02 Temmuz 2016 10:24

Yoklara, yokluğa inat bir hayat

Artık kader arkadaşıdır mandası ya da taktığı ismiyle “Nazar”ı. Nazar’la birlikte Güllü de başlar kendi çocuklarını doğurmaya.

Paylaş

Meltem TEKER
Hayat denilen zorlu maratonda, yaşamı kavrayışıyla, verdiği mücadeleyle, ipi en önde göğüsleyen kadınlardan biri; Güllü Kadın... Geçtiğimiz aylarda 65 yıllık eşini kaybedince hastalanmış, “geçmiş olsun” demek için ziyaretine gitmiştik biz de...    
Kendisine sorsan astımın, aslında yılların biriktirdiği gamın kederin, şişirdiği göğüs kafesi ileride, eli belinde, çocuksu tebessümü yüzünde, sevinçle karşıladı bizi.
Laf lafı açınca da gecenin geç saatine kadar ilerleyen sohbetimizde tüm yaşam hikâyesini “emek” süzgecinde eleyip eleyip sundu önümüze.
Altı ya da yedi yaşlarındaymış babasını kaybettiğinde. Erkek kardeşiyle annesi ve bir de eşekleriyle yaşayıp giderken göz dikenler olmuş annesine. “Bir gün, çeşmeye gitmiştik, orada kaçırdılar annemi, kaldık eşeğimizle çeşme başında.” İki yıl sonra, annesiyle buluşturmuşlar onu... Gitmedim yanına. “Bizi koydun gittin sen” dedim. Nasıl bayıldı düştü attan! Hayali gözümde daha. Bir ayağı eyerde kalmış, vücudu yerde. O gece girmiş yatağıma, almış koynuna beni. Ana kokusu almışım bi kere, bırakmamışım daha…”
Birkaç akrabanın yanında, Kars’tan Muş’a yolculuk başlar. Önce annesi ve üvey babasıyla, annesi ölünce de, kuzenleriyle birlikte dayısının evinde yaşamaya başlamış. Hatta bu evin “Ermenilerden” kalma olduğunu da söylemeden edemedi bize. Kürdün Ermeniyle, Türkün Lazla asla ‘AFFEDERSİN’e yer vermeden yaşayıp gittiği bu köyde hoşgörüyle büyütülmüş Güllü de... Köy okulunun tek öğretmeni epey uğraşmış okusun diye. Fakat yine bir çeşme başı olayıyla hayatı şekillenmeye devam etmiş işte.
 

İMAMIN OĞLUNA ÇOCUK GELİN 
Karadeniz’den imam olarak atanmış, Mısır’da medrese eğitimi görmüş Hafız Dedenin, oğluna almak için beğendiği adaylardan biriymiş. İyiliği, cesareti ve görgüsüyle öne atılmış, dedeye sunduğu bir tas suyla rakiplerini elemişti. “Bana evimizi sordu, aldım götürdüm. Meğer kayın babamı kendi elimle eve götürmüşüm” diyor, mahcup bir ifadeyle.
Evet, büyüklerin verdiği sözlerle, aldığı kararlarla artık bir “çocuk gelin” Güllü… Yaşıyla tezat süslenip bezenmiş, boynuna 8 altın dizilmiş, atına bindirilmiş, hiç görmediği müstakbel eşine ve yeni ailesine doğru yolcu edilmiş. 14 yaşında, tüm direnişine rağmen “verilmiş kocaya”. Savurmuş atmış takıları… “Yetimim diye mi? Yetimim diye mi?” Haykırışlarını, hıçkırıklarını tekrarlamış günlerce. 
Gelin gittiği evde onu, eşinin yanında, cevval bir kaynana, beş kayın, bir görümce, kapıda hayvanlar, bakılacak bostan ve daha yapılacak yığınlarca işler beklemektedir. Tandır dumanına bağışıklığı varmış önceden. Fakat astım yakalamış o yaşta işte...
Kaynanası ölünce yetimlere analık görevini üstlenmiş önce. Yeni kaynana için, hani derler ya, “gözünü kırpmadan” tüm altınlarını vermiş sonra. Günümüzde mevcut iktidarın istediği standartlarda yaşasa da ‘EKSİK’ kadındı hala. Niye mi? Çocuk doğurmamıştı çünkü. Çocuk gelin olmasından mıdır nedir uzun yıllar çocuğu olmamış. Hayatı boyunca da regl ile tanışmamış. Ondan beklenen utanç duygusuna da “Halam geldi” yalanına da ihtiyacı olmamış hiç.
 

NAZAR’IN BEREKETİ
Taze gelin yeni kaynana gelince sıvar kolları Güllü Kadın… Taştan, çamurdan yapar evini... Büyük kerpiç tuğlalara ana, küçüklerine de bala adını vererek sevgiyle örer duvarını... Ne yokluk korkutur, ne yoksulluk bu gözü pek “Karakalpak Kızı”nı... Kapısı hiç kapanmayan, yolu düşen herkesi ağırlayan bir evi vardır artık. Yoklara inat bitmeyen çayı vardır mesela… Ateşte kavurduğu şekeri sulandırır, çaya çevirip sunar misafirlerine... Bir gün ölecek diye terk edilmiş bir mandadır misafiri. Tereddütsüz alır, elleriyle besler, yaşatır mandayı. Artık kader arkadaşıdır mandası ya da taktığı ismiyle “Nazar”ı. Nazar’la birlikte Güllü de başlar kendi çocuklarını doğurmaya. Nazar ve evlatları evi elektriğe ve suya kavuşturur; Güllü ve evlatları da onlara muazzam sevgi, şefkat verir...
Çetin şartlarda okutur sekiz çocuğunu. Pırıl pırıl, eli ekmek tutan sekiz evlat. “Hasta da olsa, yeni doğumdan da kalksa ben her gün fırın yolunda gördüm annemi” diye anlatıyor ortanca oğlu. Çocukları söz konusu olduğunda hastalığı, yokluğu hiçe sayıp, nefesini toplayıp, ağrısını ateşini ayağı altına alıp, yerine hamur teknesini sırtlayıp mahalle fırınına  yol alırmış. Ortanca oğlunu babasının yerine koymuş her daim. “Oğlum diye değil, babam diye gördüm onu” diyor tüm içtenliğiyle.
Yıllar sonra, “ekonomik” nedenlerle büyük şehre taşınmak zorunda kalmışlar. Şeker pancarı tarlalarında, arpada, nohutta, lahanada bostanda koştururken, şimdi aynı heyecanla pencerede, balkonda bitki, çiçek suluyor. İnsana, doğaya, hayvana hatta maddeye, eşyaya ilan ettiği ‘BARIŞ’la yaşıyor.
Oturuyoruz hep birlikte sofraya, Güllü Kadının yüzünde aynı tebessüm. Hayat ona hangi olumsuzluğu yaşatırsa yaşatsın, o her zamanki dinginliğini, sabrını ve erdemini yayıyor sofrasına. “Meltemim, bak senin eteğin. Düğününde giymiştim. Adını Meltem koyduğum eteğim.”
Mutlu yuvasının nazlı kızı olarak yaşarken başından bin türlü melanet geçen Güllü Kadının erdiği “hayatın sırrı”na tüm insanlığın varması umuduyla...
 

ÖNCEKİ HABER

Her yer yasak, bir tek Berçelan kaldı

SONRAKİ HABER

Buradayız, yan yanayız

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa