02 Nisan 2017 02:04

Sandık, diktatör ve diğer şeyler

Sözün özü, seçimler ve referandumlar siyasi mücadelenin zeminlerinden biridir ve sadece biridir ama gerçekten sadece biridir.

Paylaş

Soner TORLAK

Bir kulağımız Emma Goldman’da: “Oy vermek bir şeyleri değiştirseydi, yasaklanırdı.” Diğer kulağımız Gayatri Spivak’ta: “Yapıyı sökmek için yapının içinde olmanız gerekir.” Referanduma geri sayıyoruz. 

Serbest vezin birkaç şey söyleyerek başlayalım. Bir: Yakın zaman önce Gençlerbirliği spor kulübünün başkanı İlhan Cavcav vefat etti. Cavcav 40 yıldır başkanlık yapıyordu. Sayısız örnek vermeden, kestirmeden söyleyelim: Türkiye zaten başkanlık rejimiyle yönetilmektedir. Türkiye, on binlerce başkancığın yaşadığı, üç tarafı denizlerle çevrili şirin bir ülkedir. Bir başkan eksik bir başkan fazla... İki: İnsan bundan 150 yıl önce yapılan siyasi tartışmaları okuyunca gerçekten aptallaşıyor. Bugün ise burjuva demokrasisi denen balinanın midesinde, ölmemek için balinanın da hayatta kalmasını nasıl sağlarız, onu tartışıyoruz. Bugün dünyada liberalizmin kendi içerde, fikri iktidardadır. Hepimizi (hepimizi değil tabii) döve döve demokrat yaptılar. Üç: Çok diktatör sandıkla geldi, çok diktatör sandıkla gitti. Çok hak sandıkta kaybedildi, çok hak kazanıldı. Sözün özü, seçimler ve referandumlar siyasi mücadelenin zeminlerinden biridir ve sadece biridir ama gerçekten sadece biridir.

Öncelikle küresel liberal konsensüs meselesi: Rejimin türü, çok partili demokrasi, tek partili aksak demokrasi, otoriter demokrasi, özgürlükçü liberal demokrasi, muhafazakar demokrasi, İskandinav demokrasisi vs. ne olursa olsun, üzerinde uzlaşılmış olan şey kapitalizmdir. Bunu söylerken niyetimiz, soyut bir sistem-karşıtlığına işaret ederek her türden baskı ve sömürüye karşı verilen gündelik mücadeleleri boşa düşürmek kesinlikle değil. Karşımızda ne türden bir kapitalist rejim olursa olsun, onun dayattığı her türden merkezileşme ve gücün tek bir merkezde toplanmaya çalışması anlamında her türden diktatörleşme eğilimine karşı durmak bir görev.

Öte yandan referandum konusunda sağıyla soluyla, “ilericisiyle” muhafazakârıyla liberal aklın takındığı tavır her zamanki gibi öğreticidir. Temel kabul kendisini kabaca şu şekilde ortaya koyar: Demokrasi halkın düzenli seçimlerle yöneticileri seçtiği düzendir, bu durumda demokratik yönetim seçilmiş yönetimdir, atanmış (ya da çeşitli demokrasi dışı girişimlerle) iktidara gelmiş yönetim ise anti-demokratiktir. Bu kantara vurulduğunda AKP iktidarı seçilmiştir ve demokratiktir, örneğin yargı mensupları ise atanmıştır ve bu anti-demokratik bir durumdur. Aynı kantarın 1933 yılında Almanya’da gayet demokratik bir seçim sonucunda Şansölye seçilen Adolf Hitler’i demokratik kefede, 1945’te Nazi ordularını püskürterek halk cumhuriyetini kuran Polonyalı komünistleri de anti-demokratik kefede tartması gerekir. Kısaca liberal akıl, sıkıştığı statüko/değişim, seçilmişler/atanmışlar ve dahi pek çok ikilemle birlikte düşünmeye devam ettiği sürece sürekli ters köşeye yatacaktır. Geçelim.

Referandumlar, diktatörlüğe meyyal siyasi rejimlerin sık kullandığı bir araçtır. Birkaç nedenle böyle: (1) Kitlesel açıdan güçlü olduğuna inandığı dönemlerde, mevcut fren denge mekanizmalarının etrafından dolaşabilmek adına doğrudan kendi tabanının oy yüzdesi üzerinden meşruiyet devşirmek için; (2) Referandumlar, “olağanüstü” düzenlemeleri hayata geçirmenin hukuki kör noktası olduğu için; (3) Popülist bir siyasal söylemin kavramsal setinde sıklıkla istismar edilen “halk”, “millet” vs. denen muğlak özneyi sistemle daha organik bir ilişkiye dahil etmek ve onları “halk-olmayan”, “millet-olmayan” sözde-vatandaşlardan ayırt etmek için.   

Evet, referandum tartışması büyük ölçüde sistem içi bir tartışmadır ve bundan gocunmamak gerekiyor. Mesele sol siyaset yapma iddiasıysa şayet, bunun yapılacağı önemli mecralardan birinin topyekun tasfiye edilmesine karşı durulması gerekiyor. Sol siyasetin zeminini genişletmek, en az sisteme doğrudan karşı çıkmak kadar önemli bir görevdir. Bir işimiz de budur zaten. Spivak’ın fısıldadığı kulağımızdaki yankı budur. Fakat Goldman’ın fısıldadıklarına da kulak vermek gerekiyor. Bu sistemde referandum, seçim, ya hep ya hiç oylamaları, “birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan bu günler” bitmez. Son yirmi yılda dünyanın pek çok yanında biriken yeni toplumsal mücadele deneyimlerinden öğrenilecek bir şey varsa, o da bıkmadan usanmadan “bugünden inşa etmeye başlamak”tır.

ÖNCEKİ HABER

Erdoğan, Zarrab’ın avukatlarıyla gizlice görüştü

SONRAKİ HABER

My… my… my… En büyük kendim

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...