gereken bir diğer temel iddia yayın politikasının değiştirilip değiştirilmediği iddiasıdır. Savcıların bir yayın politikası değişikliğinden söz etmeleri, bu davanın konusunun yazı, haber, makale kısaca gazetelik olduğunun somut kanıtıdır. Zaten konu gazetecilik olduğu için de savcılar delil diye, kanıt diye yalnızca haberlerden yazılardan manşetlerden söz etmektedirler. Savcı iddiasını yasada öngörülen yöntemlere göre seçilmemiş, konu ile ilgili uzmanlığı bulunmayan bilirkişinin, daha doğrusu bilmez kişinin afaki, haber ve yazılarda, manşetlerde görmek istediklerini gören, niyet okuyan yorumlarına dayandırıyor. Savcı, bilirkişi dışında kimi kişilerin yazı ve haberlerle ilgili subjektif yorumlarını da delil sayıyor. Bu kişilerin bir kısmı gazete ile olan hasmane ilişkileri nedeniyle objektif, nesnel olamıyorlar. Diğer bir kısmı ise yazılardaki görüşleri beğenmediklerini ifade edenlerdir. Ama Cumhuriyet’e yönelik tutuklama operasyonunu da onaylamıyorlar. Bir diğer kategori ise ömürlerinin önemli bir bölümünü FETÖ’ye hizmetle geçirmiş kişilerdir. Onların ifadelerinin iddianamede kanıt olarak sunulması tuhaftan da ötedir. Gazeteler zaman zaman yayın politikalarını değiştirebilirler. Bunun Türk Ceza Kanunu ile cezalandırılması gereken bir suç olarak görülemeyeceği kanısındayım. Bu türden değişiklikler basın yayın ahlakı ve gazetecilik etiği ile bağdaşmayabilir. Gazeteler kimi zaman “zamanın ruhuna” kapılabiliyor; iktidarlar değiştikçe ağır basan politikalar zorladıkça ya da gazete sahipleri değiştikçe yayın politikalarını terk edebiliyor, kendilerine yeni bir rota çizebiliyorlar. Kuşkusuz bu durum etik olarak hoş karşılanabilir bir durum değildir."
  • "Yayın politikalarını zamanın ruhuna göre ayarlayanlar, yayın politikalarını yeniden ayarladılar. Kimi zaman tetikçiliğe kadar varan örnekler yaşandı. FETÖ’ye yöneltilmesi gereken iddialar sulandırılmaya çalışıldı. Cumhuriyet gazetesinin ise bu konuda alnı aktır. Öncesinde de sonrasında da gazete bir meczubun peşinden gidenleri uyarmış, takiyeye dikkat çekmiş, yayın politikasındaki tutarlılığı korumuştur. Bu nedenle Ergenekon davalarında baş yazarı ve yazarları sanık yapılmıştır. Buna rağmen ilkeli, tutarlı yayın politikası hiçbir değişikliğe uğramadan sürmüştür. Bu nedenle ne kadar çaba gösterilirse gösterilsin gazete herhangi bir terör örgütü ile ilişkilendirilmeyecek, bu türden iddialar kanıtlanamayacak, olmayan işler olmuş gibi gösterilemeyecektir."
  • "Cumhuriyet gazetesi baştan beri izlediği bu yayın çizgisini tam da yayın politikasının değiştiğinin iddia edildiği tarihlerde yayın ilkelerini yayımlayarak, anı belgeleyerek ortaya koymuştur. Bu belge dört kişilik bir komisyon tarafından hazırlandı. Komisyonun üyeleri Güray Öz, Hakan Kara, Tora Pekin ve bu davada savcıların kimi sözleri kanıt gibi gösterilmeye çalışılan kendisinin böyle bir tanıklığı reddettiğini söyleyen Mustafa Balbay’dır. Hazırlanan belge Yayın Kurulu üyelerinin (Ali Sirmen, Prof. Dr. Emre Kongar, Şükran Soner) onayına sunulmuş, daha sonra Vakıf Yönetim kurulunca kabul edilip yayımlanmıştır."
  • Öz, Vakıf yönetim kurulunca kabul edilip yayımlanan ilkeleri okuyor.
  • "Cumhuriyet okuru gazetesi ile çok yakından ilgili bir okurdur. Bunu da bana gelen yüzlerce iletiden, telefon iletişiminden ve mektuplardan biliyorum. Okur ilgili ve aktiftir ve bu aktivite öyle az sayıda okurla sınırlı değildir. Tüm Cumhuriyet okurları CUMOK’ tur. Bunun dışında hiyerarşik bir örgütlenmesi olan, MYK’sı olan, kapıları kapalı bir teşkilat bilmiyorum. Kısacası birileri çıkıp biz Cumhuriyet okurlarını temsil ediyoruz iddiası ile ortaya çıkamaz, çıksa da ciddiye alınamaz. Bu kendine koordinatör adını takmış kerameti kendinden menkul kişinin ve söz konusu bildiriyi onayladıklarını söylediği 330 kişinin gazeteden talepleri hiç kuşkusuz ciddiye alınabilecek istekler değildi. Şu yazar atılsın, bu yazar öyle yazmasın, öteki yazar kınansın türünden istekler, hiçbir zaman hiçbir yerde kabul edilemez."
