24 Ocak 2016 05:16

Umut’un ‘um’u içimizdeki şey!

Paylaş

Ayşen GÜVEN

Bilenler vardır aranızda; bir ayağımız televizyonda bizim. Kurulduğu günden beri Hayat Televizyonu’nda bir şeyler de yapıyoruz. Hal böyleyken sıkı takip ettiğimiz bir zamanın “ana akım” kanallarında da iş yapmış ama en önemlisi izleyicinin gönlünde, bilgiyle, nezaket ve mütevazılıkla yer edinmiş bir isimle, Ali İhsan Varol ile röportaj yapmak hem keyifli hem de heyecanlıydı. Üstelik mütevazılık bir televizyon şovunun parçası değil bayağı bayağı gerçekti. Gezi direnişi esnasında yapıyor olduğu televizyon programında hep sevdiği kelimeler bu defa mesleğini yapamamak anlamına geldi. Ama su çatlağını buluyor, kelimeler işsizlikten çıkıp stand up anlamına da gelebiliyordu. Varol ile Etimolojik Cahil Cesareti gösterisini konuştuk, umut sözcüğünün köklerini aradık. Elbette kelimelerin gücü adına!

Alıştığımız bir tek kişilik gösteri tarzı var aslında. Uzun zamandır bu işi yapan herkesin devam ettirdiği bir gelenekten bahsediyoruz. O bakımdan yeni bir tarz diyebiliriz.
Ne güzel. Derseniz çok mutlu olurum.

Hem espri biçimleri hem küfürle kurduğu ilişki daha başka. Sizin bu gösterideki dikkat noktalarınız neydi? Bize farklı hissettiren şey nelerden kaynaklı olabilir?
İsteyerek olmuş bir şey değil aslına bakarsanız.

Nezaketli gösteri falan diyesim geliyor.
(Gülüyor). Gösteriyi oluştururken genel olarak kelimelerin kökenlerinden bahsedeceğiz demiştik. Hikayelerini bildiğim kelimeleri anlatacaktım yani. Aralarında oldukça ilginç hikayeleri olanlar vardı. Ben de kelimeleri seçtim önce, hikayeleri anlatılası olanları tekrar hatırlayıp, bulup çıkardım. Ve sonuçta hepsini yazdım ve duvara yapıştırdım. Sonrasında da eledim. Tabii bu gösteri ister istemez insanların gülmesi gereken de bir sahne işi olduğu için o kaka kelimelere doğru da kaymak zorunda kaldım. Çünkü onların hikâyesi daha komikti. Ama farklı bir yoldan ele aldım ben onları. Küfür ya da hakaret olarak algılanan o kelimeleri kullanarak bir espri yapmaktansa içlerindeki komikliği anlatmak insanları irite etmez diye düşündüm. Şimdiye kadar da olumsuz bir tepki gelmedi.

Sahnede  seyirci profiline bakarak anlatımı değiştirdiğiniz oluyor mu?
Mesela O harfiyle başlayan kelime diyorum bazen. Veyahut da zat-ı muhteremin kullandığı kelime diyorum; kelimeyi söylemiyorum. Ama biraz daha profil yetişkin ve sıcaksa, “teşneyse” kendimi çok da sınırlamamaya çalışıyorum, direkt kelimeyi kullanıyorum. Zaten o kelimeyi söylemesen de ip ucunu doğru verdiğin zaman seyirci anında anlıyor. Şunu baştan söyleyeyim tabii, çocuklar için pek uygun bir gösteri değil.

Çok sıradan bulduğumuz kelimelerin de köküne gidince çok komik şeyler çıkabiliyormuş ama.
Aslında onlar zaten insanlarla paylaşmayı sevdiğim şeylerdi. Dostlarıma, akrabalarıma anlatıyordum. Kelime Oyunu’nu yaparken öğrendiğimde; “Biliyor musun şu kelimenin hikayesi böyleymiş. Şurdan şurdan yola çıkmış ve bu anlamı kazanmış” dediğim şeylerdi. Kendi sosyal çevremde hikayeleri ile ilgi gören kelimelerdi.

