08 Mayıs 2016 03:13

AKP: Burjuva siyasetin krizi

İktidar krizinin Başbakan'ın Saray lehine tasfiye edilmesiyle sonuçlanmasının ardından gelen gün simgesel olayların çakıştığı bir gün oldu.

Paylaş

Hakkı ÖZDAL

Türkiye’de 6 Mayıs 2016 günü, sıcak yüzü 1 haftadır görünmekte olan ‘iktidar krizi’nin, Başbakan’ın Saray lehine tasfiye edilmesiyle sonuçlanmasının ardından gelen gün olarak, simgesel olay ve olguların çakıştığı bir gün oldu.

Sabah gazeteleri açanlar, “Kilis’e ses ver” başlıklı tam sayfa ilanlarla karşılaştılar. İktidardaki sağcı partinin oy membalarından biri olan bu taşra kenti, 2000’li yılların ortalarından 2011’deki krize dek Suriye ile yapılan ticaretin, bu ülkeyle –zaten sırf bu ticaret için kurulan–“iyi ilişkiler”in bir tür “resepsiyon salonu” gibiydi. Ama sonra “işler” değişti. Sağcı iktidarın, yeni-Osmanlıcı gibi paradoksal bir kavramla adlandırılan, ilkel ideolojik, en toleransla bakıldığında bile “İhvancı” bir çerçeveyi aşamayan dış politikasının dolaysız sonucu olarak Türkiye, bizzat kışkırtıcısı olduğu Suriye’deki yıkıcı vekalet savaşının sıcak cephelerinden biri haline geldi ve mal transferlerinin yerini kökten dinci teröristlerin roket mermileri aldı. Bir süredir her gün DAİŞ’in roket yağmuru altında olan kentte, bizatihi AKP iktidarının sınıfsal-sosyal dayanaklarını oluşturan ticaret burjuvazisi, orta ölçekli üretici ve eşrafı büyük oranda temsil eden imzacılar devlete yakarıyordu: “Evlerimize roketler düşüyor. Üzerimize şarapnel yağıyor. Evimizde öldürülüyoruz, Sokakta öldürülüyoruz. Biz, haberlerde alt yazı, iki haber arasında bir kare değiliz! Magazin programlarının arasına sıkıştırılmayı kabul etmiyoruz…”

Ne var ki devlet aygıtındaki temsilcileri olan siyasi klik, bu esnada kendi ikbalinin dolambaçlı yolundaki bir krizin ortasındaydı: “Başkanlık sistemi” gargarasıyla, yasal zemin oluşturmaya bile gerek duymadan, alelacele inşa edilmekte olan “tek adam rejimi”, halen yasal olanakları olan “saray dışı yürütme” aygıtının başındaki teknokratını devirmekteydi. Bu hükümet darbesi, dinci-şoven Türk sağcılığının düzey ve potansiyelini de çarpıcı şekilde gösteren bir gülünçlükle çarçabuk gerçekleşti. Ve Kilis’in ticaret, sanayi ve esnaf odaları başkanları ile kentteki Organize Sanayi Bölgesi başkanlarının gazete ilanıyla “sana bağlıyız ve senden şefkat istiyoruz” diye yalvardıkları devlet, kendisini artık neredeyse tek başına temsil eden Saray tarafından yeni bir mecraya sokulmaktayken; Kilis’in, eşrafın ilanla itiraz ettiği “iki haber arası” statüsü bile çok güvende görünmüyor. “Komşularla sıfır sorun” ve “yeni Osmanlı”hamasetleriyle ülkeyi, en iyimser durumda bile etkileri on yıllar sürecek bir bölgesel krizin ortasına atan, onun kışkırtıcı unsurlarından biri haline getiren dış politikanın mimarı, bu “vizyonunu” hayata geçirmesini sağlayan siyasi güç tarafından kusulmuşken, Kilis’e düşen roketlerin bu çökmüş dış politikayı hatırlatmaktan başka işlevi yok. Bu koşullarda, “iki haber arası” ya da “magazin sonrası” kalmak bile çok yakında Kilisliler için ‘lüks’ haline gelebilir. Zira aynı tek adam rejimi, bir yandan büyük medyayı otoriter bir baskıyla dize getirip, diğer yandan devlet sübvansiyonu ve usulsüz ihale gelirleriyle finanse edilen kendi medyasını inşa etme işini büyük oranda tamamladı.

Türkiye’de belli başlı tüm gazete ve televizyonların bizzat Saray orkestrasyonunda olduğu ya da “temel konularda” yörüngeden çıkmadığı koşullarda Kilis haberlerinin tamamen silinip atılması, 4 kelimelik bir ‘telgrafla’ bile sağlanabilir: “Artık Kilis haberleri görülmeyecek.”

Nitekim aynı 6 Mayıs 2016 günü, Cumhuriyet gazetesinin genel yayın yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül, yazdıkları haberler nedeniyle hapis cezasına çarptırılacakları adliyenin önündeyken Dündar’a yapılan silahlı saldırı karşısındaki tutumuyla bu konuda “midesinin ne kadar geniş” olduğunu göstermiş bir medyadan söz ediyoruz. Uzun süre kendi yazarlığını yapmış ve şimdi bir başka gazetenin yayın yönetmeni olan bir gazeteciye yönelik suikasti, adını taşıyan internet sitesine koymayan Milliyet gazetesi, bunu, bir yayın yönetmenini Abdi İpekçi’yi benzer menşeli bir sağcı terör saldırısına kurban vermiş bir gazete olarak bunu yapıyor ve kanserin ne kadar derine indiğini kanıtlıyor.

Tüm bu utanç verici olaylar ülkenin derin bir siyasi krizin içinde olduğunu gizlemeye çalışırken daha berrak gösteriyor. Türkiye’yi 14 yıldır yöneten burjuva klik ile onun dinci-şoven siyasi temsilcisi tarafından “yapısal ve zorunlu” olarak üretilen ve mali çıkarlarından başka vatan tanımayan “İstanbul burjuvazisi”, Kürt düşmanlığından başka bir “içerik” üretemeyen askeri bürokrasi ve siyasetten neredeyse tamamen kopuk “muhalefet” partileriyle tüm egemen sınıf ve kurumları tarafından da çaresizce seyredilen bu “kriz”; sadece AKP ve Erdoğan’ın değil Türkiye’deki burjuva egemen siyasetin krizidir. Hükümet darbesi, taktik bir deha içeren ve seçmen kitlelerinin gelecek eğilimlerini gözeten bir hamleden çok, inşa edilen tek adam rejiminin zorunlu hamlesi olarak gerçekleşti. Ama ‘tek adam’, itibarının zaten bir süredir silinmiş olduğu uluslararası sistem nezdinde de kredisini iyiden iyiye azaltacak bir zorunlu hamle yapmış durumda.

(FOTOĞRAF: FATİH POLAT)

ÖNCEKİ HABER

‘Bu akşam gün batarken gel’

SONRAKİ HABER

Faşizmin karanlığı, 9 Mayıs’ın şafağı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...