28 Mayıs 2017 02:26

‘Saygın’ gangsterlerin günahı

Abdi İpekçi ödüllerini kaldıran Milliyet Sedat Peker’i ödüllendiriyor, onu cezaevinden çıkarıp 'bürokrasi' dışı bir korkuyu hükümet örgütlüyor.

Paylaş

Ayşen GÜVEN

“Gangster ‘özgür adam’ demektir. Bu ülkenin özgür adamlara ihtiyacı var. Gangsterler hükümet için çalışmazlar, dışarıdan çalışırlar. Herkes devlet adına çalışsaydı bürokrasiden geçilmezdi ortalık. Gansterler yapılması gereken işleri güzelce hallederler.”

Endonezya’daki paramiliter bir çete, Pancasila Youth’un lideri bir mitinglerinde böyle söylüyor. Bu suç örgütü ülkedeki 1 milyon Komünist ve Çinliyi 65-67 yılları arasında katletmiş. “Öldürme eylemi” belgeseli, çetenin mensubu her biri ölüm makinası bu gangsterlerin gözünden anlatıyor o dönemi. 

Sedat Peker, “oluk oluk kan akıtacağız” diye barış akademisyenlerine tehditler savurduğunda 2012 yılı yapımı filmi henüz seyretmiştim. Filmde Pancasila’nın en azılı isimlerinden Anwar Congo, insanları önceleri döverek öldürdüklerini ancak çok kan aktığı için telle boğma yöntemini bulduğunu kameraya sırıtarak anlatıyordu. Garip, sanki bir salgın hastalığın tedavisini bulmuş gibi gururluydu. Bunu çok sevdiği bir Amerikan gangster filminden görmüştü. Zaten bu çetenin hobisiydi sinema, gangsterliğe artı “film haydutları” unvanını da taşıyorlardı. B tipi Amerikan gangster filmlerine hayranlardı. 

İnsan, katilleri sinema keyfi yaparken de pek hayal edemiyor ama belgeseldeki bu anlatımlar, gündelik ve olağan tavırlar gerçekten nefesinizi tıkıyor. Bir de bu “özgür adamlar” yani gangsterler şimdilerde de “kahraman” olarak anılıyor, oldukça “saygın” vatandaşlar olarak yaşıyorlar. 

Web sitesinde kendini “reis ve ruh adamı” olarak tanımlayan, ülkemizin suç çetesi temsilcisine, Milliyet gazetesi tarafından “En hayırsever iş adamı” ödülü verilmesi yine aklıma “Öldürme eylemi” filmini getirdi. Peker de Anwar gibi bütün korkunç açıklamalarında kanda duş alacağını söylerken mesela objektiflere sırıtıyordu. 

“Şiddet yapabilme yeteneğim, potansiyelim de var. Belki salonda bulunan en günahkâr kişi benim. Ancak devlete karşı saygılı biriyim. Ben melek değilim ama Hannibal Lecter da değilim” demişti Kelebek davasındaki savunmasında Sedat Peker. Belli ki sinema, çete mensuplarınca dünyanın her yerinde sıkı takip ediliyor. Ve Endonezya’da da Türkiye’de de tüm “tehdit” ve “öldürme eylemleri”, “devletin bekâsı” için. Hem sonuçta insan yemiyor, insanların kanını akıtıyorlar! 

Filmde hükümet ve suç örgütü kardeşliği o yılların yayın yapan gazetesiyle üçgeni tamamlıyordu. Gangsterlerle birlikte çalıştıklarını göğsünü gere gere anlatıyordu sahibi. Onlar röportajlar yapıyor bir çeşit sorguya alıyor ve işaret ediyor, gangsterlerse öldürüyorlardı. Bu açıklığıyla anlatılıyordu. Hatta “Biz ne sorarsak soralım, onlar ne cevap verirse versin, komünistleri kötü ve suçlu göstermek için cevaplarını değiştirirdik. O dönemin gazetecisi olarak benim tek bir görevim vardı, İnsanların komünistlerden nefret etmesini sağlamak”. Gazeteci olarak diyordu, “gazeteci”! Gazetecilikle tetikçilik faşizm döneminde birbirine yedirilmişti Endonezya’da. Tıpkı şimdilerde Türkiye’de sıkça yapıldığı gibi. Sedat Peker’e günlük yayın yapan bir gazetenin ödül vermesi, bir sanatçıyı, akademisyeni hatta gazeteciyi hedef gösterip hükümeti (bürokrasiye takılmamak adına çeteleri de olabilir) göreve çağırması gibi. ‘Öldürme eylemi’ devlet-çete-tetikçi gazetecilik ilişkisini doğrudan onların ağzından anlatmasıyla bambaşka bir film. Seyri oldukça zorlu, sinir bozucu, ürkütücü. Ama yaşaması da öyle değil mi zaten!

Yönetmen Joshua Oppenheimer, aslında o büyük katliamın mağdurlarıyla ilgili bir film çekmek için yola çıkmış. Ancak 50 yıl sonra hâlâ baskıcı bir düzen sürerken, Pancasila 10 milyona yakın üyesiyle insanlara korku salmaya devam ederken konuşacak kimse bulamamış. Bir de bu katillerin özgürce, iyi olanaklarla, kahraman gibi yaşadığını görünce onlara anlattırmanın daha etkili olacağına karar vermiş. Gangsterler içinse anlatmak, hatta canlandırmak bazen rol yapmak hevesle kabul ettikleri bir şey olmuş bir nevi hayranlıkla izledikleri gangster filmlerinin başrolleri olmuşlar. Endonezya’nın solcu lider Sukarno’nun askeri bir darbe ile devrilip, yerine sağcı Suharto’nun gelmesiyle başlayan faşizm günleri bitmemiş. Cezalar çekilmemiş, hesaplar sorulmamış. 

Şimdi Abdi İpekçi ödüllerini kaldıran Milliyet Gazetesi Sedat Peker’i ödüllendiriyor, onu cezaevinden çıkarıp “bürokrasi” dışı bir korkuyu hükümet örgütlüyor, zaten gazetenin sahibi Demirören sermaye adına el vermiş de oluyor. Baya baya şeytan üçgeni örülmüş. Birisi devlet eden, birisi gazeteci birisi iş adamı. 

Peki suçlu kim? 

Gangsterlerden biri soruya şöyle cevap veriyor filmde, “Kimin savaş suçlusu olacağına savaşın kazanına bakarak karar veriliyor. O yüzden kendimi suçlu görmüyorum.“ 

Anwar Congo’ysa filmde kurban rolü oynadığı tek sahneden sonra “Günah mı işledim ben?” diyor. Sedat Peker “en çok günah işleyen benim belki de” demişti ya, ikisi de günahkâr ama suçlu değil öyle mi? 

Hem günahkar hem suçlusunuz! Ve biz bu çetelerin boynumuza doladığı telleri kırmak, tetikçilikle gazeteciliği ayıklamak, bize bunları reva görenlerden kurtulmak zorundayız. Savaşın kazananı belirliyorsa suçluyu, adaletin, gerçeğin, iyiliğin kazanması şart çünkü. 

ÖNCEKİ HABER

Osmanlı Bankası baskını aslında nasıl oldu?

SONRAKİ HABER

Gazeteciliğe ‘hayat’ hakkı tanımayan bir iddianame

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...