Bir çeşit kamuoyu yoklaması yapılmış yani.
Aynen. Ama bir gün gösteri yaparsam diye düşünmüyordum elbette.

Ama her şey kahkahalarla güldürmek üzerine de kurulu değil...
Hayır değil. Yapabileceğim bir şey de değil o. Keşke yapabilsem. Arzu ettiğim şey olur aslında. Burada insanları o kadar güldürebileyim ki, öyle bir gülümseme yapışsın ki suratlarına, estetik ameliyatla sökebilsinler ancak. Bu ülkede stand up dediğiniz zaman akla gelen isim Cem Yılmaz’dır. Ve Cem Yılmaz’ın yaptığı da dünya çapında bir iş. Komedi fazla yolculuk eden bir şey değil. Dilden dile kültürden kültüre çok kolay bir şekilde aktarılamıyor, entegre olamıyor. Ama net bir şekilde şunu rahatlıkla söyleyebilirim Cem Abi’nin yaptığı evrensel nitelikte bir gösteri. O yüzden başlarken diyorum; “lütfen beklentinizi yüksek tutmayın” diye. O kadar güldüremiyorum ben.

Bilgiyle çok az ilgilenen bir toplumuz. Bir yandan da herkes uzman, herkes rekortmen. Bu çok bilmişlik çağında  “cahillik” ile yola çıkmak, onu üzerine almak şaşırtıcı geldi.
Ne yazık ki haklısınız. Şimdi mevzu etimoloji ise eğer ve ondan bahsedecek olan kişi bensem, cahil cesaretidir o başka bir şey değildir. Sonuç itibariyle lise mezunuyum. Evet 7 sene işim gereği etimoloji ile ilgilendim, sözlük karıştırdım, kelimelerin peşine düştüm ama bu beni bir yere asla koymaz. Kaynaklardan okuduğum şeyler bile birbiri ile çelişiyor. Çünkü bizim dilimiz kırk kapının ipini çekmiş bir dil. Arapçası, Farsçası malum. Rumcası, Ermenicesi, İtalyancası var.

Ben gösteride Çince dediğinizde yok artık dedim doğrusu.
Vallahi Çince kelimler bile var. Rusça var. Mesela semaver Rusça bir kelime. Halihazırda kendi dilimizden diyerek bildiğimiz kullandığımız pek çok kelime sağdan soldan gelmiştir ya da bizden başka yerlere gidip yeniden dönmüştür. Yani bu dil hakkında ahkam kesebilmek o kadar kolay değil. Adamı sopayla döverler.

Kelimelere ilginiz tam olarak nasıl başladı. Program formatı mı size böyle bir pencere açtı yoksa halihazırda merakınız var mıydı?
Böyle bir merakım vardı ama üzerine istediğim kadar eğilemiyordum. Acaba şu kelime nerden gelmiştir dediğim çok oluyordu. Bazen koşuşturmadan çoğu zaman ise tembellikten kendimi oraya yöneltemiyordum. Kelime Oyunu’nu sunup soru yazarlığını yapmak işim gereği buna yüklenmemi gerektirdi. Sözlük okumak aslına bakarsanız eğlenceli bir şey. Hatta çok eğlenceli. Keşke elimizde daha fazla kaynak olsa, etimoloji sözlüğü olsa. Şu anda en bilineni Sevan Nişanyan’ın etimoloji sözlüğüdür. Herkes onu kullanır. Onun dışında eskiden yazılmış çokça etimoloji sözlüğü var. Keza TDK’nın bir tarama sözlüğü var. Bence çok ilginç bir sözlüktür, herkesin okuması lazım.

Şimdilerde siz bunun üzerine eğitim almayı böyle bir sözlük hazırlamayı düşünmediniz mi?
Ne yazık ki onun için bir ömür daha lazım. Yetmez, isterim ben ama hakikaten yetmez. Bu tip işlerle ilgilenen insanların fildişi kulelerde falan yaşaması lazım. Sadece bu işe yoğunlaşması lazım.


BEN BİRAZ İŞÇİ RUHLUYUM

Televizyonlarda iş bulamadığınız için yolunuzun sahneye düştüğünü gösteride anlatıyordunuz. Bu noktaya nasıl gelindi? Nedenini anlayabiliyor musunuz?
Bilmiyorum hâlâ. Benim hayatımda bir muamma orası. Gösteride anlattığım gibi; çok hareketli bir ekran mesaim olmadı. Kamera arkasındayken hareketliydi. O işte de çalıştım bu işte de... 16 senedir en kaba tabiriyle televizyoncuyum ben. Yarışma programı da yaptım, eğlence programı da... Dizilerde de çalıştım. Ama bir süredir hiçbir teklif yok. Ben biraz işçi ruhlu bir insanım. Bir proje tasarlayayım da teklif vereyim gibi şeyler yapamıyorum, işin ticari kısımlarında beceriksizim.

Ama sonuçta keşfedilemez ya da ulaşılamaz değilsiniz.
Tabii ki.


‘KOCANIN İKİ KAŞIĞI VARSA BİRİNİ KIRACAKSIN’

Gösterinizde kadınlara dair vurgular var. Deyim ve atasözleriyle kurgulanmış. Böyle bir bölüme neden gerek duydunuz?
Evet, aslında o bölümde etimoloji ile ilgili bir şey yok. Yalnızca deyimlerden yola çıkarak anlattığım hikayeler var. Ama güzel aktığı için benim de sevdiğim bir konu olduğu için üzerine gittim biraz. Çünkü, kadına dair korkunç atasözlerine sahibiz, bunu hepimiz biliyoruz. Biraz düşündüğünüzde o atasözlerinin hikâyelerinde çok garip şeyler de çıkabiliyor karşınıza. Baktım ilgi de gördü. Biraz da köpürttüm aslında. Aslında erkeğe yönelik de çok fena atasözleri var. “Kocanın iki kaşığı varsa birini kıracaksın” diye bir atasözü var mesela. (Gülüyor)

Çok iyiymiş.
Bir taraftan erkeğin kadına bakışına dair bir eleştiri de barındırıyor bu bölüm. Bir de biz birbirimizi doğru düzgün tanımıyoruz aslında. Ben 40 yaşındayım tanımlayamam kadın nedir erkek nedir? Aldıkları roller kültürden kültüre de değişebiliyor.


KENDİMİ OYUNCULUKTA YETENEKLİ BULMUYORUM

Kardeş Payı’nda bir oyunculuk deneyiminiz de oldu. Devam etmeyi düşünüyor musunuz?
Tabii Kardeş Payı ekibi yani Selçuk (Aydemir) Hoca, Ahmet (Kural), Murat (Cemcir), Şinasi ( Yurtsever) diğer bütün ekip zaten hayran olduğum insanlardı. İşler Güçler zamanında benim canlı yayınım 21 gibi bitiyordu, onların dizisi 21.30’da başlıyordu. Utanarak söylüyorum, Taksim’den Sarıyer’e yarım saatte gidiyordum. Yaptıkları şey yeni bir kere.  Arzu Film ekolü gibi bir şeye dönüşüyorlar. Aralarında olmak çok güzeldi. Birbirimizi sevdiğimiz için beni de o işin içine kattılar. Ama ben oyuncu değilim, çok yetenekli bulmuyorum kendimi. Devam eder miyim? Zannetmiyorum.