  • "Bu kerameti kendinden menkul koordinatörün protestoları sonucu gazetenin satışının düştüğü iddiası da savcının yoğun çabasına karşın gerçekleri yansıtmıyor. Gazetelerin satışları değişik nedenlerden azalabilir ya da artabilir. Cumhuriyet söz konusu olduğunda 2009 öncesi rakamlardan bir düşüş görülmesinin çok somut nedenleri var. Başlıcaları kamu kurumlarının Cumhuriyet alımından vazgeçmeleri, örneğin THY’de alımların durdurulması, bayilere baskı yapılması vd. nedenlerdir. Ayrıca sosyal medyanın önlenemez etkisi, kimi internet sitelerinin izin bile almadan gazeteyi neredeyse birebir aktarmaları da önemli bir etkendir. Ama buna rağmen gazetenin satış 50.000 bandının altına düşmemiştir. Koordinatör sıfatlı kişinin iddiaları ise hepten gülünçtür."
  • "Bir diğer suçlama görevi kötüye kullanma vakfı zarara uğratma iddiasıdır. İddia şöyledir: Vakıf Yönetim kurulu kararı alınmadan borca batık şirkete karşılıksız olarak borç verme işlemi ve Vakıf kaynaklarının bedelsiz olarak kullandırılması.” Bu iddia öncelikle benim kısıtlı bilgimin bile isyan ettiği bir oksimoron içeriyor. Türk hukukunda ve sanırım hiçbir ülkenin hukuk sisteminde “karşılıksız borç verme” diye bir tanımlama yoktur. Borç veriyorsanız alan kişi - kurum genellikle faiziyle birlikte geri ödemeyi kabul eder. Tersi bağış olur, hibe olur. İkinci itirazım ya da anlamadığım “borca batık şirket” meselesidir. Burada söz edilen Yeni gün A.Ş. hala yaşadığına, iflas etmediğine ve gazeteyi çıkarmaya, personelin ücretlerini ödemeye devam ettiğine göre bu tanımlamada da bir tuhaflık var."
  • "Ve son olarak benim bir BYLOCK’çu ile ve hakkında FETÖ’den soruşturma yürütülen bir kişiyle iletişim kurduğum iddiasına geliyoruz. Kısa ve öz söylemek istiyorum. bir BYLOCK kullanıcısına telefon etmedim. Sözü edilen kayıt telefon numarasının benden önceki kullanıcısına aittir. 2015 yılından sonra abone olduğum numaranın eski sahibinin iletişimidir. Benimle hiçbir ilgisi yoktur" diyen Öz abonelik belgesini sundu.
  • "Hakkında FETÖ’den soruşturma yapılan bir kişiyle iletişim kurduğum iddiası da biraz ya da belki birazdan fazla komiktir. İletişim kurduğum iddia edilen kişi Çankaya'da bir pidecidir, ben arada bir pide ısmarladığım pidecinin hakkında soruşturma yürütülen bir kişi olduğunu bilme şansına nasıl sahip olayım ki... Arada bir, en son da doğum günümde bir pide ısmarlamışız. Yine son edindiğim bilgi ise söz konusu kişinin FETÖ’den değil başka bir olay nedeniyle soruşturulduğunu ve olay hakkında takipsizlik kararı verildiğini gösteriyor. Demek ki savcının iddialarının en başına yazdığı bu iddia da boş çıkmış durumdadır."
  • "Savcıların hakkımdaki iddialarını tek tek ele almaya gayret ettim. Hiçbir delile, kanıta rastlamadım. Tüm iddiaları savcının severek kullandığını hissettiğim ifadeyle bir kül olarak reddediyorum. Tahliye edilmemi ve beraatimi talep ediyorum."
  • Öz, konuşmasını Hürriyet gazetesi ombusdmanı Faruk Bildirici'nin yazdığı yazıyla noktaladı. Bildirici yazısında, "anlaşılan okur temsilcisinin savcılar artık gazetecilerin nasıl yapılması gerektiğine karar veriyor ve yargılıyor" ifadesini okuyan Öz, "Ama gazetecilik yargılanamaz, mahkum edilemez, insanların özgürlüğüne ket vuralamaz. Bugün başarılı olsa bile yarına kalmaz" dedi.
  • 18.55

    Ara sonrası duruşmaya Cumhuriyet Vakfı yöneticilerinden Güray Tekin Öz'ün savunmasıyla devam ediliyor.
  • 17.55: YARIM SAAT ARA VERİLDİ

    Avukat Ayhan Erdoğan: Yeterli şüphe üzerinden operasyon emri veriyor, operasyonlarla birlikte denetlenmeden kuvvetli şüpheyle tutukluyorsunuz. Bu iddianame kastla hazırlanmıştır. Yayın politikaları dava konusu edilemez ve bu soru da sorulamaz. Avukat Ayhan Erdoğan'ın konuşmasının ardından yarım saat ara verdi
  • 17.30

    Bülent Utku'nun savunması bitti, sorgusuna geçildi.
    Heyet başkanı: Vakfın genel yayın yönetmeni seçiminde etkinliği yetkinliği nedir? Sizin buna etkiniz ne ölçüde olmuştur?
    Bülent Utku: Genel yayın yönetmenini vakıf yönetimi seçer gerektiğinde de yönetimden alır.
    Heyet başkanı: Size yöneltilen suçlamaya dönük manşetlerin oluşturulmasında fiili etkiniz olmuş mudur?
    Bülent Utku: Bu sorunuz basın yasasını, ceza usul yasasına, anayasayı ihlal eden bir sorudur.
    Savcı: yargılama konusu olay ve iddialar bir kenara bırakılıp soruşturma savcısı, iddianame savcısı, duruşma savcısı gündeme getirildi. Esasa ilişkin savunma göremedim. Sizin de söylediğiniz gibi basın savcısı olduğum dönemden bu yana tanışıyoruz. Siz de biliyorsunuz Cumhuriyetle ilgili çok sayıda şikayet geliyordu. Resen açtığım soruşturmalar da oldu. Bunu inkar edemezsiniz. Burada sanki siz değil savcılar yargılanıyor. Vermiş olduğumuz binlerce karar içinde bir karar çıkarıp mahkemede delil olarak sunuyorsunuz. Her cumhuriyet savcısı gibi bizim de bağımsız hukuk kararı verdiğimizi düşünüyorum. Bu şekilde yargılamayı farklı mecralara götürmek istemiyorum. Diğer savcıların da görevini yaptıklarını düşünüyorum.
    Bülent Utku: Savcı beyin suçlamalara cevap vermediğimiz yönündeki görüşleri gerçek değil
  • 17.15

    Bülent Utku: Bu operasyonu düzenleyenlerin ne hukuk birikim ve pratikleri ne de yaşam pratikleri beni darbecilikle, darbecilere yardım etmekle suçlamaya elvermez. Buna kişisel hukuk ve yaşam pratiğim engeldir. 12 Eylül darbecilerine karşı ilk çıkış olan Aziz Nesin’in öncülüğünde hazırlanan Aydınlar Dilekçesi’ne bakarsanız imzamı görürsünüz. Bundan yıllar sonra, 27 Nisan Muhtırası’na karşı düzenlenen bildiriye baktığınızda da öyle. Yaşamım darbeye, darbecilere karşı mücadele ile doludur. Gerek avukat olarak gerek kişi olarak bu böyledir. Bundan sonra da böyle olacaktır. Darbecilik kimden gelirse gelsin, kime karşı olursa olsun durum değişmez. Çünkü önemli ve gerekli olan demokrasidir, hukuk devletidir, insan haklarıdır. Demokrasi, insan hakları, hukuk devleti mücadelesinin karşısında yer alanlar ümitlenip boşuna heveslenmesinler. Cumhuriyet Gazetesinden bir örgüt çıkaramazsınız. Örgüt arıyorsanız dosyaya bakın, orada rahatlıkla bulabilirsiniz. Yasaya-hukuka aykırı uygulamalarla Cumhuriyet gazetesinin FETÖ ile PKK ile DHKP/C ile irtibatını kuramazsınız. Kimse hukukla inatlaşmasın. Çünkü onun inadıyla baş edemezsiniz. Çünkü yüzyılların birikimiyle yerleşmiştir, kökleşmiştir. Önünde sonunda yener sizi. Hukuk inatçıdır. Hesap sorar.
  • 17.15

    Bülent Utku Gülen'i eleştirdikleri için açılan davalardan örnekler verdi: Bir şikâyet söz konusu değil. Savcılık re’sen dava açıyor. Sanık ise şimdi huzurda bulunan Güray Tekin Öz. Haberin, Cumhuriyet Gazetesinde yayınladığı, 07/10/2009 tarihinde sorumlu yazıişleri müdürüdür. Odatv’den alıntılayarak yaptığı haberle terörle mücadelede görev almış kişileri hedef göstermekle suçlanmaktadır. Haberin başlığı, “Suçlayanlarla yargılayanlar bir arada-Ergenekon buluşması” şeklindedir. Bakın, aynı masada bulunanlardan ilgi çeken isimler hangileri: Zekeriya Öz, Mehmet Ali Pekgüzel, Resul Çakır, Fikret Seçen, Hasan Hüseyin Özese, İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer, Terörle Mücadeleden Sorumlu Müdür Yardımcısı Tufan Ergüder. Haber, bu yemekli toplantıyı, yargı etiği ilkelerine aykırı olduğu için eleştirmektedir. Güray Öz’ün müdafii olarak katıldığım bu davada o tarihlerde yürürlüğe giren 6352 sayılı Yasanın geçici 1/b maddesi uyarınca kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmiştir. Yemeği düzenleyen kim? İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Dairesi. Bu yemeği teşhir eden kim? Cumhuriyet Gazetesi ve Güray Tekin Öz. Şimdiki suçlama ne? Cumhuriyet Gazetesi ve Güray Tekin Öz ve ben FETÖ’ye yardım ediyoruz. Kimse buna inanmaz.
  • 17.12

    Bülent Utku: Savcı bana, Fethullah Gülen’in kitaplarını okuyup okumadığımı, haberlerini takip edip etmediğimi sordu. Fethullah Gülen’in sosyal medyada, televizyonlarda, ne dediği anlaşılamayan, salya sümük ağlayan hallerini gördüm. Kitaplarını okumadım. Okusaydım da beni kandıramazdı kimileri gibi. Çünkü genelde kanmak isteyen, kanmaya açık olanlar kandırılır. Fethullah Gülen’in kitaplarını okumadım ama Cumhuriyet gazetesine, Cumhuriyet gazetesi yazarlarına açtığı çok sayıda davasının, şikâyetinin dilekçelerini, açılan davaların iddianamelerini okudum.
  • 17.05

    Bülent Utku: İddianamenin 9. sayfasında, gazetenin terör örgütlerinin savunucusu ve kollayıcısı olduğu ileri sürülürken, aynı sayfada FETÖ’nün manipülasyon amaçları için Cumhuriyet Gazetesini seçtiği söyleniyor. 11. sayfada “Terör örgütlerinin amaçlarına alet olacak şekilde yayın yaptıkları tespit edilmiştir” deniyor. Terör örgütlerinin savunucusu ve kollayıcısı olmak ile terör örgütlerinin amaçlarına alet olmak, Türk Ceza Kanunu’nda karşılığı çok farklı olan fiilleri tanımlar. Yine terör örgütleri tarafından manipülasyon amacıyla seçilmek de bambaşka bir durumun varlığına işaret eder.Bunların bir arada ileri sürülmesi bir çelişkinin ve tespitte, suçlamada bir kararsızlık yaşandığının varlığına işaret eder.Aslında soruşturmanın başından beri neyle, nasıl suçlanacağımız konusunda büyük tereddütler yaşandığı ortada. Ceza Kanunu’nda örgüt adına faaliyet göstermek diye bir suç yoktur. Bu, faaliyette bulunmak şeklinde adlandırma isnat edilecek fiilin genişletilmesi, bollaştırılması, suçlamada kolaylık sağlanması için kasıtlı olarak seçilmiştir. Maddenin bu şekilde kıyas yapılarak uygulanmasının kabulü mümkün değildir.
  • 16.42

    Bülent Utku: Bylock kullanıcısı olan ve FETÖ davalarında şüpheli konumunda olan kişilerden birçoğuyla kurduğum irtibatın nasılını ve nedenini belgeleriyle açıklayabilecek durumdayım. Ancak bu yola girmeyeceğim. Çünkü ceza yargılamasındaki temel kural iddiayı ileri sürenin ispat etmesidir. Telefonla aranmak, bir kişinin iradesine bağlı değildir. Kişi iradesinden bağımsız olarak herkes tarafından aranabilir. Arayan kişinin statüsünün önceden bilinmesine olanak yoktur. Telefonla aranan kişi, arayan kişinin FETÖ şüphelisi olduğunu veya bylock kullanıcısı olduğunu bilemez. Bu durum aradığımız kişi için de geçerlidir. Aradığımız kişinin de bylock kullanıcısı olup olmadığı, FETÖ davasında şüpheli olup olmadığı bilinemez. Bu tür iletişimlerin delil olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Ben artık tutuklu bir FETÖ sanığıyım. Tutuklanmadan önce çiğ köfte siparişi vermek için aradığım esnafı, meyve siparişi verdiğim manavı, balıkçıyı, üstelik sık sık aradım diye FETÖ şüphelisi olma korkusu ile karşı karşıya bırakmaya hiç kimsenin hakkı yoktur.
  • 16.39

    Bülent Utku iddianamede ifadelerine başvurulan tanıklara ilişkin de konuştu: Kimileri yaşamı boyunca Cumhuriyet Gazetesi ile kavga etmiş, görüş olarak tam karşı cephede yer almış kişiler. Kimileri ise Cumhuriyet Gazetesi ve yöneticileriyle mücadele içine girmiş, çıkar uyuşmazlıkları yaşamış kişiler. Bu 17 kişinin ifadelerinin göze çarpan tek ve en önemli özelliği, kişisel yorumlardan ibaret olması. Hiçbir ifadede bu özellik yoktur. Bu nedenle de hiç birinin suçlamaya dayanak yapılan fiili destekler bir yanı olduğu söylenemez. Ama en önemlisi, bu kişilerin beyan ve yorumlarının tam tersini söyleyebilecek binlerce kişinin olduğudur.
  • 16.36

    Bülent Utku: 2. klasörde ise, Can Dündar’ın genel yayın yönetmenliğine atanmasına ilişkin, Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulunun 2015/2 sayılı ve 09/02/2015 tarihli yönetim kurulu kararı mevcut. Bu atama kararında Mustafa Balbay’ın imzası var. Savcı sanırım gazeteyi terör örgütlerinin amacına hizmet eden genel yayın yönetmenini seçen kişi ile gazeteyi Fetö’cülük ve Kürtçülükle suçlayan kişinin Mustafa Balbay olduğunu atlamış, unutmuş olmalı ki böyle bu tweeti delil olarak kabul edebilmiş, ileri sürebilmiş. Mustafa Balbay, 2 Haziran 2017 Cuma günü Silivri Cezaevinde beni ziyarete geldi, “Seninle görüşmeyeceğim” diyerek geri döndüm. Evet, Mustafa Balbay, 2 Haziran 2017 günü Silivri Cezaevinde beni,yani FETÖ/PKK ile ilişkilendirdiği kişiyi ziyarete geldi. İddianamede tweeti delil kabul edilen kişi budur; kabul edenler de işte bu savcılar.
  • 16.31

    Bülent Utku: Bozuk saat bile günde en az iki kez doğruyu gösterir, derler. İddianame de 102. sayfada doğruyu göstermiş ama bir kez. O da yarım. İddianamenin 102. sayfasında: “Cumhuriyet Vakfıyla ilgili bir kısım işlemler hukuki ihtilaf niteliğinde olup konumuz dışında kalmakla birlikte…” denerek, iddianamedeki yarım doğru açıklanmış. İddianamenin “Yayın Politikası Değişimi ile Bağlantılı Diğer Göstergeler” başlıklı ve 168-225. sayfalar arasında yer alan 57 sayfadan ibaret bölümüne verilecek tek cevabın, “Sana Ne!” olduğunu düşünüyorum. Gazetenin yayın politikasının değişip değişmemesi savcıları değil, okuyucuları ilgilendiren bir husustur."
  • 15.57

    Bülent Utku ifadesini alan savcıyı eleştiriyor: Savcılık tutanağında 4. sayfada bana, “Yönetim Kurulu üyeliğini yaptığınız Yenigün Haber Ajansı ve Yayıncılık A.Ş.” şeklinde başlayan sözcüklerle soru yöneltiyor. 5. sayfada beni yine Yenigün A.Ş.’nin Yönetim Kurulu Üyesi olarak görmüş. 6-7-8-10. sayfalar da öyle. Bir sonra gelen 11. sayfada beni, Yenigün A.Ş. başkanlığına terfi ettirerek sorusunu bu şekilde yöneltiyor. Ben, Yenigün A.Ş.’nin Yönetim Kurulu Başkanıymışım. Bu sayfada iki yerde sorusuna,“Yönetim Kurulu Başkanlığını yaptığınız Yenigün Haber Ajansı ve Yayıncılık A.Ş.” diye başlıyor. 12. sayfada başkanlığımı devam ettiriyor. 13.sayfada ise başkanlık makamından düşürerek, beni tekrar Yenigün A.Ş.’nin Yönetim Kurulu Üyesi olarak görüyor. 14. sayfada yine Yenigün A.Ş.’nin Yönetim Kurulu Üyesiyim. 16. sayfa ise daha çarpıcı. Savcının satır aralığı vermeden sorduğu 1. soruda Yenigün A.Ş.’nin başkanıyım,. 2. soruda yönetim kurulu üyesi. 17. sayfada sadece Yenigün A.Ş.’nin yönetim kurulu başkanıyım. 19. sayfada tekrar, sadece Yenigün A.Ş.’nin yönetim kurulu üyesi. 21. sayfada Yenigün A.Ş.’nin yönetim kurulu üyesiyim. 22. sayfada tekrar, Yenigün A.Ş.’nin başkanı. Ve nihayet savcı, 23. sayfada doğruyu bulup peş peşe bana Cumhuriyet Vakfının Yönetim Kurulu Üyesi olduğum için soru soruyor. Savcı doğruyu buldu derken daha ileri gidiyor. 31. sayfada bana Cumhuriyet Vakfının Yönetim Kurulu Başkanı olduğumu söyleyerek soru soruyor. Ama yine 31. sayfada 8-10 satır aşağıda beni tekrar Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu Üyeliğine indiriyor. 34. sayfada her şeyi unutup sil baştan, beni tekrar Yenigün A.Ş.’ne yönetim kurulu başkanı yapıp bu sıfatım nedeniyle soru soruyor. Özgür Metin ne yaptığının, ne sorduğunun farkında mı sizce? Operasyonu düzenlemesini bilenler,aslında hala en başta kendilerine düşen görevleri yerine getirmemiş durumdalar. İddianamenin 25. sayfasında “ŞÜPHELİLERİN GÖREVLERİ” başlığı altında sanıkların görevleri sıralanmış. Benim görevim bu kez doğru yazılmış. Ancak diğer bir kısım sanıklarınki hala yanlış. İşte Heyetinizin kabul ettiği iddianame daha sanıkların görevlerinin ne olduğunu dahi doğru yazamamış bir iddianamedir. İddianamenin üzerinde yükseldiği hukuksuzluklar sadece bundan ibaret değil."
  • 15.57

    Bülent Utku’nun savunması sırasında savcı söz aldı: 5 dakikadır iddianameyle alakasız konuşuluyor. Bülent Utku: Savcı bey savunmamda 'allahın sopası’ başlıklı bölüm var. Sizle ilgili. Biz nasıl FETÖ'nün ipliğini pazara çıkardıysak, siz de Fetullah Gülen'i nasıl koruyorsunuz onu anlatacağım"
  • 15.53

    Bülent Utku savunma yapmaya devam ediyor: İfademin alınması sırasında Vakıf yöneticisi olup olmadığım konusunda bir tereddüt olduğuna tanık oldum. Oysa Vakıflar Genel Müdürlüğündeki ve Ticaret Sicilindeki belgeler tek başına konumumu hem de kolayca ortaya koymaya yeterlidir. Benim ifadem savcı Özgür Metin tarafından alındı. Bir savcıdan en başta beklenen, şüpheliye sorduğu soruların farkında olması olduğu sanırım tartışmasızdır. 04/11/2016 tarihli ifade tutanağına bakanlar ister üzülür, ister güler, ister ağlar. Tabi ister hukuk adına ister savcı Özgür Metin’in bulunduğu konum adına. Oda TV de Ahmet' Şık'ın avukatıydım. Karşımda Zekeriya Öz, Nihat Aşkın, Mehmet Ekinci, Fikret Seçen otururdu. Telefonlarıyla oynar, havalara bakarlardı. Ama davalarına hakimlerdi.
  • 15.53

