7 Aralık 2015 00:56

Gözde TÜZER 
İstanbul 

Yuva yıkan kadın 10 bin lira tazminat ödeyecek’ 
‘Alkollü kadın sürücü polise kök söktürdü’ 
‘Gavura gavur demek artık suç’ 
‘Küstah Ermeni’ye tokat gibi cevap’ 
‘Cinayet sanığı eşcinsel çıktı’ 
Ve buna benzer onlarca başlık... Gazeteler ayrımcı diline her gün bir yenisini ekliyor. Bu ayrımcılığın arasında gazeteciler baskılar ve sansürlerle karşı karşıya kalıyor. P24 Medya Kitaplığı’ndan çıkan “Ayrımcı Dile Karşı Habercilik Kılavuzu” işte tüm bunların örneklerini veriyor. Kılavuzu hazırlayanlardan Bahçeşehir Üniversitesi Yeni Medya Bölümü Öğretim Görevlisi Mahmut Çınar’la medyanın dili ve gazetecilerin yaşadıklarını konuştuk. 

Hemen hemen tüm medyada o kadar fazla ayrımcı söylemlerle karşı karşıya kalıyoruz ki, inanılmaz. “Ayrımcı Dile Karşı Habercilik Kılavuzu” nasıl hazırlandı, nasıl karar verildi, kimler var? Biraz anlatabilir misin? 
Benim 2014 yılında Hrant Dink Vakfından çıkan editörlüğünü yaptığım Medya ve Nefret Söylemi diye bir kitap vardı. O kitap çıktıktan sonra Medya Etik Platformu benimle iletişime geçti ve oturduk beyin fırtınası yaptık. Sonra kılavuz dediğimiz şeyin bizdeki anlamının çok da sevdiğimiz bir şey olmadığına karar verdik. Biz de “Örnekler üzerinden gidelim” dedik. Bu örnekleri seçerken de ciddi bir çeşitlilik olsun istedik. Yani kimse bu kılavuza baktığında “Aaa şu medyayı, aaa bu medyayı incelemişler, onlar zaten ayrımcılık yapıyor” demesin. 

Bir net bir biçimde ayrımcılık yapmak için uğraşan bazı mecralar var. Bunların işi küfretmek, hakaret etmek, küçük düşürmek... Politik halkla ilişkileri çok kirli bir biçimde yapıyorlar. Bir de ayrımcılık yapmadığı düşünen ve daha ana akımda duran bazı gazeteler var. Aslında onların da ifadelerinin, haberlerinin söylemlerinin ciddi şekilde ayrımcılık içerdiğini gördük. Bu kupürleri 6 gazeteden 3 aylık bir taramayla seçtik. Şunun altını çizmem lazım. Bu akademik bir çalışma değil. 

Evet, bir kısım medya nefret suçu yaymak üzere yayın yaparken, kimi de “Biz yanlış yaptık” diyor. Hangisi daha çok çıktı sizin incelemelerinizde? 
Belli başlı bazı gazeteler var. Bu gazeteler saldırgan gazeteler. Agresif tutumları var. Yeni Akit gibi. Sözcü mesela o konuda karşımıza çıktı. Bu gazetelerin tarzı düşmanlık söylemi üretmek... İçlerinde daha mutedil, daha sakin bir dille yazılmış haberlerle de karşılaşıyoruz ama örneğin ajanstan aldıkları basit bir haberi bile çok korkunç başlıklarla sunabiliyorlar. Bu gazeteleri de incelememiz gerekiyor tabii. Çok ciddi bir medya okur yazarlığı oranına sahip olmasak da Türkiye’de en azından bu gazeteleri ya o amaçla aldığını ya da o gazetenin düşüncelerinin karşısında duran, katılmayan okurun o gazeteye baktığında yazılmış olan şeyleri bildiğini varsayıyoruz.

Bu tehlikeli değil mi?
Tabii ki tehlikeli. En son mesela Tahir Elçi’nin katledilmesi sürecinde Akit gazetesi “Al Sana Terör” diye başlık attı. Artık bu siyasi kriz dönemlerinde çokça olan bir şeydir. Sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada böyledir. Düşünceleri tehlikeye giden gruplar, yapıp-ettikleri ayyuka çıkan odaklar, kriz dönemlerinde saldırganlaşırlar. Bu reaksiyondur. Ve çok doğaldır.

‘AYRIMCILIK İKTİDARLA İLGİLİ’

Siyasi krizde daha fazla saldırganlaşıldığı bir gerçek. Peki bugünün Türkiye’sinde iktidar ve dil, iktidar ve medya ilişkilerine nasıl bakmak gerekiyor?
Türkiye’de (Aslında bütün dünyada böyledir) temel argüman; nefret söylemini de, düşmanlık ve ayrımcı söylemi de yaratanın iktidarlar olduğudur. Ama sadece hükümetlerden bahsetmiyorum. Genel olarak toplumsal iktidar ayrımcı söylemi üreten gruplardır. Örneğin erkek... Erkeklik iktidarını muhafaza etmek ister. Bu muhafaza etmenin yolu da ötekileştirmekten, ayrımcılık yapmaktan geçer. Türkiye söz konusu olduğunda da ayrımcılığın temelinde politik ya da etnik ayrımcılığı görüyorsunuz. Aslında bana sorarsanız bütün ayrımcılıkların temelinde bu eril dil var. Mesela politikayla ilgili bir haber okuduğunuzda da, bir politikacının saldırgan konuşmasını dinlediğinizde de onun eril ve karşısındaki politik görüşü de (İkinci sınıf olarak gördüğü için) kadınlaştıran bir dil görüyoruz. Zaten ayrımcılık iktidarla ilgili bir şey.

Irkçılık, kadınlar, trans bireyler... Aslında Türkiye’de Türk ve Sünni değilseniz, kesin ayrımcı bir dille karşılaşıyorsunuz. Çalışmada en çok karşılaştığınız ayrımcı dil hangi gruba dahildi? 
En çok kadına yönelik, kadınla ilgili haberlerde ayrımcılıkla karşılaştık. Onun dışında etnik ve dini kimliklere, dezavantajlı gruplara çok ciddi bir ayrımcılık olduğunu gördük. Ciddi bir yabancı düşmanlığı olduğunu fark ettik. Nicel olarak çok fazla olmasa da içeriği çok kötü hatta korkunç LGBTİ gruplarla ilgili haberler gördük. Aslında içinde kadın geçen haberlerde ayrımcılık görmemiz tesadüf değil. Çünkü eril dil aynı cinsiyetçi tutumla düşmanlaştırıyor ötekileştiriyor dili. 

‘BU SİSTEM DE ÇIKAR EN TEMEL ARAÇ’

Etik standartlar mevzusunu konuşalım biraz. İletişim öğrencilerine öğretilenle, gerçekte yaşanan birbirinden tamamen farklı. Dünya da böyle mi peki?  “Medya ve etik” dünyada nasıl tartışılıyor?
Dünyada da durum çok farklı değil aslında. Sadece politik kriz ya da toplumsal kriz içerisinde olmayan, nispeten müreffeh, daha rahat yaşayan toplumlarda bu kadar karşılaşmıyoruz. Ama tabii ki etik ilkeler dediğiniz şey; hiçbir yerde çalışmıyor, işlemiyor. Bunun bariz bir nedeni var. Bu da medyanın ekonomi politiği. Medyanın sahiplik yapısı, sahipliğin kapitalle, sermayeyle, iktidarla ilişkisi... Bu sistem hiçbir zaman etik ilkelere tamamen uyulan bir medyaya izin vermiyor. Çünkü ‘çıkar’ burada en temel amaç. Medya kuruluşu, bir gazeteyi, televizyonu kuran çoğu sermaye grubu burada ilkeli ya da ilkesiz yayımcılık yapmayı amaçlamıyor. Orada başka bir güç dengesinin parçası olmaya çalışıyor. Tabi öyle olunca; bu tür medya organlarından etik kodlara ve kurallara uymalarını beklemek naiflik olur. Bütün dünyada böyle aslında.

AYRIMCILIK ARTARSA BASKI DA ARTAR’ 

Medyada etikten, ötekileştirmeden, ayrımcılıktan bahsederken bir yandan da baskı, sansür hatta tutuklamalardan bahsediyoruz. Tüm bunlara dair ne söylemek gerekir?
Medyanın çalışabilir olması bizim birinci önceliğimiz. Öncelik ortada bir medya olsun, bu medya doğru düzgün çalışabilsin, kendi pratik süreçlerini sürdürebilsin. O süreçler olduktan sonra ikinci konumuz da medyanın söylemi ve dili olmalı. Ama maalesef şu anda neredeyse eksi birdeyiz. Biz burada ayrımcılıktan bahsediyoruz ama gazeteci zaten gazetesine haber yapamıyor ki, biz “Acaba o haberde bir ifade var mı?” diye bakalım. Tabii bu ikisi ilişkili. Medyada gördüğümüz ayrımcı dil, bu tip kriz süreçlerinden bağımsız değil. Medyada ayrımcılığın artması bir taraftan o toplumda baskının arttığı, ötekileştirmenin arttığı anlamına da gelir. Medya mensubu gazetesinde infaz edilir, devlet mahkeme koridorlarında infaz ediyor, ceza kesiyor. Bu ikisini birbirinden çok ayırmamak gerekiyor. Birinin doğru düzgün işlediği bir sistemde diğerinin de daha iyi işleyebileceğini söyleyebiliriz.