KAMERA ARKASINI ÖZLÜYORUM

Televizyonculuğu özlüyor musunuz?
Kamera önünü değil de kamera arkasını özlüyorum. Benim mesleğim aslına bakarsanız prodüksiyon. Oradan başladım, 4 sene prodüksiyon yaptım sonra da yaklaşık 10 sene kadar metin yazarlığı yaptım. Bazen çok mutlu olduğum işler oldu bazen de çok tekrar olan işler oldu ama metin yazarlığında bir konu ile ilgili araştırma yaparsınız, bilmediğiniz şeyleri öğrenirsiniz, onları sunucuya anlatırsınız... Sunucunun onu sevmesi önemlidir ki seyirciye de onu hissettirebilsin. Sonra siz de geçer karşısına izlersiniz. Bunlar güzel şeyler. Yani onları özlüyorum.


TELEVİZYONDA GÖRDÜĞÜMÜZ ŞEYLER DEĞERLİ DEĞİL

Gösteride televizyonculuğun bir meslek olamadığını söylüyorsunuz. Size böyle düşündüren nedir?
Şu anda durum ne yazık ki öyle. Televizyon bir kere çok ticari bir şey. Televizyonun insanları bilgilendireyim diye bir amacı yoktur, para kazanmaktır amacı. Birkaç tematik kanal, istisnai durum dışında böyledir bu. Çok güzel bir laf vardır çok severim onu, diyordu ki; Sinema gerçeğe öykünen bir hayal, televizyonsa hayali satan bir gerçektir. Tam da vaziyeti açıklıyor. Reklamlarda bir buzdolabı açılır ki; pastalar vardır, çeşit çeşit yiyecekler... Renkler inanılmaz güzeldir. Ama kimsenin evinde öyle bir buzdolabı yoktur aslında. Gerçek değildir televizyon. Televizyon abartarak seyirciyi ayartıp para kazanmak ister. O yüzden de televizyonda gördüğümüz şeyler çok değerli değil bence. Ama tabii maalesef çok uzun zamandır nesilleri yetiştiriyor. Televizyoncunun bu topluma verdiği şey çok değerli değil çok önemli olmasına rağmen.

Yarın peki bu kadar önemli olmaktan da çıkabilir mi?
Çıkacak. İnternet gümbür gümbür geliyor. Ya evrilecek bambaşka bir şeye dönüşecek ya da bitecek. Televizyoncular bitmez, işlerini internette yapmaya devam ederler. Ama insanlar ailece oturup televizyon seyretmiyorlar. Televizyon kamp ateşinde oturan insanlar gibi bütün aileyi bir araya getirme özelliğini de kaybettiğine göre yok olmaya mahkum.

Kamp ateşi bitti mi?
Kamp ateşi biter mi o içimizde (Gülüyor).


BEN KORKMUYORUM KİMSE DE KORKMASIN

Başınıza gelenlerden sonra korkar oldunuz mu?
Öyle bir korku hali falan yok. Umutsuzluk da yok. Evet ülkece çok zor zamanlardan geçiyoruz. Haberleri izlemek sağlam sinirler istiyor. Çok canımız sıkılıyor. Böyle bir düzenin içersindeyiz ama ben umutsuz değilim, korkmuyorum da. Kimse de korkmasın bence.

 

‘M’, ‘N’ SESLERİ BENİM DEMEKTİR

Umut sözcüğünün etimolojik kökenini biliyor musunuz?     
Hayır bilmiyorum. Ama ummaktan geliyor. Ama –um’daki gibi m’ler içe dönük şeylerdir. Mesela çocuklar “em” derler, “an” derler. O benim demektir. Ses olarak bütün dillerde “n”, “m” sesleri öyledir. Ama ba-ba, da-da dışarıya dönüktür. Amin, om hepsi oradan çıkmadır. İçimizdeki şeydir. Aslına bakarsanız hepsi emmekten geliyor.

ÖNCEKİ HABER

Kenan Evren’e mektup*

SONRAKİ HABER

İstanbul'da 11 Kürt siyasetçi tutuklandı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa