16 Temmuz 2012 10:51

Tunus’ta yaza dönmeyen bahar

Alev Yıldırım

Tunus’ta rejimi değiştiren bu eylemler daha çok, yüksek işsizlik oranları, enflasyon ve yolsuzluk gibi ekonomik talepler üzerinden yükselse de halk bir yandan demokrasi talebiyle direnişe devam etti. Tunus’tan diğer Arap ülkelerine de sıçrayan bu eylemler, on yıllarca diktatörlerin baskısı altında yaşamış halkın direnişi, birçok kesim tarafından “devrim” olarak nitelendi..

Ancak bugün, diktatörlere karşı insanların hayatı pahasına direndiği “devrim”ler Arap coğrafyasında neleri değiştirdi? Arap Baharı’nın ilk esintilerinin görüldüğü Tunus’tan, feminist bir emekli profesör olan Khedija Arfaoui ile Tunus’ta Arap Baharı sonrası durumu konuştuk. Tunus’ta Arap Baharı öncesinde ve sonrasında halkın yaşam koşulunda herhangi bir değişiklik oldu mu? Ülkenin toplumsal yapısını göz önünde bulundurduğunuzda genel olarak bir değişimden söz edebilir misiniz? Ülkedeki en temel değişiklik, kendi diktatörlüğünü kurmak isteyen ve büyük bir toplumsal değişim gerçekleştirmeyi planlayan aşırı muhafazakarların yayılması oldu. Ülkeye modernizmi getiren aydın Cumhurbaşkanı Habib Bourguiba, ülkeyi İslam’dan arındıran faktör olarak görülmeye başlandı. Bourguiba’nın temel savı, Tunus’un geri kalmışlığıydı ve “Geri kalmışlıkla savaş halindeyiz” derdi. Uydudan yayın yapan Wahabi TV kanalları sağ olsun, bu devrimden önce bir değişim zaten planlanmıştı. Bu kanallarda yapılan propagandayla daha çok kadın başörtüsü takmaya yönlendirildi. Devrim sonrası, her yaştan sakallı adamdan ve az sayıda peçeli kadından oluşan Selefiler ortaya çıktı ve giderek sayılarını yükselttiler. Selefiler okullara zorla girdiler ve bazı derslerin İslam’a aykırı olduğunu haykırarak kendi çocuklarına eğitim veren öğretmenlere hem sözel hem fiziksel bir şekilde saldırmaya ve onları tehdit etmeye başladılar. Üniversitelere kadar peçe takmayı zorunlu hale getirmek istiyorlar, kaldı ki profesörlerin ve dekanların çoğu bunu reddediyor. Camileri işgal ettiler. İmamları görevinden alıp yerlerine Selefi imamlar koyuyorlar. Sanatçılar sıkı bir şekilde gözetleniyor, İslam’a aykırı olduğu düşünülen eserler yok ediliyor. ‘Devrim’ sonrası kadınların siyasete katılma durumu nasıl, kadın hakları ve kadının günlük hayattaki konumunda bir değişiklik var mı? Devrim sonrası, feministleri ilgilendiren ana konular şunlardı: 1956 yılında kazanılan ve kadın-erkek eşitliğini sağlamaya yönelik yasalar olan Kişisel Statü Kodu ve bu yasalarda 1990’larda yapılan iyileştirmelerle kazanılan hakları devam ettirmek ve ulusal ve uluslararası çapta savaşmakta olduğumuz haklarımız konusunda mücadeleye devam etmek, kadın ve erkeğin tamamen eşit olmasını öngören CEDAW yasalarının tanınmasını sağlamak. Bugün Tunus’ta miras hukukuna göre kadın ancak erkeğin aldığının yarısı kadar miras alabiliyor. Devrim sonrası kadınlar Kurucu Meclisin seçim listesinde eşitlik olmasını sağladılar. Bu da, siyasi partiler ya da sivil toplum örgütlerinin katkısıyla, bütün listelerde kadın ve erkeklerin eşit olmasını sağladı. Birçok listenin başında erkekler olmasına karşın, bu süreç Meclise beklenilenden çok daha fazla kadının girmesini sağladı. Listeden seçilenler daha çok İslamcı Emnahdha’dandı; dolayısıyla kadın adaylar da daha çok bu partidendi. Onlardan bir tanesi (Fransa-Tunus çifte vatandaşı olan ve Fransa’da büyüyen bir kadın parlamenter) Kurucu Meclisin iki numaralı ismi oldu. Yine de, hükümette iki kadın bakan olduğunu göz önünde bulundurursak (Kadın Bakanlığı ve Çevre Bakanlığı) kadınların Mecliste liderlik konumları oldukça düşük oranda. Kadınların aynı şekilde, televizyonlardaki tartışma programlarında görünme oranı da erkeklere göre oldukça düşük. Peki, Tunus anayasasındaki yeni düzenlemeler neler? Kadın haklarında düzenlemeler yapıldığı ve kadın örgütlerinin bu anayasa yapım sürecinde bir katılımı olduğu söylenebilir mi?    Anayasa halen yazım aşamasında. Bin Ali başkanlığı döneminde sivil toplum örgütlerinin (STK) sayısının 7 bini geçtiği söyleniyor. Aslında bu STK’lerin çoğu, bin Ali ve partisi (RCD) için çalışıyordu. Yalnızca iki tane bağımsız kadın örgütü vardı: Tunus Demokrat Kadınlar Derneği (ATFD) ve Tunuslu kadınların gelişimi üzerine araştırma yapan bir kurum olan AFTURD. Bin Ali, bunlar dışında kurumların varlığına izin vermedi. Devrimden sonra, özgürlük en azından örgütsel düzeyde biçimlendi ve bu durum işe yaradı. Bugün ülke genelinde 150’ye yakın feminist kadın örgütlenmesi olduğuna inanıyorum. Peki, kadın hakları ile ilgili yeni düzenlemeler yapıldı mı? Bunu iddia etmek çok zor. Şeriat yasalarının yeni anayasada yüceltilmesi için verilen sivil mücadeleyi görüyoruz. Ennahdha, 1959 Anayasasının ilk maddesinde belirtilen ve Tunus’un bir Arap ülkesi olduğunu ve dininin İslam, yönetiminin ise cumhuriyet olduğunu ancak şeriat hukukunun yerleştirilemeyeceğini öngören yasayı kabul etmişti ve devamının sağlanacağını belirtmişti. Kişisel Statü Kodu yasalarının devam ettirileceğini belirtmişti ve bunlar çok geniş çapta kabul gören kararlardı. Öte yandan bugün toplumu Müslümanlaştırma söylemleri, özellikle öğrencilerin Urfi (örfi) evliliklere yönelmesine kadar ileri gitti. Kaldı ki bu evlilik türü, 1956’da yapılan yasal evlilik düzenlemelerinin yapıldığı Kişisel Statü Kodu’na aykırıdır. Bazı küçük yerleşim birimlerinde İslamcılar dini anaokulları açtılar ve bu okullarda küçük kız çocukları başörtüsü takıyor ve farklı cinsiyetler ayrı sınıflarda eğitim görüyor. Açıkça kendi kurallarını yasalara yansıtmıyorlar ancak toplumu aşama aşama yeni duruma hazırlayarak Tunus’un toplumsal yapısını tamamen değiştirmeyi amaçlıyorlar. MUHALİFLER VE SANATÇILAR BASKI ALTINDA

