15 Ocak 2017 02:14

İstanbul’dan bir kar anısı

‘Adam çocukların arkasında yokuş başında, kayma sırasına geçti. Sıra ona geldiğinde, oturmadan önce eşine dönüp 'Şu an mutluyum biliyor musun?' dedi.'

Paylaş

Ayşen AKSAKAL

Kar yüzünden okullar kapanınca, evde mahsur kaldık çocuklarla.
Bir vazife gibi, günde en az iki defa, üstümüzü kalın giyinip karla oynamaya çıktık. 
Oynarken iyi de, dışarı çıkması da eve dönmesi de meşakkatli.
Sokağa çıkarken kat kat giyinmeye ikna etmek gerekiyor. Atkı bunaltıyor, bere daraltıyor, çorabı kalın giyince ayakkabı sıkıyor, ince giyince ayak üşüyor.

Naz eyledim, isyan ettim derken, çocukların hazırlanması uzun sürüyor.
Dönüşü ayrı dert.
Yerler sırılsıklam ıslanıyor, giysiler tek tek kalorifer üzerine seriliyor, ıslanan saçlar kurulanıyor. 
Kızaran yanaklara, buz kesen ellere krem sürülüyor.
Yine de işte karda oynayan çocuk cıvıltısı tüm yorgunluğu alıyor.
İstanbul’un çarpık kentleşmesine örnek bir mahallemiz var. Bazısı iki boyutlu gibi görünen sıkışık evler arasında dimdik ve dar sokaklar.

Karın ilk yağdığı gün, elimizde birer poşetle, en kaygan ve en dik yokuşu keşfe çıktık.
Sadece biz değildik, eline poşeti alan sokağa inmişti.

Böylesi festivali andıran, rutin dışı anlarda, insanlar ne kadar kolay sosyalleşiyor?
- Gel birader burası cam gibi oldu, buradan kayın.
- Ablacım sen al benim poşetle kay, elindeki yırtılır, ince torba almışsın.
- Çocuklar bekleyin şurayı açayım, boyunuzu geçer, burada çukur kar dolmuş, dikkat edin.

Belki de, başkasının varoş diyebileceği mahallemizin samimiyetindendir bu muhabbetimiz.
Zira biz sokakta tanımadığımız insanlarla, çocuklar arada ısınıp daha uzun oynayabilsinler diye ateş yakarken, çok da uzak olmayan bir semtte, bir güzel insan kedi evi savunurken can veriyormuş meğer.

Semtimiz ise her köşe başına hayvanlar için bırakılmış artık yemek tabakları ile doluydu.

Büyük çocuklara daha ufak olanlar emanet ediliyor, yetişkinler de kenardan “biri gaza gelip kaysa da ben de peşine takılsam” diye seyrediyordu.

Sanki biz tüm mahalle her gece böyle toplaşıp bir arada eğlenirmiş gibi rahat, birbirimize ev gezmesine gitmiş gibi misafirperverdik.

Normalde demir okul duvarına çocuklar şut çekse, komşular “sessiz olun” diye ortalığı yıkabilir. Şen kahkahadan, bağrışmalardan yıkılıyordu oysa ortalık.

Tam arkamda bir kadın, eşinin koluna girmiş, gülerek çocukları seyrediyordu. 

Adam dedi ki “Çok canım çekti, ben de bir poşet bulup denesem mi?”
“Ya bir yerine bir şey olursa? Sen kocaman adamsın çocukla çocuk olunur mu?” dedi kadın.
O sırada gençten biri “Al abi bu çok hızlı gidiyor” diye bir parça naylon verdi adama.
“E iyi dene bari çocuklar çekilince” dedi kadın.
Adam çocukların arkasında yokuş başında, kayma sırasına geçti. Sıra ona geldiğinde, yere oturmadan önce eşine dönüp “Şu an mutluyum biliyor musun?” dedi.

Kalabalıktık, herkes başını önüne eğdi. İstem dışı ben de eğdim. Çünkü, nedendir bilmem, gözlerimiz dolunca saklamayı öğretmişler bize.

Birinin mutluluğu gözlerimizi doldurdu. Demek nicedir kalbimiz hüzün ve kederle doluydu ki, haber değeri vardı anlık bir mutluluğun.
Adam çığlıklar ata ata kaydı kocaman gövdesi ile. Yokuş cidden çok dik ve uzundu. O yapınca herkese bir cesaret geldi. Giriverdik sıraya kadınlı erkekli.

Çocukların öyle hoşuna gitti ki onlarla aynı mevzuda eğlenmemiz, değil itiraz etmek, sıralarını bile ikram ettiler.
Zamanla ayakkabılar suyu çekti, eldivenler ağırlaştı, dudaklar morardı, üşüyen evine kaçtı.
Hava iyice karardı, sokak tenhalaştı. Ben çocukları gitmeye bir türlü ikna edemiyordum.
O sırada tek katlı bir gecekondudan üç kardeş el ele dışarı çıktı.
Ayaklarında yün çorap ve terlik vardı. Tahminim büyük olan kız çocuğu dokuz, oğlan beş  ve en küçüğü tahminen bir buçuk iki yaşındaydı.
Montları yoktu. Kazak üzerinde örgü yelekleri vardı.
En küçüğün iki elini tutmuş karda yürütüyorlardı. Kız, ortancaya ufacık bir kar topu attı çıplak eliyle, çocuk ağlamaya başladı, “Gözüme geldi” diye.
Ablası “Ama şaka diye yaptım, ağlama, sen de bana at”
Çocuk ağlayarak “Atmam üşürsün” dedi.
“Ama üşümeden oynanmaz ki?” dedi ablası, en ufağın eline de kar verdiler biraz. 

Dünyanın en naif kar topu yarışına başladılar. Sakin, temkinli, minik hareketlerle, incitmeden.
O sırada benim eve götürmeye ikna edemediğim, üstleri sırılsıklam olmuş çocuklarım geldi.
Kulağıma “Biz eve gidelim, biz oynayınca onların da canı çekiyor, eldivenlerimiz de ıslandı, ödünç verilecek gibi değil” dediler.
Gidelim, dedim. Yarın yine geliriz, hem arkadaşlar için yedek de getiririz.
Hayatımızda kar gibi beyaz bir sayfa açılacak bir gün, hepsi bir birinden güzel bu çocuklar hatırına.
Çocuklarıma döndüm; dedim ki “Şu an mutluyum ve umutluyum biliyor musunuz?”

İyi ki çocuklar var.

ÖNCEKİ HABER

Doğanın kucağından çıkan yeşil sanat

SONRAKİ HABER

Şu penguen meselesi ve bir de yerli milli türlerimiz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa