11 Eylül 2016 08:29

Algan: Oyuncular heroizmi bırakıp işçi gibi mücadele etmeli

Ayla Algan: Halk filmleri yoktu o zamanlar. Hep aşk filmi vardı. İki senaryoyu alıp tek film yaparlardı.

Paylaş

Serpil KILIÇ

Öyle büyülü bir insan ki Ayla Algan, adını duyduğunda insanın içini bir sevgi kaplıyor. O size anlatsın bir dönemi, siz de kocaman gözlerle ağzından dökülen her sözün büyüsüyle zihninizde o anı canlandırın. Evet Ayla Algan’la röportaj  yaparken tam da yaşadığım şey buydu. Sinema serüvenini başlatan “Karanlıkta Uyananlar” filmi üzerinden  büyük bir saygıyla bahsettiği Vedat Türkali’yi, işçi sınıfının mücadelesini,  tiyatro yolculuğunun dününü, bugününü konuştuk.  Sohbetimiz son bulduğunda kendimi bir kütüphaneden okumak istediğim her kitabı okuyup çıkmış gibi mutlu hissettim. Umarım sohbetimizin büyüsü size de ulaşır...

VEDAT TÜRKALİ GAYYA KUYUSU GİBİYDİ 

Vedat Türkali’yi uğurladık daha yeni...
Evet. Çok üzgünüm. Ben gelemedim. Hemen tansiyonum çıkıyor. Beklan’a (Algan) bile gidemiyorum. Bela olmak istemedim. Evdeydim ama dediğim gibi gelemedim, düşündüm, onu yaşadım evimin içinde dolaşırken, hissettim. Ben o kalabalığın içinde bunu yapamazdım ama buradan vedalaştım onunla. Çok değerli benim için. Başka bir insandı. Bilge bir kişiydi. Altını kazıdıklarında fos bir şey çıkmazdı. Gayya kuyusu gibiydi. Dervişti. Ama eserleri ile beraber çok iyi evlatlar, sinemacılar da bıraktı ardında. Hâlâ aklımdadır; biz “Karanlıkta Uyananlar” için evlerinde çalışırken Deniz’le Barış da küçücüktü, heyecanla dinlerlerdi bizi. Öyle de iyi insanlar oldular ki. Babalarının yerini tutacaklardır. 

Sizin sinema yolculuğunuz da Vedat Türkali’yle başladı: “Karanlıkta Uyananlar.” Türkiye sinemasındaki ilk işçi sorunları ve grev konusunu işleyen film diye biliyoruz. 
Evet. DİSK’ten işçi arkadaşlar kumanyalarıyla geldiler grev sahnesini oynamaya.

Gerçek bir işçi filmi olmuş o zaman?
Kesinlikle. Tastamam öyleydi.

Ama sizin için sinema bu filmle başladığı için ayrıca özel olmalı. Mesela rolü kabul etme süreciniz?
Valla rolü kabul etme gibi bir şey olmadı. Babam, dayım da filmin içindeydiler. Beklan (Algan) zaten filmin yapımcısıydı. Hatta Actors Studio’dan Amerikalı bir yazar arkadaşımız da vardı. Onun komik bir hikâyesi de var. Ertem Göreç filmi İngilizceye çevirdikten sonrasında yani. Bizim Amerikalı arkadaş “Bu film anti Amerikancı olmuş, dedi.”  Ertem hemen itiraz etti: “Yok canım bu anti emperyalist bir film oldu, dedi.” Eduard’tı  yazar arkadaşımızın adı. CIA  adamın peşinden Türkiye’ye gelmiş. Adama demişler ki; Amerika’ya karşı bir filme niye para yatırıyorsun. Eduard da adama demiş, “Bu Amerika’ya karşı değil, emperyalizme karşı bir film.” (Gülüyor). İşte böyle oradan buradan paralar topladık bu filmi yapmak için. 450 lira gibi bir şeydi filmin bütçesi. Ö. Lütfi Akad’ı müdür yaptık. Abdülkadir Bey (Vedat Türkali) filmi kaleme aldı. Amacımız böyle sosyal içerikli filmler yapmaktı. Ama ne yapıp edip engel oldular. 

Nasıl?
Antalya’ya gösterime gittik koca koca kamyonlarla adamlar geldi. İstanbul’daki bir gösterime molotof kokteylleri atıldı. Oysaki kaç kere sansür kurulundan geçti film ama hiçbir şey bulamadılar. Çünkü Türkiye’yi koruyan bir filmdi.

Afişinde de “İşçi anayasanın bekçisidir.” yazıyor. Oldukça iddialı değil mi? 
Evet o Nuri Baba’nın ( Mümtaz Ener) lafıydı. Türkiye’yi güçlendiren bir söylemdi. İşçi, Türkiye’nin özüdür.

