Beni sorarsan kış işte

Nilüfer ALTUNKAYA
Onlar durup ince şeyleri anlamaktan yorulmayanlardı. “Savaşa İnat Barış” yazan otobüslerle yola çıktılar. Düşmanlıktan beslenen ve ülkeyi yangın yerine çeviren gidişata dur demek için ortak bir sağduyu yaratmak istediler. Bambaşka hayatlardan gelip barış uğruna söylenen türkülerle kanat çırpan İkarus gibi güneşe doğru uçup gittiler. Ankara’da ölüm kapkara bir yalandı. Bir an değil yıllar süren bir ölmek oldu bu.
Ankara katliamından beri günler birbirine kavuşamıyor. Zamanın genişleyen dokusunda açılan bir uçurumda birbirine tutunmaya çalışan ruhlar gibiyiz. Kirli elleri, kanlı siyasi hesaplarıyla siyasete soyunanların ne kadar kötüleşebileceklerini gördük. Kendi çıkarları uğruna iktidardan vazgeçemeyenlerin kara vicdanlarıyla bunca ölümün arasında bir yer, artık Ankara Garı. Ağıtlar eksik, şiirler yarım.
7 Haziran’dan beri yaşananların bir resmi tarihi olacak bir de gerçek tarihi. Gerçeğin tarihini yazabilmek, bize kalan o barışçıl isyanı sabırla çoğaltabilmekle mümkün. Acı bir şekilde tecrübe ettiğimiz gibi iktidar hırsı uğruna yakıp yıkmaktan vazgeçmeyenlerin oy oranlarındaki artışa şaşırmak neyi değiştirebilir ki? Ülkenin bundan sonraki siyasi atmosferinin nedenleri ne olursa olsun, sonuçlarıyla hepimizin sınanacağı kesin.
Bu yüzden unutmayalım. Unutturmayalım.
ŞİİR OLUR
İçimize dağılan cam parçaları yüreğimizi kanatmaya devam ederken zaman dursa. Bütün gürültülerden arınsak. Hızdan, telaştan, savrulmaktan ibaret günlerin kıyısında sadece sussak. Sonraya gebe bir suskunluk olsa bu. Dokunmaktan ürktüğümüz kadife bir suskunluk. Kırıldığımız yerlerden onarsak içimizi.
Bu yas dağılmaz. Yüreğimizdeki bu ağır taş kıpırdamaz. Kıpırdasa. Şiir olur.
Barış bir temenni olmaktan çıksa mesela. Bir türkü gibi gelip konsa dalımıza. Gökyüzü mesafesiz, deniz sitemsiz bir sevinçle katılsa bu türküye. Beyaza dönüşse tüm renkleri bayrakların. Yalınayak koşsak çocukluğumuza. Ölüm alıp gitmemiş olsa çocuklarımızı. Onlara dağıtsak kalan ömrümüzü. Berkin’le, Ali İsmail’le, Ethem’le başlasak. Başlamanın heyecanıyla dolup taşsak. Kavganın, gecikmişliğin, yenilginin orta yerinde ansızın bir yağmur yağsa.
Bu yas unutulmaz. Bu yoğun karanlık, umarsız bir ışıkla dağılmaz. Dağılsa. Şiir olur.
Şimdi elimizde avucumuzda ne kaldıysa odur şiir. Aylardır savaş alanına çevrilen bir ülkede kaosla tehdit edilen bir halktan geriye ne kaldıysa. Bunca acının orta yerinde avunmaya çalıştığımız ne varsa. Sesini yitirmiş sözcüklere yeniden tutunmaya çalışırken, evladının ellerine kına yakıp koynunda ölüsünü uyutan bir anneden ne kaldıysa.
Unutmayan akıl, susmayan vicdan. İyiliğin, gerçeğin, aydınlığın insanı yeniden çağırdığı bir ülkeye uyanmak için neye inanmak gerekiyorsa odur şiir. Suruç’dan Ankara’ya uzanan katliamlardan sonra hiçbir şey olmamış gibi sürüp giden bir yaşamın içinde nefes alıp vermenin sızısıdır. Avunamamaktır. Yalnızlığın bıçak sırtında çoğul bir sevdadır. İnadına barıştır, şiir.
İşte tam da bu zor günlerde Hasan Hüseyin Korkmazgil’in Karagün Dostu adlı şiirinde söylediği gibi bir işlevi var şiirin:
“biliyorum
matarada su
torbada ekmek
ve kemerde kurşun değil şiir
ama yine de
matarasında suyu
torbasında ekmeği
ve kemerinde kurşunu kalmamışları
ayakta tutabilir”
GÜLTEN AKIN’IN ARDINDAN
Gülten Akın’ın aramızdan ayrılışı ‘istikrar’a kavuşan ülkemizin teslim alınışına denk geldi. Öyle bir ölümdü ki bu, bunca acı, bunca karmaşa içinde şiirden uzak kalışımızın bir bedeli gibi boğazımıza düğümlendi onun gidişi. Dizelerini halkına olan katıksız sevgisiyle bezemiş bir ozan, kocaman yüreğiyle sevdalı bir anne, bütün yaşamını direnişe adamış bir kadın.
“Halkta var olan öz ve biçimi diyalektik olarak yükseltmek, şiiri yükseltirken halkın yaşamının ve yaşam biçimlerinin yükselmesine yardımcı olmak” şeklinde anlattığı şiir anlayışını yıllarca yepyeni, sapasağlam şiirlerle yaşama geçirmiş bir büyük şairimizi kaybettik. Bunun da ötesinde sıcaklığı, içtenliği, yalınlığıyla yeri dolmaz bir bilge kahramanımızdı o. Gülten Akın’dan bize kalan bu büyük mirasla ne kadar övünsek azdır.
Her umutsuzluğumuzda “Şimdi şaşıyorum bir toplu iğneyi
Bir yaşantı ile karşılayanlara” derken bir çağı sevmemeyi anlatacak.
Her yalnızlığımızda “Bir gün birileri öte geçelerden
Islık çalar yanıt veririz” diyerek umudumuzu tazeleyecek.
Her kayboluşumuzda “Yitirmeli büyük yolların birinde ne varsa
Böcekler gibi başlamalı yeniden” dizeleriyle doğanın sonsuz döngüsüne yeniden katılmamızı öğütleyecek.
Ölüme yaklaştığını sezerken bile yaşam sevincini hiç yitirmediğinin en yalın anlatımı değil midir, son dizeleri:
“İnadın anlamı yok
Ölünüyor
Ben bilmezden geliyorum”
Bunca acıdan sonra yası, yaşama dönüştürebilmenin bir yolunu bulmamız için elimizden tutacak. Vazgeçmememizi öğütleyecek. Yitirdiğimiz aşk’ı yeniden yaratmamız için içimizdeki mucizeye inandıracak. Gülten Akın, ölümü hep bilmezden gelerek ölümsüzleşecek. Büyümeyen çocukların, gençliğinin baharında katledilen gençlerin barış türkülerinde çoğalacak sesi.
Işıklar içinde uyu, karagün dostumuz…
@nilaltunkaya
Evrensel'i Takip Et