13 Mayıs 2016 00:57

Soma’da işçileşme süreçleri

Araştırma Görevlisi Coşku Çelik madenlerde istihdam olanağı ve madenlere mahkumiyeti yazdı.

Paylaş

Coşku ÇELİK
Ar. Gör. ODTÜ, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi

Soma katliamı ceza davasının sanıklarından, Soma Kömürleri A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan, bir ifadesinde şu sözleri sarf ediyor: “Benim de Alp Bey’in de tek bir hırsımız vardı, insanlara istihdam sağlamak.” Gürkan’ın bu ifadesinin kuşkusuz bir haklılık payı var. 2000’li yıllarda Soma’da kömür üretiminin artışına emek yoğun üretim tekniklerinin eşlik etmesiyle havzada maden işçisi sayısı 2000 yılından 2013 yılına neredeyse dört katına çıktı. Diğer yandan bu durum, 13 Mayıs 2014’te Eynez Ocağı’nda gerçekleşen katliamın gözler önüne serdiği, madenlerde tecrübe edilen ölümcül olabilecek düzeyde güvencesiz koşullara yaklaşık 15 bin işçi ve ailelerinin nasıl razı geldiği sorusunu da akıllara getirmektedir. Ceza davası sanık avukatlarının mahkemede tanıklık yapan işçiye sorduğu biçimiyle düşünürsek; Madende koşullar bu kadar kötüyse işten çıkarıldıktan sonra işçiler neden işe iade davası açtılar? Bu sorunun cevabını en açık biçimiyle katliamda oğlunu kaybeden bir annenin sözlerinde bulmak mümkün: “Kızım hiç altında pantolon olan, parası olan insan görüyor musun burada? Hep bizim gibi şalvarlı, köylü, gariban. Yoksa insan hiç madene girer mi?”

MÜLKSÜZLEŞME VE İŞÇİLEŞME

Soma katliamının temel nedeni olan ve havzadaki ocaklarda halen büyük ölçüde devam eden üretim zorlamasını anlamak için madenlerde giderek artan işçi ihtiyacının nasıl karşılandığına bakmamız gerek. Havza’da üretim zorlamasını getiren temel sebepler sayılabilecek linyit üretiminin özel şirketlere devri ve üretimin artması süreçlerine tarımsal dönüşüm eşlik etmiştir. Dolayısıyla, havzadaki sınıfsal ilişkilerin dönüşümünün belirleyici unsurlarından biri de tarımda neoliberal dönüşümle tecrübe edilen mülksüzleşme ve işçileşmedir. Tarihsel olarak çoğunlukla tütün üretimiyle geçimini sağlamış Havza’daki yerli nüfus, tütünde kota uygulamaları, TEKEL’in özelleştirilmesi ve tütün üretiminin sermayeye devri ile tarımdan geçimini sağlayamaz hale gelerek topraktan kopma sürecine girmiş ve geçimi için emek gücünü ücret karşılığı sermayeye satmaya mecbur kalmıştır. Madenlerde işçi talebinin arttığı bu dönemde, tarımdan geçimini sağlayamayan ailelerdeki erkekler için madenlerde çalışmak tek seçenek olmuştur. Nitekim Soma’da yapılan görüşmelerde de genel eğilimin, sözleşmeli tarımla elde ettikleri gelirin geçimlerini sağlamaya yetmediği gerekçesiyle çiftçilerin tütünden vazgeçmesi olduğu gözlemlenmiştir. Örneğin geçmişte köyde ailesiyle tütün üreten bir işçi bu süreci şöyle anlatıyor: 

“Burada zaten şu an madende çalışan yerlilerin birçoğu tütünle geçinen ailelerdi. Ama tabii hükümetin siyasi iktidarın tarımı burada tasfiyesi yavaş yavaş… Ta 1990’lı yılların sonunda başladı tasfiye. Kota girdi tütüne. Örneğin sen istediğin kadar tütün yapabiliyordun, kotan yoktu. Ondan sonra 1990’lı yılların sonunda kota koydular. Dediler ki aileye, sen dediler 500 kilodan fazla tütün yapmican. Milleti kurtarmadı bu. Yavaş yavaş başka alternatifler aradılar kendilerine. Başka alternatif de bizim kırsal bölgede… Karaçam olsun, Çepni köyleri hep, kırsaldır yani sulak değildir. Her şey yetişmez yani. Zeytin, tütün… Kırsalda yetişebilecek şeyler burada. Zeytincilik de uzun vadeli şey istediğinden dolayı geçim kaynağı olarak millet madene yöneldi. Şimdi 2003-2004’te başladı bizim köyün madencilik hikâyesi zaten 2003’ten önce çok nadirdir, tek tüktür madene girenler. 2003’ten sonra artık madenci oldu komple. Ondan önce yoktu. Biz o zaman ne madene girmeyi düşündük ne termik santrale. Zaten onların tazminat olarak alacaklarını biz bir üründe alıyorduk. Oraya girmemizin bir anlamı yoktu.” 

‘BİZ NASIL BÖYLE SÖMÜRÜ DÜZENİNE GİRDİK Kİ?’

Diğer yandan, Soma’daki maden işçilerinin ciddi bir kısmı da, linyit üretiminde Soma’nın yatırımcı açısından cazibesinin artmasıyla Zonguldak, Çorum, Kütahya ve benzeri madenci kentlerinden Soma’ya göç eden işçilerdir. Göçmen işçiler için de tablo çok farklı değildir. 2000’li yıllarda tarımsal desteklerin sınırlanması, sanayi tarımının yaygın olduğu bölgelerde tarımsal faaliyette özel şirketlerin söz sahibi olması ve küçük üreticilerin sözleşmeli tarıma mecbur bırakılarak şirketlerin tahakkümü altına girmesi gibi dönüşümler, farklı bölgelerden, tarımsal faaliyetlerle uğraşan köylünün muhtelif biçimlerde yoksullaşmasını ve işçileşmesini getirmiştir. Bu dönüşümlere madencilik kültürünün de eşlik ettiği kentlerdeki aileler, aynı dönemde Soma’da kömür yatırımlarının da artmasıyla Soma’ya yönelmeye başlamıştır. 

Tarımsal dönüşüme eşlik eden geçim araçlarının metalaşması ve nakit bağımlılığının artması olguları da ailelerin madenlerde çalışmaya mecbur kalmasında kritik bir öneme sahiptir. Artan nakit ihtiyacı, maden işçiliğini yegâne düzenli gelir kaynağı haline getirmiştir. Bu anlamda kritik olan, havzada geçimlik tarımın neredeyse tamamen tasfiye olduğu bir dönemden söz ediyor olmamız. Örneğin, katliamda oğlunu kaybetmiş bir kadın, geçmiş günlerin özlemini şu şekilde dile getiriyor: 

“Biz nasıl böyle sömürü düzenine girdik ki? Önceden ovaya gider hep beraber tarhanamızı yerdik. Paramız yoktu ama mutluyduk. Paraya şimdiki gibi ihtiyaç da yoktu zaten. Bizi paraya mahkum ettiler, şimdi her şey para. O günler ne güzeldi.”

‘DÜZENLİ MAAŞI OLUR, KREDİ ÇEKEBİLİR...’

Diğer yandan, artan nakit ihtiyacı borçluluğu da beraberinde getirdiği ölçüde ailelerin borçlarını ödeyebilmek ve hatta borçlanabilmek için madenciliğe yöneldiğini gözlemlemek de mümkün. Özellikle Kınık’ta yaptığım görüşmelerde madencilikle düzenli gelir arasında kurulan doğrudan ilişkinin kentin kültüründe ciddi bir etkisi olduğu görülüyor. Katliamda oğlu ölen Kınıklı bir baba şunları söylüyor: 

“Durumlarımız çok bozuldu, öyle mecbur girdik madene. Mesela bir para gerekse, bankaya krediye başvursan kefil mefil bir sürü iş. Madenciye hemen verirler kredi. Madenci karıları da gerinirdi hep. Zaten Kınık’ta madenci olmayan evlenemez. Kızlar, düzenli maaşı olur, kredi çekebilir diye düşünüyor. Halbuki her gün ölüme gider madenci.”

DAYIBAŞI SİSTEMİ

Tarımda dönüşüm, linyit üretiminin özelleştirilmesi ve işçilerin artan borçluluğu, Soma Havzası’nda emek süreçlerinin de yeniden düzenlenmesini beraberinde getirdi. Hem Havza’daki köylerden hem de çevre kentlerden gelen nüfusun madene inme süreçleri feodal ilişkilere dayanan dayıbaşları aracılığıyla sağlanmaktadır. Maden işçileri tarafından taşeron olarak adlandırılan dayıbaşılığın enformel olarak işleyen bir taşeron sistemi olduğunu iddia etmek mümkün. Dayıbaşları çoğunlukla deneyimli madenciler olup, görevleri öncelikle akrabalık ve hemşerilik bağları ile şirketlere işçi bulmaktır. 

İşçilerin anlattıklarına göre, dayıbaşları işletmeye getirdikleri ekiple beraber sigortalı olarak ve ücret karşılığı işe alınıp sağladıkları işçi başına ve o işçilerin performanslarına göre de ücret almaktadırlar. Ancak, dayıbaşılardan beklenen daha kritik bir görev vardır; ocağa getirdikleri ekibin maksimum kapasiteyle çalışmasını sağlamak ve bunun için gereken baskıyı sorumlu olduğu işçiler üzerinde kurmak. İşçilerin sıkça kullandığı bir ifadeye göre, dayıbaşları işçilerin başında “Azrail gibi duran” şirketin yeraltındaki baskı ve denetimini sağlayan kişilerdir. Dayıbaşıların baskıyı aynı zamanda nakit bağımlılığından dolayı hali hazırda madene mahkûm olmuş işçilerin borçlu olanlarını tespit edip, borçluluklarını koz olarak kullanıp, “dediğimi yapmayacaksan git gidebiliyorsan” diyerek kurmaları da yapılan birçok görüşmede sıkça ifade edilmiştir. 

TALAN VE SÖMÜRÜNÜN SORUMLULARI

Sonuçta, Can Gürkan’ın sözlerine ve sanık avukatlarının sorusuna dönecek olursak, Soma’da özel şirketlerin madenlerde “sağladığı” istihdam ve ölümcül koşullara rağmen işçilerin halen madenlerde çalışmak istemesi, işçi ailelerinin madenlere mahkûm edilme süreçlerinden ve bu mahkûmiyetin işçiler üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanılmasından bağımsız düşünülemez. Diğer yandan, bu durum açıkça gösteriyor ki, Soma katliamı ve Soma’da halen süren talan ve sömürünün sorumluları, kömür üretiminde kâr maksimizasyonunu işçinin yaşamının önüne koyan özel şirketler kadar, üretimi onlara devretmekle kalmayıp bu koşullarda madene girmeye razı olacak düzeyde yoksullaşmayı yaratan politikaların uygulayıcılarıdır.

ÖNCEKİ HABER

Kapitalist düzenin özeti: İşçinin kanı patronun kârı

SONRAKİ HABER

Soma kömür tarihinden bir yaprak

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...