02 Ekim 2016 06:00

Zor zamanlardan geçmek

Zor zamanlar, ancak sanat ve sanatçının kuracağı düzgün cümleler ve alacağı doğru tavır ile aşılabilir.

Paylaş

Özgün E. BULUT

Öyle günlerden geçiyoruz ki düşünsel dünyamız sarsıntıdan edebiyatı yakalayamıyor. Vücut kimyamızın ahengi diplerde dolaşıyor. Burç analizcileri belki de bu kadar şaşkına düşmemişlerdir. Zodyak bile bugünlerin etkisini ölçememiştir. Ya da olumsuz bir tablo çizerek rahatlıkla yorumlar da yapabilirler bugünlere dair. Her ne ise, yürek daralıyor ve nefes alışverişlerimiz içimizdeki acıları büyüttükçe büyütüyor. Edebiyata dair bir şeyler yazmaya, iki romandan tat almaya uzağız artık. Oturup rahatlıkla iki kelam edemiyoruz. Korkudan değil elbet. Önümüzdeki tablodur bize bunları düşündüren. 
Her gün bir sarsıntıyla uyanıp, sonra hiçbir şey olmamış gibi yaşamak, bir şey olmamış gibi davranmak acıların en korkuncu. Tevfik Fikret’in dizesindeki ‘kimden, nasıl mutluluğumu dileyeyim/ korkunç, ölümden daha korkunç bir acı bu’ gibi bir durumdan söz ediyorum. Hayatın gri ve sıcak atmosferi niye hep ölüm üzerinden ısınır! Ölümün o yakıcı, o ağlatan hüznü her zamanki gibi niye ‘beylik’ laflara takılır?
Haftalardır şöyle kırklı yıllara gidip, o dönemin edebiyat atmosferine dair bir şeyler yazmak; ‘acılı kuşak’ olarak bilinen kırklı yılların şairlerine değinmek, o yılları anlatmak istiyordum.  Ancak ülkedeki hal ve gidişat ne yazık ki bunun önüne geçti. Kendimi bildiğimden beri hep aynı sözü duyarım. ‘Zaman birlik beraberlik zamanı’. Eyvallah da birlik ve beraberlik neden sağlanmaz? Bunu da bir türlü anlayamadım.  
Kırklı yılların edebiyat ortamını, o dönemin şairlerini, gittikleri mekanları, yaşadıklarını birçok yerden okudum. Ancak Mehmed Kemal’in yazdıkları derli topludur. ‘Acılı Kuşak’ ve ‘Şairler Dövüşür’ önemli kitaplardır ve anılar yumağı olduğu kadar, öğreticidir de. 
Cemal Süreya’nın Darphane Genel Müdürlüğü ile ilgili anlatılan meşhur bir öykü vardır. Dönemin milliyetçi cephe hükümetinin bakanı onu görevden almaya kararlıdır. Darphaneyi teftişe gelir ve Süreya’yı görevden alacak bir şey bulamaz. Yine de onu görevden alır ve gerekçe olarak da darphanenin pis olmasını gösterir. Bundan sonra Cemal Süreya bir açıklama yayınlar ve orada şöyle der: “Darphane binası tarihinde iki saat kirlenmiştir o da bakan beyin ziyareti nedeniyle.” Mehmed Kemal ise bu olayı şöyle anlatmaktadır: “Sorumlu Cemal’i işinden ayırmak amacıyla darphaneye geliyor. Belki de gördüğü ilk darphanedir burası. Her tarafı gezmek istiyor.”
“ Şurayı aç!...”
Açıyorlar.
“Şurayı da açın…”
Orayı da açıyorlar.
Böylece açılmadık kapı kalmıyor. Bütün kapılar çift anahtarla açılıyor. Sonunda soruyor, sorumlu:
“Başka açılmadık kapı kaldı mı?”
Cemal gülümsüyor.
“Var mı başka kapı?”
“Var”
Cemal göğsünün şiirle dolu bölgesini işaretliyor:
“İşte burası. Gönlümüz.”
Mehmed Kemal’in bu anlatımı pek bilinmez. Darphanede söylenen söz budur. Diğeri ise görevden sonra yaptığı yazılı açıklamadır. İkisi birden anlatılınca bir bütün şiir oluyor. Şairin kavgası da bu kadar fiyakalı olur.
Yine  Mehmed Kemal’in anılarında en önemli anekdot kitaba ismini veren birkaç sayfalık Acılı Kuşak bölümüdür. Orada nasıl fişlendiklerini, ne uğruna harcandıklarını aktarır. Hatta bir gün bu arşivler açıldığında ya da incelendiğinde ne kadar, basit saçma şeylerden suçlandıklarını herkesin göreceğinden bahseder. “Nice yurtsever insanları, üç beş kuruş ziftlenme karşılığı lekeleyenler tanıyacaksınız” der ve iki olaydan söz eder. “İbret kitabını yazan Asaf Tugay anlatıyor. İstanbul muhafızı Cemal Paşa (sakallı) hafiyeler kullanırmış. Kullandıkları o kadar adi kimselermiş ki bir gün kendisine bu kadar adi kimseleri neden kullandığını sormuşlar: “Parasız vatanperverlik olmuyor…” demiş. Bir gün gene böyle güvenini kazanmış, Enver ve Talat Paşalara yanaşmış birisi için fikrini sordum: “Ben onu, ne mal olduğunu bilerek kullanıyorum” demiş.”
O günlerden bugünlere ne değişti demek istemiyorum elbette. Ancak bildiğim bir şey varsa o da dilin alabildiğince kirlenmesi. En kışkırtıcı ve sert ifadeler, küfürler havada uçuşuyor. Bu ülkenin bazı demokratları, muhalif gibi görünen bazı insanları, içlerinde biriktirdikleri öfke perdelerini, en küçük fırsatta dışarıya vurmada zorlanmıyorlar. Liberali, İslamcısı, Ulusalcısı aynı ses rengiyle çok rahat bir şekilde şarkılarını okuyup, gencecik insanların ölümleri üzerinden şiddetin dilini vazgeçilmez bir seçenek olarak sunabiliyorlar. Birlik ve beraberlik cümlesi ise böyle bir dilden sonra nereye oturtulur, anlamak mümkün değil.
Zor zamanlar, ancak sanat ve sanatçının kuracağı düzgün cümleler ve alacağı doğru tavır ile aşılabilir. ‘Barışalım’ mesajı şiddettin dili ile kıyaslanmayacak kadar yürekli ve erdemli bir dilin eylemidir. Sanat zorun karşısına bu kadar yalın ve açık bir şekilde çıkmaya devam ettikçe yıldızlardan bir dünya hayali her zaman mümkün olacaktır. Artık insanlar ret ve inkârın yanına şiddeti de alıp gelen bir dalga ile karşı karşıya. Burası çok açık ve net. Bunun yolu somut adımlardan geçiyor. Sanatçı üretim sürecini sokakla ortak düşünmelidir artık. Şiir için de geçerlidir bu durum. Hayatı ıskalayan bir şiir dergi sayfalarında süsten öte bir şey değildir. Ortalık yanarken, buzlu meşrubatın tadından söz etmek, yangına ortak olmakla eş anlamlıdır. Yüreğimize dokunup konuşmanın tam sırasıdır. Kirlenmeyen ve açılmayan tek kapı orasıdır çünkü.

ÖNCEKİ HABER

Özgürlük nöbeti günlükleri

SONRAKİ HABER

Ezop

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa