02 Ekim 2016 05:34

4 gazete kalana dek kapattılar, sonra 600’ü birden açıldı

Kapatılan yayınlar daha gür bir sesle yoluna devam eder. Baskı döneminin şakşakçıları ise o baskının ya mağduru olurlar ya da unutulur giderler.

Paylaş

Hakan GÜNGÖR

Abdülhamid benzetmesi yaparken, bu bir eleştiri olarak yöneltilmiş olsa dahi, karşıda bunun tesiri zannedilenden farklı oluyor. Zira hafiyelerin fink atıp muhbirlerin kol gezdiği o dönem, özlem duydukları ve tekerrür etsin diye çabaladıkları bir tarihi dilime işaret ediyor. “Abdülhamid gibi” dedikçe, onlar yumruklarını sıkıp belki de sevinç nidaları ile “zafer” kutluyorlar. Bilmiyorlar. Kapatılan yayınlar ad değiştirir sürer. Dahası istibdat düzeninin kurucularının kapattıklarından bile fazlası, hem de daha büyük bir umut, koca bir güçle tekrar yayına başlar. 

‘ŞEVKETLÜ ABDÜLHAMİD’, ‘ŞU KÖTÜ ABDÜLHAMİD’  ANLAŞILINCA

Bugün hukuki dayanağı olmadan kapatılan yayınlardan söz ediyoruz, dün de farklı değildi. Olmaktan övündükleri o baskıcılar, güçlerini kaybetmeden evvel trajikomik kararlara imza atıyor, olmadık nedenlerden baskı makineleri durduruyordu. Baskı makineleri, baskı düzeni kurmaya çalışanlara nihayetinde hep galip geldi. Bugün az buçuk tarihle haşır neşir olan, söz gelimi bir basın tarihi kitabı eline geçmiş herkesin aslında bildiği bir şeyi tekrar ediyorum hepsi bu. 
II. Abdülhamid dönemi Türkiye basını için boğucu bir dönemdi, bilinir. Padişah’ın büyük burnuyla alay edildiği sonucu çıkmasın diye “burun”, Osmanlı’ya “hasta adam” dendiği algısı oluşur diye “hasta” kelimesinin yasaklı oluşu, baskıya dair az buçuk fikir verir zannediyorum. 
Yalnızca fikri nedenlerle gazeteler kapatılıyordu zannedilmesin. Dizgi yanlışları yüzünden bile gazete kapılarına kilit vurulduğu oluyordu. Söz gelimi Sabah gazetesinde “Şevketlü Abdülhamid”, Arap harfleriyle “şu kötü Abdülhamid” olarak okunabileceği şekilde çıktığı için, gazete bir süreliğine kapatılmıştı. Devletin kendi basımevinin bile kapatıldığı olmuştu. Çünkü devlet yıllığında Kanuni Esasi’nin bir yaprağı cilde ters girmişti. Bu yaprağın ters basılması hadisesi “Padişahı baş aşağı görme dileği” olarak yorumlanmıştı. Tüm bu abesle iştigal vaziyet sona erdiğinde memleketin her karış toprağından yayınlar fışkırmıştı. 

‘RUS SALATASI’NIN ADI NASIL ‘AMERİKAN SALATASI’ OLDU

Meselenin bir başka boyutu daha var. Yayınları hedef göstermek, kapatmaları alkışlamak veyahut bu duruma sessiz kalmak... Özellikle gazetecilerden söz ediyorum. Ortada bir karartma makinesi varsa ve o makineyi alkışlıyorsanız elbet onun hedefi olur, gün gelir zifiri karanlığın ortasında siz de kalırsınız. Bunun için son birkaç yıla bile bakmak yeterli. Şayet pek özenilen Abdülhamid ve Demokrat Parti dönemi üzerinden misal verilecekse, Hüseyin Cahit Yalçın yeter de artar bile…
Hüseyin Cahit, Tan Matbaası’nın basılması ile anılır. Çünkü Tan’ı hedef göstermiş, talan edilip yıkılmasına giden yolu açmıştı. 3 Aralık 1945’te Hüseyin Cahit bir yazı kaleme aldı. “Kalkın ey ehli vatan” başlıklı yazısında Hüseyin Cahi, Tan gazetesine ve “komünistlere” karşı mücadele çağrısı yapıyordu. Tek parti devrinde demokrasi talep eden Tan gazetesini hedef alan Hüseyin Cahit’in yazısı talancı kitleleri harekete geçirdi. Tan Matbaası’na girildi, matbaa kullanılmaz hale getirildi. Gazetenin sahibi Sabiha ve Zekeriya Sertel yayıncılığı bırakmak zorunda kaldı. Üstelik saldırının ardından hukuki yaptırımlara maruz kalan yine Sertellerden başkası değildi. 
Bir yayının kapatılması sadece o yayınla ve yayıncılarla ilgili değildir. Toplumsal sonuçları daha da ağırdır. Tan baskınının sonuçları da kalıcı sakatlıklar doğurdu. Baskı öyle bir hale gelmişti ki, insanlar Tan’ı ve sosyalizmi anımsatacak ifadeleri bile kullanamıyordu. Can Dündar’ın “O Gün” kitabında hatırlattığı üzere Karaköy’deki “Tan Mezecisi” adını “Can Mezecisi” yapmış, her yerde “Rus salatası” diye satılan yiyecek bir gecede “Amerikan salatası” oluvermişti. Bu akıl dışı korku ikliminin özgürlüğe vurduğu darbe ve bireyler üzerindeki baskısı kolay silinivermiyor elbet. 