‘KOLEKTİF SANAT YAPIYORDUK’

Peki o dönemde Türkiye Sineması’nda nasıl filmler, senaryolar vardı ki; “Karanlıkta Uyananlar” gibi bir iş farklı bir yere oturuyordu?
Halk filmleri yoktu o zamanlar. Hep aşk filmi vardı. Yeşilçam’ı biliyorsun. İki senaryoyu alıp tek film yaparlardı. Senarist azdı. Hele politik yazar hiç yoktu. Abdülkadir Hoca ( Vedat Türkali) “Karanlıkta Uyananlar”ı yazarken bize okurdu. Onun evinde kolektif bir sanat yapıyorduk. Yemekler, sohbetler okumalar... Ama izin vermediler.

Sizce sinemalarda engellenmese seyirci bulur muydu? 
Sinemalarda gösterilmesine izin verilseydi tutardı. “Karanlıkta Uyananlar”  filminin satılmasına mani olununca hepimiz parasız kaldık. Artık gırgırını yapmaya başlamıştık. Bilhassa Ertem Göreç’in eşi bakkala gidip havalı havalı “Sen Karanlıkta Uyananlar filmini biliyor musun, harika bir film yaptık, ama battık” diyormuş. (Gülüyor.) Fikret Hakan bize çok destek oldu. Zaten çok iyi oyuncuydu. Kaşesinin yarısına belki daha azına oynadı, sağ olsun. Herkes çok idealistti orada. Keşke filmi satabilseydik de o parayla daha iyi filmler yapabilseydik.

Sizler tek tek politik olmaktan çekinmiyor muydunuz? 
O zaman hepimiz idealisttik. Biz Beklan’la Amerika’dan döndükten sonra ne yaptıksa vatanımızı korumak için yaptık. Bizim, dönemin oyuncularının, yazarlarının idealleri vardı. Yeni yeni sendikalaşmalar başlamıştı. Biz de sendikalar etkinleşsin istiyorduk. Öyle bir zamandı 60’lar. Sonra 70’ler 80’ler...  Sonra zaten 1402 sayılı yasa ile tiyatrodan uzaklaştırılanlar oldu.
Vasfi bey, (Vasfi Rıza Zobu- dönemin ŞT Genel Sanat Yönetmeni) o dönemlerde Şehir Tiyatrolarını sattı. Devlet Tiyatroları ise orduyu asla içine almadı. Ama Şehir Tiyatroları için öyle olmadı, o yüzden bazıları Vasfi Bey’i sevmez.

Muhsin Ertuğrul gibi bir ustayla da çalıştınız. Tabi çokça tiyatro ile anılır adı. Biraz bu ustanın sinemasından da bahseder misiniz bize? 
Şimdi çok iyi olanaklar tabi. Yeşilçam’da olanak yoktu ki. Biz dua ederdik ki; film yıkamaya giderken yolda başına bir şey gelmesin, temiz yıkansın. Muhsin Hoca ( Muhsin Ertuğrul) sinemacı değildi ama tiyatroya ve sinemaya ilkleri getirmek isteyen bir insandı. Senaryo yoktu, oyun yoktu. Batının kırsallarındaki piyeslerini, oyunlarını tercüme edip sinemaya tiyatroya adapte ederdi. Bazı sinemacılar da onu sevmez, niye sevmezler hiç anlamam. Yeşilçam’ın diğer yönetmenleri film bittikten sonra montajda seyrederdi ama o her akşam seyrederdi. Çok iyi dublajcılarla çalışırdı, onca olanaksızlık içinde.

Sinemaya toplumsal gerçekçi bir filmle başlıyorsunuz bu tiyatroda da devam ediyor. 1980’lerde Berlin’de Schaubühne’de 4 yıl kadar politik tiyatro yapıyorsunuz. Politik sinema ya da tiyatro size göre neydi? 
Evet, bunu Beklan’ın tiyatro anlayışı üzerinden açıklayayım. Onun yaptığı gerçekten politik tiyatroydu. Politik tiyatro derken insanın sosyal kimliğini alırdı Beklan. Tabi o sıralarda politik kimliğin olmayacak da ne olacak. Başka bir şey olamazdı zaten. Düşün solcu gazete okuyan başka otobüse, sağcı gazete okuyan başka otobüse biniyordu. (Gülüyor.) Beklan, Schaubühne’de İşçi Tiyatrosu üzerine çalıştı. Bütün tipleri kendi çıkardı. Müzikli yaptık sonrasında çünkü yer yetmiyordu bize. Şener Şen, Macit Koper birlikte gitmiştik, zaten sonra Tuncel Kurtiz de geldi. Çok güzel zamanlardı. 

Türkiye’den Almanya gibi bir ülkeye uzun süre tiyatro yapmaya gidiyorsunuz Bugünü düşününce çok ütopik geliyor bu bana…
Arkamızda koskoca Schaubühne vardı. Ve Ergüder Yoldaş gibi bir müzisyenimiz vardı. Sürekli yazıyor, besteliyordu. Bu büyük bir şanstı. 

