23 Mayıs 2012 15:20

Devrim Çakır’a mektup

Sennur Sezer

Bu sayfada ilk kez bir çocuk kitabı yazarı yer alıyor. Aslında mektubun bir bölümü de kitabı resimleyen Ayşın Delibaş Eroğlu’na yazılmalıydı. Çünkü bu kitaplar bir bütündür ressamlarıyla.
Cici Pisi Tedi’yi (Yaşasın Arkadaşlarımız) okudum. Hem de birkaç kez. Kitabı annenize adadığınızı da gördüm. Ancak kitabı yeniden yeniden okumamın nedenini başta anlayamadım. Sonra kitabınızın kapsadığı konu yüzünden elimden düşmediğini anladım: “Küçük Tedi, kardeşlerine bakabilmek için okuma yazmayı öğrenemeden okulundan ayrılmak zorunda kalmış, bir çikolata fabrikasında çalışmaya başlamıştı”.
Tedi (Bu sözcüğün kedi diyemeyen küçüklerin söyleyişinden doğduğu belli) bir tek şey düşlüyor, resimli kitapları okuyabilmek. Ama para kazanabilmek için bütün gün çikolata fabrikasında çikolataları paketlemek zorunda. Gerçi eve giderken istediği kadar çikolata alabiliyor yanına... (İşte gerçek masal bu) Ama bu çikolataların hiç tadını çıkartamıyor. Bir de komşusu var, çocukları Elbebek ve Gülbebek. Bu çocuklarsa çikolata yemeden ders çalışmaya yanaşmıyorlar. Tedi bu çocuklara özeniyor. Keşke o da ders çalışabilse, okula gidebilse. Ama annesiyle babası uzaklarda ve Tedi’nin bakılması gereken iki küçük kardeşi var.
Sevgili Devrim,
Çocuk kitabı yazarı olarak çalışan çocukların özlemlerini yansıttığınız için size teşekkür ediyorum. Çalışan bir çocuk için hafta sonunu parkta geçirmenin önemini de çok güzel anlatmışsınız. Keşke bu kitabı bu çocuklardan sorumlu yetkililer de benim gibi okuyabilse. Cici Pisi Tedi bir bakıma mutlu bitiyor. Kitabın sonunda Tedi’ye okuma yazma öğretecek arkadaşları olması güzel elbet. Üstelik bunu onun erişebildiği çikolatalar için değil dostluk, arkadaşlık için yapmaları da. Tedi, erken yaşta çalışmanın verdiği yargılarla her işin bir karşılığı olduğunu öğrenmiş. İşin burası burnumun direğini sızlatıyor.
Sevgili Devrim,
Çocuklar için yazmanın önemini kavramanız belki de gazeteciliğinizden geliyor. Dünyanın dört bir yanında okul yaşında çocuklar çalışıyorlar. Bizde de. Hem de öyle tatlarına bakacakları tatlı bir şeyleri paketlemede değil, iplikler, tozlar, buharlı ütüler, makine sesleri arasında. (Zaten bisküvi ya da çikolata paketlemesinde de çalışsalar, paketledikleri yiyecekleri tatmaları yemeleri diye bir şey söz konusu bile olamaz da, okulu özleme konusunda bu karşılaştırma iyi. )
Ben bir Çin filmi hatırlıyorum, bir kitap ya da kalem için çilek toplamada çalışan küçük bir kızı anlatıyordu. Bir sınıf arkadaşı evlendirildiğinde ona aldığı kalemi armağan etmişti. Okuması, kendi ayakları üstünde durması engellenen kıza simgesel bir armağan. Çalışan çocuklar dendiğinde aklıma o küçük kızın gelini götüren kamyonun ardından koşuşu geliyor. Bir de Cengiz Atymatov’un İlk Öğretmen öyküsü. Öğretmen Duyşen’in küçük yaşta akrabalarının evlendirdiği Altınay’a devrim adına sahip çıkışı. Aynı heyecanı bir de Karakalpak Kızı’nda (Tulepbergen Kaipbergenov) duymuştum. Bir kediciğin kardeşlerine bakmak için çalışmasından nerelere geldik. Belki de bu içsel seyahatte Ayşın Delibaş Eroğlu’nun yaptığı resimlerin payı var. Tedi ve kardeşlerinin uyuduğu odada sobanın üstünde asılı çamaşırlar olmasa bu öykü gerçek gibi okunur muydu?
Sevgili Devrim Çakır,
Yeni kitaplarını heyecanla bekleyeceğimi söylememe gerek yok. Bir nineye yeniden çocuk olma heyecanını verdiğin için teşekkürler. Cici Pisi Tedi’yi patisinden, seni yanaklarından Ayşın’ı da gözlerinden öperim.

Evrensel'i Takip Et