23 Nisan 2017 01:30

Mührün tarihi: Eski Mezopotamya ve Anadolu’da mühür

Arkeolog Heval Bozbay, mührün tarihini Evrensel Pazar'a yazdı.

Paylaş

Heval BOZBAY*

15 Nisan’da, yani referandumdan bir gün önce, Google arama motoruna “mühür” yazsaydınız, karşınıza yaklaşık 70 bin sonuç çıkacaktı. Bugün aynı kelimeyi yazarsanız, çıkacak sonuç sayısı 4,5 milyonun üzerinde olacaktır. Bu fark, YSK’nin malum skandal kararından sonra, “mühür” kelimesinin, gündelik hayatımızda en çok kullanılan kelimelerden biri haline geldiğini gösteriyor. Aslında mühürler gündelik hayatımızın birçok yerinde mevcut ama her zaman bir ülkenin kaderini etkileyecek kadar önemli olmuyorlar elbette. Bu yazıda, mühür’ün “önemsiz” tarihine ve insan hayatındaki yerine kısaca bir göz atalım istedim.

Mühür insanoğlunun hayatına ilk defa yaklaşık 10 bin yıl önce, Neolitik (Yenitaş) dönemle birlikte girdi. Bu dönemden önceki milyonlarca yıl boyunca insanlar, göçebe ve avcı-toplayıcı bir yaşam sürüyordu. Mal birikimi ve dolayısıyla büyük çaplı özel mülkiyet olmadığı için de mühür gibi mülkiyete işaret eden nesneler ya kullanılmıyordu ya da çok nadirdi. Neolitik Dönem’de insanlar peyderpey yerleşik yaşama geçerken, bitki ve hayvanlarıda kendileri yetiştirmeye başladılar. Yaşam ve üretim biçimindeki bu değişime; sosyal, siyasal ve ideolojik değişimler de eşlik ediyor, böylece günümüzdeki mülkiyet odaklı, hiyerarşik toplumsal hayatın ilk adımları atılıyordu. Değişen mülkiyet ilişkilerinin yansıması olarak, Ortadoğu’da bu döneme ait birçok yerleşim yerinde, günümüz damga mühürlerine benzeyen nesneler bulunmuştur.

Genellikle kilden yapılan bu ilk mühürler ateşte pişirilerek sertleşmeleri sağlanırdı. Baskı alanlarında ise henüz yazı bilinmediği için çeşitli desenler kullanılıyordu. Kimisi spiral, kare, iç içe daire vb. geometrik desenler içerirken; kiminde ayı, leopar, tilki, çiçek gibi figürler bulunur. 

Konya’daki Çatalhöyük yerleşiminden bildiğimiz kadarıyla, baskı alanlarındaki desenler, bazen mitolojik dünyalarına ait semboller de içerebiliyordu. Baskı alanlarına nakşedilen mitolojik hikâyeler, sonraki bin yıllarda da mühür sanatının vazgeçilmez temalarından biri olacaktır.

Zamanda günümüze doğru gelindikçe mal birikiminin artması, ticaret hacminin genişlemesi ve toplumsal-ekonomik hiyerarşinin keskinleşmesiyle, yaklaşık MÖ 4 binlerden itibaren Mezopotamya’da, bugün adına “devlet” dediğimiz organizasyon ortaya çıkar. Devletin ortaya çıkmasıyla birlikte, idari ve mali işlerde kullanılan mühürler önemli hale gelir. Mühürcülük bir zanaat dalı olur, mühürlerin sayısı ve çeşitliği artar. Bu dönemde damga mühürlerin yanı sıra; akik, ametist, fildişi gibi değerli, yarı-değerli malzemeden yapılan silindir mühürler moda olacak ve uzun bir süre tüm Ortadoğu’da kullanılacaktır. Silindir biçiminde olan bu mühürler kil gibi yumuşak nesneler üzerinde yuvarlanır, böylece üzerindeki negatif nakışlar kil üzerinde pozitif halde çıkardı. Bunların ortası delik olduğu için genellikle bir ip geçirilerek kolye gibi boyunda taşınırdı.

Bu dönemle birlikte mühürlerin kendisi ve baskı alanları da bir tür sanat dalı haline gelir. Oldukça küçük alanlar üzerine çeşitli tekniklerle Hayat Ağacı, Gılgamış, tanrı ve tanrıçalar, cinler gibi mitolojik şahıs ve hikâyelerle;çeşitli bitki ve hayvan motifleri nakşedilirdi. Bu dönemde icat edilen yazı, mühürler üzerinde az miktarda kullanılmıştır ancak ilerleyen aşamalarda yaygınlaşacaktır. Örneğin Hitit krallarının geleneksel damga biçimli mühürlerinde ortada hiyeroglif yazısıyla, çevrede ise çivi yazısıyla o mührün kime ait olduğu, ünvanı vb yazardı.

MÜLKİYET BELİRTMEK, GÜVENLİĞİ SAĞLAMAK VE ONAYLAMAK

Gerek geçmişte, gerekse günümüzde, mühürlerin belli başlı üç işlevi vardır; mülkiyet belirtmek, güvenliği sağlamak ve onaylamak. Bunları biraz açalım. Geçmişte kil, balmumu, hamur vb. yumuşak nesnelerin üzerine kişilerin, ailelerin ya da kurumların mührü basılarak, o malın ya da içeriğinin, mührün temsil ettiği kişiye, aileyeya da kuruma ait olduğu gösterilirdi. Günümüzde bu işlev hemen hemen ortadan kalkmışsa da örneğin kırsal kesimlerde hayvanları damgalamada halen bu tür bir işlev söz konusudur.

Denilebilir ki geçmişte mühürler en çok güvenliği sağlamak amacıyla kullanılmıştı. Mektupların ve resmi yazışmaların yetkili olmayan kişiler tarafından açılarak okunmasını önlemek amacıyla mühürlenmeleri çok yaygındı. Hazine dairesi, arşiv odası gibi sadece yetkili kişilerin girebileceği mekânların kapıları da ip ve kille kapatıldıktan sonra mühürlenirdi. Ayrıca, ticaret amacıyla bir yere gönderilen paket, çömlek, sepet vs üzerleri kille kapatıldıktan sonra kilin üzeri mühürlenirdi. Kil kuruduktan sonra kırılmadan açılması imkânsız olduğundan, o mühür baskısı sağlam kaldığı sürece, içeriğin korunduğu garanti ediliyordu. Bu kil mühür baskıları bir tür muhasebe belgesi oldukları için saklanmış ve günümüze kadar korunarak ulaşmıştır. Mühürlerle ilgili en detaylı bilgiler de aslında mühürlerin kendisinden daha ziyade, arkeolojide “bulla” denilen bu baskılardan elde edilir. Günümüzde mekânların mühürlenmesinde ve posta mühürlerinde kullanılan kurşun mühürler, bu tür kullanıma örnek gösterilebilir.

Mühürlerin temel işlevlerinden üçüncüsüyse, herhangi bir belgenin ve/ya içeriğinin doğruluğunu ve/ya tarafların o içeriğe katıldığını belirtmek, yani onaylamaktır. Geçmişte idari işlerde, resmi yazışmalarda, antlaşmalarda vb. ilgili taraflar kendilerine veya temsil ettikleri kuruma ait mühürleri kullanarak, o belgenin içeriğini onaylardı. Günümüzde bu işlevin yerini çoğunlukla imza almışsa da resmi işlemlerde ve oy kullanma süreçlerinde bu işlev halen geçerlidir. İşte YSK’nin akıl almaz kararıyla ihlal ettiği de mührün bu işlevidir.

*Arkeolog

ÖNCEKİ HABER

16 Nisan: Mitler, gerçekler, kahramanlar

SONRAKİ HABER

İşgal edilmiş şehrin tomografisi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa