11 Aralık 2015 00:54

Erdal İMREK
İstanbul

Pakistanlaşma... Bu kavram Türkiye’nin, Suriye savaşına ‘Emevi Camii’nde namaz kılacağız’ düzeyinde dahil olup, ülkeyi dünyanın dört bir yanından gelen cihatçıların geçiş, ikmal ve lojistik üssü haline getirmesinden bu yana siyasi hayatımıza ciddiye alınması gereken bir uyarı olarak girdi. Pakistan, ABD’nin bölgedeki bir karakolu olarak ve Afganistan’da nüfuz sahibi olmak uğruna Sovyet-Afgan savaşına boylu boyunca dahil olmuş ancak koruyup kolladığı, eğitip silahlandırdığı cihatçılar, dengeler değişince Pakistan’ı vurup, ülkeyi her gün bombaların patladığı bir cehenneme çevirmişti. Pakistan o dönemki tercihinin bedelini çok ağır ödedi ve ödemeye devam ediyor. Türkiye’nin de Suriye savaşı vesilesiyle cihatçılarla geliştirdiği ilişki nedeniyle sıklıkla dile getirilen ‘Pakistanlaşma’, IŞİD’in önce Diyarbakır’daki HDP mitingine saldırması, daha sonra Suruç ve Ankara’da gerçekleştirdiği katliamlarla, bir uyarı ya da endişe olmaktan da çıkıp, ciddiye alınması gereken bir tehlikeyi işaret etti. 

Türkiye ve Pakistan’ın yaşadıkları kuşkusuz baştan aşağı aynı değil. Ama benzerlikler de az değil. Pakistan’da işler nasıl bu noktaya geldi, bunun sorumlusu kimdi ve Türkiye Pakistanlaşır mı? Savaşa dair bu soruları Türkiye’ye aslında ‘Barış Gazeteciliği’ üzerine seminerlere katılmak üzere gelen Pakistanlı Akademisyen Rukhsana Aslam’a sorduk. 

Aslam, Pakistan’da olan biten her şeyin asıl sorumlusunun Amerika olduğunu söylüyor. Türkiye’nin Pakistan’la aynı şeyleri yaşayacağını düşünmüyor. Bunun için nedenleri var. Ancak kaygılı bir ifadeyle; “Eğer işler o noktaya gelirse, acınız büyük olur. Umarım Pakistan’ın yaşadıklarını yaşamazsınız” diyor.

Suriye’de kriz başladığından bu yana Türkiye’nin IŞİD, el Nusra gibi cihatist-Selefi gruplarla kurduğu ilişki, Pakistan’ın Sovyet-Afgan savaşına dahil oluş biçimini, Hikmetyar ve Taliban’la kurduğu ilişkiyi hatırlattı. O gruplara sizin hükümetinizin verdiği destek dönüp Pakistan’ı vurmuştu ve sonu gelmez etnik, mezhepsel çatışmalar ülkenizi sarmıştı. Kısaca hatırlatırsanız; Pakistan ne yapmıştı da bunlar geldi başına?
Aslında Pakistan’ın başına bütün bunlar Amerika’yı memnun etmek istediği için geldi. Afganistan savaşı Pakistan’ın savaşı değildi. Ama Amerika, Sovyetlerle savaşmak istiyordu. Sovyetler, Afganistan’ı işgal ettiğinde Amerika, Afganlara yardım etti. Onlara silah verdi. Eğitti. Pakistan’ın, Afganistan’la çok uzun bir sınırı var. Sovyetlere karşı savaşanları Pakistan sınırında eğittiler. Ve eğittikleri bu kişilerin adına ‘mücahitler’, ‘özgürlük savaşçıları’ dediler. Sonra Afganistan bir şekilde Sovyetleri yendi. Daha sonraki süreçte zaten Sovyetler dağıldı. Ve Amerika için amaç bitmişti. O zaman ‘Hadi gidelim’ dediler. Pakistan hükümeti bu dönemde çok para aldı. Yani Amerika da Pakistan da memnundu. Geriye şu soru kaldı; Peki bu mücahitler ne olacak? 

Onlar artık ciddi bir güçtü. Pakistan ‘Bu mücahitlerle ne yapacağız’ diye sordu. Amerika ‘Onları bitirin’ dedi. Artık o özgürlük savaşçıları, mücahitler terörist olmuştu. Taliban olmuştu. ‘Şimdi evlerinize gidin’ dediler. Eskiden onlara ‘mücahit’ dediler, çünkü onları ‘özgürlük savaşçısı’ olarak göstermek istiyorlardı. Fakat onlara ‘terörist’ demeye karar verdiklerinde, artık sınırlarda konumlanmışlardı. Dilleri, kültürleri Pakistan’a benzerdi.  Evlendiler. Çocukları vardı. Pakistan vatandaşları haline dönüştüler. Bir topluluk oldular artık Pakistan’da. Amerika ‘bunları temizleyin’ dediğinde artık ciddi bir güce dönüşen cihatistler Pakistan hükümetiyle karşı karşıya geldi. Eskiden dostlardı ancak ortaklık bozuldu.

