07 Ağustos 2016 04:14

ABD-Çin kapışması

Sermayenin küresel çapta hareket etme olanaklarını genişletme konusunda ABD ve Çin’in sürdürdüğü bir imtiyaz savaşıyla karşı karşıyayız.

Paylaş

Cengiz MAHİR

Küresel sermayenin dili olsaydı da konuşsaydı, kendisini en çok kime emanet etmek isterdi? Bunu tahmin etmesi zor, ama şurası kesin: ABD’ye göre daha sıcak bir kuluçkayı ABD’nin kucağından başka bir yerde bulamaz! Bu işte şöyle bir tuhaflık var: Dünya sermaye düzeni nasıl oluyor da tek bir ulusal mihraktan soruluyor? Bu soru belki birçoğumuza kendisini sordurtuyor, ama ABD dış politikası açısından burada bir gariplik yok; sadece kendi tahtına göz diken başkaları var. Bunlardan ABD’nin gözüne en çok batanı bugün Çin. Bunu belki bu şekilde söylemiyor veya devamlı parmağını sallayıp kılıcını bilemiyor, ama söz gelimi Ortadoğu’daki savaş ve ayaklanmalar, Rusya-Ukrayna krizi ve en son Güney Çin Denizi’ndeki sürtüşmeler konusunda şöyle söylüyor: “Gelişmeleri kaygı ve endişeyle yakından takip ediyoruz”.

Dünyanın farklı bölgelerine yaptığı fiili müdahalelere aldığı tepkilere göre “demokrasi”, “özgürlük” ve “barış” referanslı birkaç mesaj vermek onun için bir tür ritüel. Bu sözcükler aslında onun küresel egemenlik söylemini donatan altın varaklar; dünyada yaşanan her bir gerilim, her bir çatışma bu jargonu canlı tutmaya vesile oluyor. Herhangi bir uluslararası kriz bilançosunda dünya kamuoyunu bir siyasi ahlak yağmuruna tutması buradan geliyor.

ADALAR KRİZİ

Bir örnek verelim: 12 Temmuz’da Hollanda’daki Lahey Uluslararası Tahkim Mahkemesi ABD’nin cesaretlendirmesiyle kendisine Çin’in Güney Çin Denizi’ndeki Nansha Adaları’nda hak talep etmesi konusunda başvuran Filipinler’in leyhinde karar almış, buna karşın Çin mahkemenin kararını ve uluslararası otoritesini tanımadığını ilan etmişti.

Reuters haber ajansına konuşan ABD Deniz Operasyonları sorumlusu John Richardson’un konu üzerine yorumu şu şekilde: “ABD Donanması, herkese teminat veren deniz ve hava yollarının legal kullanımının ve bu konudaki özgürlük ve hakların korunması için Güney Çin Denizi dahil olmak üzere tüm dünyadaki rutin ve legal operasyonlarını yürütmeye devam edecektir”. Ama sorun zaten burada yabancı sularda uluslararası “özgürlük ve hakların korunması” misyonunu ABD donanması kendisine bahşediyor ve buna direnen her tür merkezkaç eğilimini “özgürlük ve hakların korunması”na bir tehdit unsuru şeklinde lanse ediyor.

Çin ise ABD’nin bölgedeki egemenliğini güçlendirme hevesini 19 ve 20. yüzyıl sömürgeci ve emperyalist güçlerin bir devamı olarak yorumluyor. Hikayenin Çin versiyonunu yaygınlaştırmak için Çin hükümeti New York’taki Times meydanında büyük meblağlara kiraladığı elektronik reklam panolarında tüm Ağustos ayı boyunca günde 200 kere gösterilecek bir tanıtım filmi hazırlattı. Filmde Çin’in Adalar konusundaki hak talebinin meşruluğunun Song hanedanlığı resmi görevlisi Zhao Rugua’nın 13. yüzyılda yazdığı Zhu Fan Zhı (Barbar Ulusların Tasviri) ve Ming hanedanlığında 14. yüzyılda yazılan Yuan Shı (Yuan Tarihi) metinlerindeki Ada tasvirlerine kadar uzandığına değiniliyor; bazı yabancı uzmanların görüşleri eşliğinde adalar çözümü konusunda bölgedeki muhatap ülkeler arası ikili görüşmelerin önemi vurgulanıyor. Diğer bir deyişle “ABD, sen bu işe karışma!” mesajı veriliyor.

EKONOMİK BÜYÜME

Meselenin propaganda kısmı bir yana, Çin’in ekonomik ve jeopolitik çıkarlarının Güney Çin Denizi’nde karşılık bulabilme olanaklarına ilişkin bazı sorunlara değinmek yerinde olacaktır. İktisatçı Minqi Li’nin bir çalışmasına göre, sermaye birikim oranının yüzde 70 civarında seyrettiği Çin’in kâr oranlarını yüzde 10 üzerinde tutabilmesi için senelik yüzde 7 civarında ekonomik büyüme kaydetmesi gerekiyor. Birikim oranı seviyesi Çin için hayati öneme sahip. Bu oranın düşmesi halinde Çin’in küresel pazara yaptığı sanayi ihracat kapasitesi düşer; iş gücü verimliliği daha yavaş büyür; işçi ücretlerinin artış hızı üretim verimliğini hızını geçer; sonuç olarak Çin’in küresel pazardaki rekabet gücü zayıflar ve GSYH’nın yatırım payını daraltır.

Ekonomik büyümenin iki önemli dayanağı, sanayi ihracatı ve yatırım kapasitesi, dünya pazarındaki ihracat ve yatırım olanaklarını belirleyen jeopolitik dengelerle yakından ilintili. Güney Çin Denizi, Pasifik’i Hint Okyanusu’na, Basra Körfezi’ne, dolayısıyla Avrupa’ya ve Türkiye sularına bağlayan geçit kanalının temel halkasını oluşturuyor. Çin’in bir süredir yürüttüğü “Yeni İpek Yolu Projesi” bu uzun hattın temellerini inşa etmeye yönelmiş durumda. Bu projenin kapsadığı bölgelerde yaşanabilecek herhangi bir siyasi dalgalanmanın yapılan yatırımları olumsuz yönde etkileyebileceği aşikar. Ama diğer yandan bölge ekonomilerinin canlandırılmasına katkıda bulunması da plan dahilinde olduğu için dünya pazarında artan Çin payının uluslararası siyasi dengeleri de Çin’in lehine geliştireceği umuluyor. ABD’nin dünya pazarının ulusal lider rolü ve buna yönelik dünyanın farklı bölgelerinde izlediği politika Çin’in ekonomik ve politik rotası açısından bir negatif faktör konumunda bulunuyor. Ama tam olarak da Çin’in dünya pazarında yaptığı yatırım hamleleri ABD’nin küresel egemenliğini koruma hedefiyle çelişiyor.    

‘KAZAN KAZAN’

Uzun lafın kısası, rakibi olmayan bu (görece) tek kişilik satranç oyununu Çin bozmuş durumda. Bunu ABD de özünde yalanlıyor değil, ama emperyalist güçlerin küresel kapışmasında karşıtının hamlelerini öngörebilme kabiliyeti ve kendini değişen konjünktürlere adapte edebilme kapasitesi açısından ABD, Çin’e kıyasla daha çok tecrübeye sahip. Bu, belki Çin’in politika yapıcıları ve düşünürleri tarafından henüz bu şekliyle tasvir edilmiyor; şimdilik onların sözcük dağarcığında en çok rağbet gören kavram “kazan kazan”.

Uluslararası yatırım projelerinde bir parola haline getirilen bu söylem Çin’in dış politikasını bir sis perdesiyle örtmesine yarıyor.
Sanki hiç kimsenin kaybetmediği, herkesin kazandığı dostane bir oyuna tanıklık ediyoruz, ve sanki Çin’in bugün bulduğu bu sihirli formül daha önce keşfedilebilmiş olsaydı dünya tarihinin bugüne kadar tanıklık ettiği sayısız emperyalist savaşın kaderi başka olabilirmiş gibi bir rüzgar estiriliyor.

Rüzgar değil ama, belki fırtına demek daha doğru olur. Sermayenin küresel çapta hareket etme olanaklarını genişletme ve esnetme, ve bundan kendi adına çıkar sağlama konusunda ABD ve Çin’in sürdürdüğü bir imtiyaz savaşıyla karşı karşıyayız.
Güney Çin Denizi’nde bitmek bilmeyen gerginlik, bu fırtınanın çakan şimşekleri değil de nedir?

ÖNCEKİ HABER

Bozuk saat ya da sağcılar Amerikancılıktan vazgeçebilir mi?

SONRAKİ HABER

Demokratikleşme mi, ‘Allah’ın lütfuyla’ diktatörlük mü?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...