GERÇEK VE HABER ARASINDA NASIL BİR ÇİZGİ VAR?

Biz nefret söyleminden, etik kurallardan bahsediyoruz ama Türkiye’de haberler de de sorunlar var “Gerçek ve haber” arasındaki çizgi ve maniple edilen bir gerçek var ortada. Bunu Türkiye’de nasıl buluyorsunuz?
Ben gerçek ve haber arasında çizginin çok ince olduğunu düşünmüyorum. Gerçekle haber arasında çok ciddi, çok büyük bir çizgi var. Burada bizim için önemli olan, gerçeğe olabildiğince sadık kalmaya çalışmak, bütün yönleriyle incelemeye çalışmak... Ama gazeteci kendi diliyle, kendi formasyonuyla, tarihiyle, gözüyle sınırlıdır. Bunları da bir tarafa bırakın, her gazeteci içinde çalışmış olduğu medya kuruluşuyla sınırlı. Ya da çoğu zaman ‘ilkesizliğiyle’ sınırlı. O yüzden gerçekle haber arasında çok ciddi bir sorun olduğunu düşünüyorum. Bu noktada medya okur yazarlığı önemli bir şey. Çünkü medya okur yazarlığı aktif bir okur, izleyici öngörür. İzlediğiniz şeyin gerçek olmadığını ama gerçeğe yaklaşan tarafları olabileceğini varsayarak ve farklı kaynaklardan beslenerek haber almaya çalışıyorsanız, o zaman gerçeğe biraz daha yaklaşıyorsunuz. Bu durumda da gazetecinin çok ciddi bir sorumluluğu var. 

GAZETECİLER NE YAPMALI? 

“Medyada üretilen, medya yoluyla yayılan ve meşrulaşan ayrımcılığın ortadan kalkması, uzun, kapsamlı, topyekün bir mücadeleyle gerçekleşebilecek. Bu mücadelenin bir ayağını da medya mensuplarının konuyla ilgili daha bilinçli, daha duyarlı ve insan hakları temelinde bir mesleki pratiği uygulanabilir bulmaları oluşturuyor” Tamam çok güzel. Ancak bunlar için ne yapılması gerekiyor?   
Bu ayrımcılık meselesiyle ilgilenirken “Nereden, ne kadar koparabilirsek kârdır” gibi bir nokta var. Yani medyadaki ayrımcılığın temel sorunu, medyanın iktidarla, sermayeyle ilişkisi ve hakim değer yargıları olarak bize lanse edilen, bizim benimsememiz için zorlandığımız değer yargılarının bir sonucudur. Bu en önemli sorun. Bunu bir anda ortadan kaldırmak mümkün değil. Ayrımcılık bağlamında sırf gündelik dilden, habercilik pratiğinden kaynaklanan sorunlar da var. Gazeteci en azından bunlardan kurtulmanın yolarını arayabilir. Örneğin saldırgan ve militan bir yandaş ya da havuz gazetesi, doğrudan politik araçlarla haberler yapıyor olabilir. Bununla mücadele başka bir katman. Ama bir de ana akımda; içinde kadın, LGBTİ, Rum, azınlık, yabancı geçen haberleri yapan insanların gündelik dilimizde ayrımcı ifadeler çok fazla yer aldığı için, bilmeden yaptıkları söylemsel ayrımcılık var. Biz ayrımcılıkla topyekün bir mücadele edemeyiz. Bu aynı zamanda bir sistem, medyanın ekonomi politiğiyle ilgili bir sorun. En azından bu kılavuzu eline geçiren bir gazeteci, çok masumane yapmış olduğu bir hatayı da görsün istiyoruz. “Burada ne var ki acaba?” diye okuduğunda bizim yorumumuzdan etkilensin istiyoruz.

Evrensel'i Takip Et