N’olur anam, bırakma beni!
Dört nala gelip uzak asyadan Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan Bu memleket bizim.... Demiş Nâzım usta. Demiş de kimin gerçekten bu memleket, kim üstüne alınacak, Türkler mi Kürtler mi, Ermeniler mi, Çerkezler mi Rumlar mı kim? Evet kızıyorsunuzdur bana, Nâzım Usta, bu topraklar üzerinde yaşayan tüm halkları ka

Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim....
Demiş Nâzım usta. Demiş de kimin gerçekten bu memleket, kim üstüne alınacak, Türkler mi Kürtler mi, Ermeniler mi, Çerkezler mi Rumlar mı kim? Evet kızıyorsunuzdur bana, Nâzım Usta, bu topraklar üzerinde yaşayan tüm halkları kastetmiştir diyorsunuz... Ona şüphem yok da, ya bu topraklar üzerinde yaşayan Türkler dışındaki halklar, onlar ne düşünüyor acaba? Mesela Ermeniler, 1915’i unutup bu memleket bizim, bir daha başımıza gelebilir tedirginliğini yaşamadan bu topraklara memleketim diyebiliyorlar mı? Hiç zannetmiyorum... Neden mi, yaşadıklarını biliyorum da ondan... Evet yaşadıklarını bu defa Binnaz Öner’den dinledim... Binnaz Öner de soykırımdan geride kalanlardan dinlemiş bu hikayeleri.
Geride Kalanlar, 1915’te artık kök saldıkları topraklarından, yurtlarından edilen Ermenilerin, yollarda –kendi tabirleriyle– kurda kuşa yem vermek istemedikleri, su gibi 16’lık kızların, Evrensel Basım Yayın tarafından yayımlanan, geride bırakılma öyküsü...
Yıl 1915’i gösteriyor. Urfa’nın Kayalık köyü. Türkler ve Ermeniler birlikte kardeşçe ve mutlu yaşıyor. Köyün bir camisi ve kilisesi var. Kimse kimseyi hor görmüyor. Öyle güzel bir dostluk, saygı, sevgi, hoşgörü yani insana dair güzel ne varsa yaşanıp gidiyor bu köyde. Ta ki Talat Paşa ‘sürülecekler’ diye buyurana kadar.
Ermenilerin zorunlu göçü başlamıştır artık. Haber Kayalık köyüne ‘Kula delik Musa’yla gelir. İnanmaz kimse ‘bu deliye’. Anlattıkları deliliktir çünkü.
“Get yere geresice! Nereye gidecekmişiz? Bizim evimiz barkımız burası. Benim dedemin de evi burasıydı. Asıl seni göndersinler osurukçu! Başka yalan bulamadın mı?” derler Musa’ya. Ama Musa’nın anlattıkları doğrudur. Muhtar Kör Yusuf, kaymakamdan öğrenir gerçeği, öğrenir de nasıl söyleyecektir kardeşlerine. Ama söylemelidir ki hazırlıklı olsunlar.
Osmanlının buyruğu huzur bırakmamıştır köyde. Ermeniler ne olacaklarını düşünmekte, Türkler Ermeni mallarını... (O köylü kurnazlığı kitapta öyle güzel bir dengeyle anlatılmış ki bakıp da bütün renkleriyle resmedilmiş gibi)
Muhtar Kör Yusuf köyün kardeşlik dengesidir. Ermeni kardeşlerine yardım edebileceği tek şey vardır kızlarını ve hamile Osanna’yı göndermemek. Kayalık köyü saklar kızları, taş olurlar bütün sorgulara işkencelere karşı vermezler kızları.
Ya kızlarını bırakmak zorunda kalan analar, babalar. Dillere destan bir aşkla sevdiği hamile eşini bırakmak zorunda olan Misey...
Bu bölümü anlatmak için kitaptan yardım alacağım, çünkü elim klavyeden düştü kaldım öyle...
“N’olur anam, bırakma beni! Bırakma kınalı kuzunu
(...)
Gardaşlarımı götürürsün de, beni neden götürmezsin?
(...)
Yük müyüm size?”
Annehit daha fazla dayanamadı, bu son söz onu yerden yere vurmuştu. Doğrulttu kızını, gözlerinin içine baktı. Öyle bir baktı ki Satenik daha konuşamadı. Annesinin gözlerinde acıdan başka bir şey göremedi. Hem de öyle bir acıydı ki... Kız bu acıyı hiç anlayamadı. Bu güne kadar, hiç kimsenin gözlerini böyle alev alev yanarken görmemişti. Annesi yanıyordu, hem de cayır cayır...”
1915 yılının Ağustos ayında köylerinden Halep’e doğru yola çıkan, anneler babalar, kardeşlerden bir daha haber alınamadı. Geride bırakıldı kızlar. Göç yollarında başlarına gelebileceklerden korumak için. Korundular mı peki. Neredeee... Kayalık köyündeki ‘kart zamparalar’ göç yollarında ırzlarına geçilmesin diye korumaya aldıkları 16 kızı nikahlarına alıp ırzlarına geçti. Dayak yediler kumalarından. Ailelerinden kalan mallar paylaşıldı. Hizmetçi oldular kendi evlerinde. Dinleri değiştirildi zorla, adları değiştirildi. Göç yollarındaki ölüm şimdi ödül olurdu onlara...
Geride kalanlardan Seda ağıdında şöyle sesleniyor bugüne...
Esir oldum vatanımda, evimde,
Gonca iken gazel oldum dalımda.
Anadan ayrıldım gurbet elinde,
(...)
Aderemizi beraber birkaç arkadaş
Adımız oldu gayri vatandaş
(...)
Esir edip tek tek saydılar
Her gelene birer birer verdiler
Ne danıştılar ne sordular
Soruyor Ahmed Arif,
Beşikler vermişim Nuh'a,
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır,
Anadoluyum ben,
Tanıyor musun ?
Tanıyor musunuz, bu topraklarda yaşayıp sürülmüş kardeşlerimizi? Ya onların yaşadıklarını? Anaların kuzularını nasıl geride bırakmak zorunda kaldıklarını? Bilmezseniz anlayamazsınız Ermeni kardeşlerinizin ruh halinin ‘güvercin tedirginliğini’.
Binnaz Öner ‘Geride Kalanlar’ kitabıyla kardeşlerimizin acılarına tanıklık ediyor. 1915 Ağustosu Kayalık köyünden 2007 Ocağı Agos gazetesinin önüne gelen zamanı anlamak için bir seçim yapın. Ve oradan aynı acıları yaşayan Kürt kardeşlerinize çevirin yüzünüzü...
Yazı yazdığım gün Oral Çalışlar kitapta anlatılan acıların bir nebzede olsa sarıldığına dair bir yazı yazmıştı... O yazıdan kısa bir alıntı yapıyorum.
(...)
Otobüsümüz, eski Palu yolunun başındaki tarihi köprüde durdu. Agos gazetesi yazarlarından Sarkis Seropyan, tarihi köprüden geçip eski Palu’nun tepede görünen kilisesinin kalıntılarına doğru yürüyeceğimizi söyledi.
Türklerin Murat, Ermenilerin “Arazani” adını verdikleri nehir, 97 yıl öncesinin haşmetiyle akmaya devam ediyordu. Hrant Dink’in avukatı Fethiye Çetin’in 95 yaşında ölen anneannesi Seher’in anılarındaki nehir ve kilise işte burasıydı.
1915 Ermeni Tehciri’nde Habap köyünden çıkan kafile Palu’ya geldiğinde kadınlar bu kiliseye kapatılmış, erkekler ise alınıp götürülmüşlerdi. Fethiye’nin anneannesi Seher, gerçek ismiyle Heranuş da bu kiliseye kapatılan kadınlar arasındaydı. Birbirlerinin sırtına basa basa kilisenin penceresine ulaşan kadınlar felaketi gördüler. Erkekler öldürülüp Murat suyuna atılıyordu.
Fethiye Çetin, anneannesi Heranuş’un köyü Habap’ı bulduktan sonra, Ermenilerden kalan izlerin peşine düştü. Yıkılmış, kullanılamaz hale gelmiş çeşmelerden yeniden su aktığını hayal etmeye başladı. Yaraların sarılmasına yardımcı olabilirdi çeşmelerin hayata dönmesi...
Proje Hrant Dink Vakfı’nın bir projesiydi.
Buluşmanın en etkili konuşmasını Rakel Dink yaptı. Fethiye Çetin’in anneannesi Heranuş’un yaşadıkları onun dilinde bir destana dönüştü:
Hrant Dink yüzleşme meşalesini elimize tutuşturdu. Biz burada onun meşalesini bu çeşmelerin sularında birleştirdik..
Neleri fısıldadılar? Acılarını, özlemlerini, kayıp ettiklerini, ellerinden alınanları, sevdiklerinden nasıl bir vahşetle koparıldıklarını fısıldadılar...
Olmayan kültürlerini, acılarını ve hiç kullanamadıkları dinlerini, dillerini fısıldadılar...
Kesin ağlayamadılar bile...
Gerçek isimleriyle bir daha kimse seslenmedi onlara...
Belki de fısıldayamadılar, boş gözlerle baktılar...
Aslında bakamadılar da...
Yeniden varolmak için
silindiler, yok oldular, yaşarken öldüler...
Sıra torunlarda...
Kılıç artıklarının tamamen yok olmaması için görev torunlara düşüyor.
Araştırın, okuyun, yazın kendi geçmişinizi öğrenin...
Geçmişinizle yüzleşirseniz hem onları hem kendinizi özgürleştirirsiniz...
Yüzleştikçe insanlaşıyoruz...”
Rakel ve Fethiye’nin birbirlerine sarılmalarıyla büyük acı yeniden paylaşılıyordu...
Evrensel'i Takip Et