“Koca Öküz” şarkınız manifesto gibi…
Kadın özgürlüğü üstüneydi gerçekten şarkılarım. Şanar Yurdatapan yapmıştı şarkıyı. Müzikal gibiydi. Tabi orda da bir direnişimiz vardı. Müzik, telif hakları için sendikalaşma çabalarımız sürüyordu. Mesela Ankara’da sahne alıyorum. Salon hınca hınç dolu ama çıkmadık sahneye. Böylece müzikal sendikalarımız etkinleşti fakat aynı şeyi sinemada yapamadık.

Telif meselesi çok değişti artık deniyor?
Bugün de aynı değişen hiçbir şey yok. Mesela “Aliye” dizisi yurtdışında da gösterildi. Telifleri gelmiş. Çünkü oyuncu hakları diye bir şey var; ama Türkiye’de bu yok. Televizyonculara bu soruyu sormuştum “Neden Türk Film’lerine telif ödemiyorsunuz?” dedim. “Ah Ayla hanımcığım biz Türk Sineması’nın prestiji artsın diye yayınlıyoruz” dediler. Herhalde reklamları da prestij olsun diye aralara serpiştiriyorlar. Öyle böyle reklam değil yani.

‘HERKES SAVAŞMALI, HEROİZME KAPILMAMALI’

Röportaj öncesi “Eskiden tiyatroyu daha çok severdim, şimdi sinemayı” dediniz Ne değiştirdi fikrinizi?
Evet. Çünkü sinemanın kalıcılığı var. Bak Ah Güzel İstanbul (1966) filmim var, zorla oynamıştım ama ne kadar güzel oldu. Bu güne kaldı. Ders gibi oldu taşradan İstanbul’a artist olmaya gelen kızın hikâyesi. Sadri’den (Alışık) çok şey öğrendim. Biz tiyatroda büyük oynamaya alışmışız. Sadri bana gözlerinle oyna derdi yakın planlarda. Gözlerinle ara, gözlerinle düşün. Sinemada ve tiyatroda ayrı oynarız. Bir sevgilinin karşısında söylenen “Seni seviyorum” ile bir tabutun arkasından söylenen “Seni seviyorum” farklıdır.

Şimdilerde tiyatromuzun hal ve gidişini nasıl buluyorsunuz?
Bugün tiyatromuz Amerika, Avrupa gibi oldu maalesef. Şimdiye kadar Muhsin Hoca’nın (Ertuğrul) oluşturmaya çalıştığı kuramsal yapı çok önemliydi. Devlet Tiyatro’sunu, Şehir Tiyatro’sunu niye kurdu! Sanatçısını, oyuncusunu korusun diye. Klasikleri oynayabilsin diye. O dönemlerde bir tek Kenter Tiyatrosu hem Shakespeare hem Ibsen oynayabiliyordu. Her tiyatro bunu yapamazdı. Öyle herkesin harcı değildi çünkü bunu karşılayacak maddi gücü ve iyi oyuncuları herkes toparlayamazdı. Şimdilerde daha performansa, dansa dayalı hatta daha kısa oyunlar var.

DT’nin ve ŞT’nin repertuarını beğeniyor musunuz? Oyun izliyor musunuz?
Valla gelen sanat yönetmenine göre değişiyor. Dünyada da böyle tabi. Bir sanat yönetmeni gittikten sonra onun repertuarı batar, bir sonraki için yine aynı şey. Oyun izliyorum diyemem. Oynamıyorum da. 

Şehir Tiyatroları’nda olan bitenlerle ilgili ne düşünüyorsunuz? 
O konuyu tam takip edemedim. Taşeron oyuncular var. Onların zaten hakları yok, ama kadrolu olanlar hakkında pek fikrim yok. Belediye rejisöre diyor ki istediğin oyuncuyu seç. Bu şekilde oyuncuyla sözleşme imzalıyor oyun başına. İstediği zaman onu gönderir; ama kadrolu oyuncuyu çıkaramaz diye biliyorum ben. Ben zaten istifa edenlere çok kızıyorum. İstifa etmeyin yapabiliyorlarsa kovsunlar! Hem o zaman mahkeme kararıyla geri dönebilirler. Ben niye gideyim, yani yapabiliyorsa kovsun, ben niye kendim gideyim. Burası benim yerim kimi kovuyorsun, diyebilmeliler oyuncular. Bizim oyuncularda da biraz heroizm var. Herkes savaşmalı. Heroizme kapılmamalı. Oyuncu da işçidir. Kendini daha yüce görmemeli ve ona göre haklarını bir işçi gibi savunmalıdır.

ÖNCEKİ HABER

Değinmeler

SONRAKİ HABER

Bekir Bozdağ: Seçilmiş olmak, suç işleme hakkı vermez

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...