    Bülent Utku savunma yapmaya devam ediyor: Tüm bunlara FETÖ ile PKK arasında bir bağlantı olmadığını ispat için değil, iddianamedeki hukuka aykırılıkları, çarpıklığı ortaya koyabilmek için değiniyorum. Yoksa ne tek başına FETÖ kapsamında suçlanmamıza ne hem FETÖ hem de PKK ile birlikte suçlanmamıza ne de hem FETÖ hem PKK hem de DHKP/C ile birlikte suçlanmamıza aklı başında hiç kimse inanmamıştır. Nitekim Silivri Cezaevinde karşılaştığımız durum buna güzel bir örnektir. İstanbul 9. Sulh Ceza Hakimliği hakkımızda tutuklama kararı verdikten sonra Silivri Cezaevine getirildik. Cezaevinde koğuşa konmamızdan önce hangi örgütten tutuklandığımızı sordular, ‘FETÖ ve PKK’ dedim. İnfaz koruma memurları, “Olmaz” dediler. Bizi cezaevinde muhafaza etmekle görevli infaz koruma memurları bile iki örgütten tutuklanmaya inanmadılar, bir örgüt söyle dediler. İki örgütten tutuklandığımı söyledim, inanmadılar. İnanmaları için gözaltı işlemi sırasında bana verilen “Yakalama ve Gözaltına Alma Tutanağını” gösterdim. Yakalama olarak “FETÖ/PDY, PKK/KCK” sebebi yazılıydı. Sadece birini, önce yazılı olanı, FETÖ’yü seçip yazdılar. Sorun böylece çözüldü!"
  • 15.36

    Bülent Utku: Basın Kanunu’na göre gazeteyi basan matbaa, günü gününe bastığı gazetenin her nüshasını savcılığa teslim eder. Teslim edilen gazetelere basın savcısı bakar, suç görüyorsa dava açar. Demek ki 18/08/2016 tarihine kadar Cumhuriyet Gazetesinin hiçbir nüshasında, önümüzdeki iddianameyi hazırlamaya elverişli haber ve yazı yoktur. ‘Vardır ama savcılar bunları umursamamıştır ya da görmemiştir’ denemez. Zira bazı haber ve yazılar nedeniyle diğer bazı suçlar kapsamında soruşturma başlatıp açtıkları davalar olmuştur. Savcı Murat İnam resen soruşturma başlatma tutanağında, operasyona 18/08/2016 tarihinde başlandığını yazmışsa da, Cumhuriyet gazetesine operasyon fikri aslında daha önceki bir tarihe dayanıyor, 29 Mayıs 2015 tarihine. Bu tarih, Can Dündar’ın MİT Tırları ile ilgili haberinin Cumhuriyet gazetesinde yayımlandığı tarihtir. O gün İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı olan Hadi Salihoğlu, yazılı basın açıklamasıyla, soruşturmanın başlatıldığını açıklamıştır. Haber, yetkililerin, insani yardım malzemesi taşıdığını söyledikleri tırların içinde silah olduğunu fotoğraflarıyla anlatmaktadır. Siyasi iktidarın kin ve nefreti, yalanının ortaya çıkmasıyla tepe noktasına varmıştır. Ancak, operasyona hemen başlanmaz. Tarihlere dikkatinizi çekiyorum. MİT Tırları ile ilgili haberin Cumhuriyet Gazetesinde yayımlandığı tarih 29 Mayıs 2015’dir. Aynı gün soruşturma başlatılmıştır. Can Dündar-Erdem Gül’ün İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ifadeye çağrılıp tutuklandığı tarih ise 26/11/2015’dir. Yani, haberden 6 ay, 2 gün sonra. Oysa hükümeti devirmeye teşebbüs, casusluk gibi suçlamalar vardır. Dava açıldığında ortaya çıkar ki yayımlanan haberden başka hiçbir delil dosyaya konulmamıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi dosyada haberden başka bir delil olmadığı için Can Dündar-Erdem Gül’ün tutuklanmasını hak ihlali sayar. O halde savcılık 6 ay ne beklemiştir? Tıpkı bu operasyona başlamak için nasıl uygun zaman beklenmişse, o zaman da uygun siyasal ortam beklenmiştir. Haberin çıktığı tarih olan 29 Mayıs 2015’den 1 hafta kadar sonra, 07/06/2015 tarihinde genel seçimler vardır. Seçimlerde, AKP beklediği sonucu alamaz. Hedefte tekrar seçim vardır. Savcılık bu sırada hala beklemektedir. 1 Kasım 2015’de seçim tekrarlanır ve AKP beklediği sonucu alır. Seçimlerden 25 gün sonra da Can Dündar-Erdem Gül ifadeye çağrılır ve tutuklanırlar. Dosyada haberden başka delil yok diyen Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonra, Can Dündar-Erdem Gül, 26/02/2016 tarihinde, 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tahliye edilirler. Recep Tayyip Erdoğan, Anayasa Mahkemesinin kararına karşı “tanımıyorum”, “uymuyorum”; 14. Ağır Ceza Mahkemesinin verdiği tahliye kararına karşı ise “Mahkeme uymayabilirdi”, “Öyle bırakmam onu” der. Öyle bırakmayacağı Can Dündar’dır. Başka bırakmayanlar da vardır. Hem bizi hem Can Dündar’ı. Bırakmayanlar arasında iddianameyi düzenleyen savcıların da yer aldığı anlaşılıyor.
  • 15.16

    Erdoğan’ın “Tutuklu gazetecilerden sadece ikisinin sarı basın kartı var” sözünü hatırlatan Bülent Utku, “Hâlbuki tutuklu sanıklardan 6'sı, tutuksuzlardan da 3'ü olmak üzere, sadece bu dava dosyasında yargılananların 9'u sarı basın kartı sahibidir. Kaldı ki gazetecilik, sadece sarı basın kartı sahibi olmakla yapılan bir meslek değildir” dedi. Bylock’u delil sayan Adana 11. Ağır Ceza Mahkemesinin kararını bozan Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 3. Dairesi başkanı Zafer Yarar bu görevden alınıp Kayseri'ye hâkim olarak; bozma yönünde oy kullanan üye hâkim Mustafa Tosun, İstanbul'a düz hâkim olarak atanmış. Karara muhalif olan Bayram Korkmaz ise mahkemenin başkanlığına getirilmiştir. Mesleklerine iade edilmek için açlık grevine başlayan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça, grevin ilerleyen günlerinde gözaltına alınıp tutuklanarak cezaevine konuldular. Açlık grevi herkesin gözleri önünde günlerce sürerken gözaltına alınıp tutuklanmayı haklı-makul görecek hiç bir mazeret yoktur. Hukukun geldiği nokta budur. Bilmem tehlikenin farkında mısınız? Ben farkındayım. Hem hâkimler - savcılar için hem sanıklar için hem kendim için. Hem de hukuk ve Türkiye'nin geleceği için. Peki, bu durumda hâkimler nasıl karar verecekler? Kararları beğenilmezse ne olacak? Beğenilecek şekilde mi karar verecekler? Beğenilmeyecek şekilde karar verirlerse akıbetleri ne olacak? Bu durumda sanıklar kime, neye, nasıl güvenecekler? Adalet duygusunun kalmadığı, hukukun, adaletin yok olduğu bir toplumu bekleyen kaosun yaratacağı tahribatın tamir edilebilmesi mümkün mü? Mümkünse nasıl? Zamanın koşullarının, ruhunun bizleri getirdiği nokta budur. Bu koşulları ve ruhu reddediyorum. Kabul etmiyorum. Bu koşullara ve ruha karşı çıkıyorum, karşı çıkmaya devam edeceğim. İnsanların cesaret hakkı vardır. Cesaret hakkımı sonuna kadar kullanacağım. Herkesin bu hakkı kullanması beklenemez. Ama bazı kişiler için bu hak bir görevdir. Bu görevleri yerine getireceklerin başında da hukukçular ve gazeteciler gelir. Davetim onlaradır. Cesaret hakkını kullanmaktan vazgeçmesinler. Cumhuriyet gazetesi cesur olma hakkını kullanan gazetelerden biridir. Cumhuriyet Gazetesinin
ÖNCEKİ HABER

Gerginliklerin gölgesinde AB-Türkiye buluşması

SONRAKİ HABER

Derrick Rose, Cleveland Cavaliers’la anlaştı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...