Peki Amerika ‘Bunları bitirin’ dedikten sonra ne yaşandı?
Pakistan hükümeti Amerika’yı mutlu etmek istedi. Başka bir seçeneği de yoktu zaten. Onu memnun etmediği sürece Amerika, Pakistan hükümetini hâlâ cezalandırıyor. Amerika Taliban’ın kamplarını bombaladığında onlar da Pakistan’ın merkezinde bombalar patlatıyor. Her iki bombardımanda da siviller, Pakistanlılar ölüyor. Amerikalılar insansız hava araçlarıyla geliyorlar ve onlardan kimse ölmüyor. 

Pakistan’daki etnik-mezhepsel çatışmalar başladı. Bunları Pakistan’la kuruluşundan gelen sorunları olan Hindistan da kışkırtıp, körükledi. Ama nihayetinde en büyük sorun Amerika. Amerika’nın Pakistan siyasetindeki etkisi çok büyük. ABD’nin aleyhine hiçbir şey yapılamıyor. Bir yandan da hükümetin eli kolu bağlanmış durumda. İşin içinden çıkamıyor. İkiz Kulelere saldırı olduğunda Bush, Pakistan Başkanı Müşerref’e ‘Bizim istediğimizi yapmazsan Pakistan’ı yerle bir ederiz, sizi karanlık çağa yollarız’ dedi. 

Türkiye’de de hükümet, cihatçı örgütlerle iyi ilişkiler geliştirip, Suriye savaşına dahil oldu. O dönem Pakistan’ın Afganistan’da nüfuz sağlamak istemesine benzer şekilde Suriye’de nüfuz sağlamak istedi. Ve Pakistan’daki düzeye varmış olmasa da Türkiye’de de bombalar patladı, çok sayıda insan öldü. Bu katliamlar “Pakistanlaşacak mıyız’ endişesini arttırdı. Siz ne dersiniz; Pakistan’a olan Türkiye’nin de başına gelir mi?
Pakistan, Afganistan savaşına çok ağır bir şekilde girmişti ve bedelini çok ağır ödüyor. Türkiye bence Suriye savaşına o düzeyde girmiş değil. Öte yandan Erdoğan, Pakistan hükümeti kadar Amerika’nın kölesi görünmüyor. Pakistan kadar baştan aşağı bağlanmış görünmüyor. Bu nedenle Türkiye’nin Pakistanlaşacağını düşünmüyorum. Ama işler o noktaya gelirse bunun acısı büyük olur. Ülkenizde sorunlar bitmez. 

Bugünkünden çok daha kötü olur durumunuz. Bunun olmamasını umut ederim. Pakistan’da orduya karşı eylemler var, mezhep çatışmaları var. Taliban var, paralı askerler var, Hindistan’dan İran’a başka güçlerin yaptıkları var. Her şey çok karıştı Pakistan’da. Oysa biz 20 yıl önce Şii-Sünni bilmezdik. Farklı dinler, ırklar arasında şiddet yoktu. Umarım Türkiye’ye bu olmaz.

Pakistan, Afganistan işine hiç bulaşmasaydı bunları yaşamayabilir miydi?
Evet. Amerika’yla Afganistan üzerinden böyle bir ilişkiye girmesinin sonuçlarını çok ağır yaşadı Pakistan. Geçmişte yapılan yanlış tercihler, Pakistan hükümetini Amerika’nın kölesi yaptı. Şimdi onların isteği dışında bir şey yapamıyor. Ve şimdi çatışmalar var, bombalar patlıyor, farklı gruplar, mezhepler arasında sorunlar var.

Pakistan halkı ne diyor bu olan bitene?
Pakistan halkı Amerika’yı sorumlu tutuyor. Bunun Amerika’nın savaşı olduğunu düşünüyor ve bir parçası olmaktan kurtulmak istiyor. Pakistan halkı Amerika’dan kopmak istiyor.

Amerikan araştırma şirketi PEW’in yaptığı bir ankete göre Türkiye’de IŞİD’e karşı sempati beslediğini söyleyenlerin oranı yüzde 8. Aynı araştırmada Pakistan ise yüzde 9’la Türkiye’nin önünde. Bu ne anlatıyor size?
Türkiye’de Kürt sorunu gibi problemleriniz var. Bunun da etkisi var bu sonuçta. Pakistan’da ise Taliban sorunu kadar Amerika sorunu var. 

Aslında IŞİD’i desteklemiyorlar ama lanetlemiyorlar da. Amerika’nın yaptıklarından dolayı bir ‘Oh olsun’ duygusu var. Onları Amerika’nın ortaya çıkardığını biliyorlar. Onları eğittiğini, silah verdiğini, para verdiğini. Taliban Pakistan’da orduya saldırıyor. Eskiden ordunun saygınlığı vardı ama şimdi yok. Çünkü ordunun Amerika için savaştığını düşünüyor Pakistanlılar.

PAKİSTAN’DA NE OLDU?