Selefilerin Printemps des Arts sergisine düzenledikleri saldırılar dünya basınında büyük yankı uyandırdı; bu grubun temel motivasyonu ise sözde “dine küfreden” sanat eserlerini yakıp yıkmaktı. Köktencilerin sanatçılara karşı geliştirdikleri propagandaların yayılması bir çok olası saldırıyı tetikliyor ve bu arada, sanatçılar tehdit edilerek hedef haline getiriliyor. Geçtiğimiz aylarda sanatçılara karşı yükselen bu tehditler hakkında ne düşünüyorsunuz? Benzer olaylar halen söz konusu mu? Size, komşumuzda geçtiğimiz yıllarda gerçekleşen kanlı olayları hatırlatmak isterim. Cezayir’de birkaç yıl önce, İslamcı teröristlerin hedef aldığı gruplar şunlardı: Kadınlar (Başlarını kapamaya ve evde oturmaya zorlandılar), gazeteciler, akademisyenler ve hükümet, ordu mensubu ve polis olarak çalışan kadınlar... Cezayir’de o dönemde 200 binden fazla insan öldürüldü. Tunus’ta da hedef aynı. Neyse ki insanlar öldürülmüyor henüz; fakat kadınlara , akademisyenlere ve profesörlere, gazetecilere, sanatçılara yönelik tehditler had safhada. İslamcılar amaçlarına ulaşmak için toplumun yapısını tamamen değiştirmek istiyorlar ve eğitim de bu amaçlarına ulaşmak için kullandıkları araçlardan bir tanesi. İslami eğitim veren anaokulları, ilkokullar vs. inşa ettiklerinde bu amaçlarına ulaşacaklar. Özellikle üniversitelerde Selefilerin kadınları peçe takmaya zorlaması gibi olaylar çok görülüyor. Bu durum, bilimsel komisyon tarafından şiddetle reddedildi, özellikle Manouba Üniversitesi Sanat ve Edebiyat Fakültesini peçeli bir grup Selefi işgal ederek kampüs ortasında hoparlörlerde yüksek sesle dua ettiler, o gürültüde ders çalışmayı ve öğretim yapmayı imkansız hale getirdiler; profesörlere, dekana ve çalışanlara karşı sözel ve fiziksel saldırılarda bulundular. Fakülte bir ay sonra kapatılmak zorunda kaldı. Kendisi de İslamcı ve muhtemelen Selefi olan Yüksek Öğrenim Bakanlığı bu duruma hiçbir tepki göstermedi. Bakan Moncef bin Salem’in yaptığı tek açıklama, öğrencilerin Körfez ülkelerinde olduğu gibi üniversiteye peçeyle gitmesi yönünde bir uyarı oldu. Kadın öğrencilerin okula giderken giyinmesi gereken kıyafetin bu olduğunu açıkladı, ben de bunun üzerine bakanın Facebook hesabına yazdığım bir mektupta erkek öğrencilerin de bu durumda Körfez ülkesindeki erkekler gibi giyinmesi gerektiğini belirttim. Ayrıca, eğer Tunuslular da Körfez ülkesindekiler gibi giyinirse, oradaki insanların artık, Tunus’taki mevcut yaşam tarzını görmek için turist olarak buraya gelmeyeceklerini belirttim. Avrupalılar keza, uzun zamandır ülkemize gelmiyorlar. Bu da, Tunus’ta turizmin ölmesi demek, kaldı ki bu ülkenin en büyük ekonomik geliri turizme dayanıyor. İlk şiddet gösterileri patlak verdiğinde derhal tepki verdiler mi? Bu şiddeti durdurabilirlerdi. Aksine, bunu yapmadılar. Bu hükümetin idareden anlamadığını ve muhalifleri hiçbir şekilde umursamadığını düşünüyorum. Kendi zihniyetlerini uyguluyorlar. Neyse ki ülkede bir direniş var ve bu direniş sönmeyecek. (İstanbul /EVRENSEL)


KÜRTAJ YASAĞINDA TÜRKİYE ÖRNEK ALINABİLİR!

Türkiye’de kürtaj hakkını kısıtlamaya yönelik düzenlemeler büyük tartışma yarattı. Tunus’ta da benzer tartışmalar yaşıyor musunuz? Tunus’ta kadınların kendi bedenleri ve hayatları hakkında karar alma özgürlüğüne sahip olduğunu düşünüyor musunuz? Tunus kadını, 1960lardan beri aile planlaması hakkına sahip. Aile planlaması ilk kez, ilk Başbakanımız Habib Bourguiba’nın “Geri kalmışlığa karşı savaş” düzenlemeleri ile yapılmaya başlandı. Kürtaj ABD ile aynı anda, 1973 yılında yasallaştı. O zamandan bu yana, öncesinde 10 tane çocuk sahibi olan Tunuslu aileler giderek küçüldü. Aile planlaması ülke çapında uygulanıyor. Yine de biliyoruz ki kadınlar kürtaj olmamaya ve evde kalıp çocukları ve kocası ile ilgilenmeye zorlanıyor. Kadınların durumu devrim sonrası henüz çok değişmedi, en azından büyük şehirlerde. Ancak bekleyelim ve görelim. En Nahda başkanlığındaki yönetimin bu son olayda Türkiye örneğini izleyeceğinden ve kadınların kendi hayatları ve bedenleri üzerinde karar vermelerini engelleyen düzenlemeleri destekleyeceğinden şüphem yok. Amel Zaibi’nin La Presse gazetesindeki köşesinde belirttiği gibi, “Tunus halkının üzerine çöken kederden kurtulmak ve gelecekle ilgili özgüvenini tekrar kazanmak için yönetimden açık bir mesaj alması lazım. Bugün, resmi tartışmalar “Tunus iyiye gidiyor” söylemine inanmamız konusunda hiç de başarılı değil.”

Evrensel'i Takip Et