TAN’I HEDEF GÖSTEREN HÜSEYİN CAHİT’İN DERGİSİ KAPATILMIŞTI

Hüseyin Cahit dedik, hatırlatma yapalım. Tan’ı hedef gösteren ve talan edilip kapatılmasının yolunu açan zatı muhteremin zamanında bir yazısı yüzünden çalıştığı yayın kapatılmıştı. Edebiyat derslerinde sıklıkla anılan “Servet-i Fünun” (Fenlerin Zenginliği diye çevrilebilir sanıyorum), Hüseyin Cahit’in bir yazısı yüzünden kapatılmıştı, hem de II. Abdülhamid tarafından! Hüseyin Cahit’in kapatılmaya neden olan yazısının başlığı “Edebiyat ve Hukuk” idi. 17 Ekim 1901’de yayınlanan yazısında Hüseyin Cahit, edebiyat ve hukukun etkileşiminden söz ediyor, Fransız edebiyatı ve yasalarından bahsediyordu. Ersoy Topuzkanamış’ın“Dergi Kapatan Yazı: “Edebiyat ve Hukuk” adlı makalesinde belirtildiği gibi, Hüseyin Cahit, Victor Hugo’nun “Bir Mahkumun Son Günü” kitabını ele alıyor, idam cezasına çarptırılmış bir mahkumun durumunun anlatıldığı eserin Fransa’daki idam cezasına yönelik getirdiği eleştirilerden söz ediyordu. 
Makalenin yayınlanmasının ardından Servet-i Fünun dergisi, Matbuat Müdürlüğü’nce kapatıldı. Kapatılma kararında şöyle deniyordu: “Edebiyat ve Hukuk gibi masum bir başlık altında Servet-i Fünun gazetesinin ekli sayısında yayımlanan tiksinilecek makalede, Fransa kral ve kraliçesinin idamlarına (Fransız) Büyük Devrim(in)e ilişkin olaylar kamunun gözleri önüne serilerek bizlere büyük iyilik ve bağışta bulunan yeryüzü halifesi efendimiz hazretlerine karşı (halk) ayaklanmaya kışkırtılmakta olup…”

İSTİBDAT DEVRİ BİTİNCE YÜZLERCE GAZETE KURULDU

Hüseyin Cahit, Abdülhamid’in gadrine uğramış bir yazardı. Aynı Hüseyin Cahit ileride Tan Matbaası’nın kapatılmasına yol açmıştı. Ama unutulmaması gereken çok önemli bir nokta daha var. Basına yönelik baskılardan mağdur olup bundan ders çıkarmayan ve baskıların sözcülüğünü yapmaya soyunan Hüseyin Cahit, Demokrat Parti döneminde, hem de yaşı 70’i aşmışken hapse atılmıştı. O günlerde bu karara itiraz edenler, Hüseyin Cahit’in özgürlüğünü isteyenler, Tan Matbaası’nı da savunanlardan başkaları değildi. 
Abdülhamid olmanın da, Hüseyin Cahit olmanın da, onlara öykünmenin de özgürlük ve demokrasi açısından izahı yok. Hıfzı Topuz’un Türk Basın Tarihi kitabında belirttiği üzere istibdat devrinde İstanbul’da sadece 4 gazete vardı. İstibdattan sonra mı? İnanması güç belki ama ilk iki ay içinde 200’ün üzerinde gazete imtiyaz aldı, ilk üç buçuk yıl içinde 607 gazete ve dergi yayınlandı! Fikir galip gelmişti. Yayın yasaklamanın bir işe yaramadığı, nihayetinde daha gür ve çok sesli basın yayın organlarının ortaya çıktığı görülmüştü.
İstibdat devri elbet sona erer, kapatılan yayınlar daha gür bir sesle yoluna devam eder. Baskı döneminin şakşakçıları ise o baskının ya mağduru olurlar ya da hiçbir kalıcı iz bırakmadan unutulur giderler. Hamaset değil hakikat. Ben demiyorum; tarih böyle söylüyor. Kapatılan her yayının yerine yenileri açılır, tıpkı kapatanların bu dayanaksız uygulamaları için tarih kitaplarında yeni utanç sayfalarının açıldığı gibi…
Not: “Evrensel kapatılıyor” başlıklı sözde “haber”i yapıp hedef gösteren, bu “haber”de kaynak da belirtmeyen zat, Gülen cemaatinin haberleşmek için kullandığı öne sürülen “ByLock” uygulamasını yüklediği gerekçesiyle tutuklandı.

ÖNCEKİ HABER

Kapatın… 

SONRAKİ HABER

Gomidas-Kimsecik

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...