Sovyetler Birliği’nin 1979’da Afganistan’a girmesi ve 1989’da geri çekilmesiyle sonuçlanan süreçte ABD, Sovyetlere karşı savaşan İslamcı gruplara muazzam bir destek sundu. Afganistan’ın komşusu olan Pakistan ise hem bölgede nüfuz sahibi olmak istiyordu hem de aslında dümeni ABD’nin elindeydi. Pakistan cihatçı gruplara en büyük desteği veren ülkeye dönüştü(rüldü). Hem Afgan cihatçılar için bir eğitim ve lojistik üsse dönüştü hem de tıpkı bugün Suriye savaşında Türkiye’de olduğu gibi, ülkeye akan binlerce Selefi-Vahhabi cihatçının merkezi oldu. Bu gruplar Afganistan’a Pakistan üzerinden geçti. Pakistan bir yandan cihatistlere her türlü askeri desteği verirken, bir taraftan da kendi içinde bir İslamlaşma süreci yaşamaya başladı. Çok sayıda İslamcı grup Pakistan’da faaliyet sürdürdü, örgütlendi. Suudi Arabistan ve Amerikalıların desteklediği gruplar Sovyetlerle savaşırken, Pakistan’a da sirayet ettiler ve büyümek için devasa bir alan buldular. Din, toplumsal yaşamın önemli bir dinamiğine dönüştü. Siyasi İslamcılık büyüdü, yayıldı. Orduda, devlet kurumlarında ve toplumda destek buldu, buralara nüfuz etti. Aslında Sovyet işgaliyle başlayan bu süreçten 2 yıl önce Pakistan’da darbeyle iktidara gelen General Ziya ül Hak’ın rotası da İslamcılıktı. Ama asıl İslamlaşma süreci Sovyetlerin Afganistan’ı işgali sonrası Pakistan’ın aldığı rolle başladı. Pakistan savaşa bu düzeyde dahil olurken, dönüp kendisini vuracak bir canavarı da yaratıyordu.

Sovyetlerin 1989’da Afganistan’dan ayrılması ve daha sonra çöküşüyle; Yani ‘Sovyet tehdidi’nin ortadan kalkmasıyla ABD de Afganistan meselesinden ‘şimdilik’ kaydıyla elini çekiyordu. Ama geride devasa bir cihatçılar ordusu bırakarak. Hizb-i İslami, El Cihad, Suudi destekli Selefiler, Vahhabiler ve diğerleri. Mücahitler Sovyetlerden sonra da Kabil hükümetiyle savaştı. Ve bu süreç meşhur Taliban’ı doğurdu. Bir süre önce Amerika ve Pakistan’ın ‘özgürlük savaşçıları’, ‘Mücahitler’ dediği grupların ‘terörist’ olarak adlandırılması süreci de böylece başladı. Bir yandan ABD’nin yeni dönem çıkarları gereği Pakistan devletiyle cihatçıların karşı karşıya gelmesiyle, diğer yandan artık etkin bir güce dönüşen bu grupların Pakistan’da şeriat istemesiyle devam eden süreçte, Pakistan etnik-mezhep çatışmaların odaklarından biri oldu. Pakistan’da derin bir toplumsal bölünme yaşandı. Hem mezhepler ve milliyetler arasında, hem de siyasi partiler, hükümetler ve ordu arasında bitmek tükenmek bilmeyen çatışmalar başladı. Günlük yaşamın bir parçası olan canlı bombalar, bombalı araçlar, kanlı baskınlar... Ve on binlerce ölü. Daha geçtiğimiz günlerde Jakobabad’da Kerbela matemi için bir araya gelen Şiilere düzenlenen intihar saldırısında 22 kişi, Sindh’te yerel seçimlerde Pakistan Halk Partisi ile Pakistan Müslüman Birliği üyeleri arasında çıkan çatışmada 11 kişi öldü. Pakistan’da cihatçıların devlet kurumlarını, azınlıkları ve sivilleri hedef alan eylemlerine her gün yenileri ekleniyor. 

RUKHSANA ASLAM KİMDİR?

Pasific Media Center’da kıdemli araştırmacı olarak çalışıyor. Araştırma odağını barış gazeteciliği, medya ve çatışma oluşturuyor. 1990’da Pakistan’daki Punjab Üniversitesinin İngiliz Edebiyatı ve Sosyoloji bölümlerinden mezun oldu. Aynı üniversitede İngiliz Edebiyatı yüksek lisans programına devam etti ve 1993’te Londra’daki City Üniversitesi, Uluslararası Gazetecilik alanında yüksek lisans derecesini aldı. 2000 yılına kadar BBC, GEO TV ve Pakistan’ın en yaygın İngilizce gazetesi The News International ile Rawalpindi’de çalıştı. 2004’te Fatima Jinnah Üniversitesi İletişim Fakültesinin bölüm başkanlığını üstlendi ve aynı üniversitede ‘Kadının Sesi’ (Voice of Woman) radyo projesini yürüttü. 2010 yılına kadar Pakistan’da Hamarad ve Uluslararası İslam Üniversitesinde medya bölüm başkanlığı ve danışmanlığı yaptı. Doktorasını 2014’te Auckland Teknoloji Üniversitesinde barış gazeteciliği üzerine tamamladı.

Evrensel'i Takip Et