03 Ekim 2015 17:12

Barış bu kadar mı zor?

Oğlunun tabutu başında bir annenin sözleri yankılanıyor; “Bir oğlum gerillada, bir oğlum asker, bir oğlum Suruç’ta öldü, biz barış istiyoruz.” İnsanın beynine çivi gibi çakılıyor. Nedir seni bu anneden daha güçsüz kılan? Nedir seni bu anneden daha korkak kılan? Evladını toprağa gömen anne, başka çocuklar ölmesin diye “barış” diyorsa o zaman hiçbir iktidar alamaz barışın umudunu bu topraklardan.

Paylaş

Zelal KARAYEL
Belediye taşeron işçisi
Her gecenin sabahı olmaz, toprağa düşen çocuk bedeninden utanır gün, aydın olmaz.
O kadar hızlı yaşanıyor ki her şey insanı çaresiz bırakıyor. Anne çocuğunun cansız bedenini buzdolabında saklıyor “kokmasın” diye. Kendini çok güçlü sanan insanın gücü yetmiyor bu acıya çare bulmaya.
Bir insanın dilinin ucunda bütün hayatlar; onurlu, insan gibi yaşama hakkı tek bir insanın dilinin ucunda. O kadar kızılacak şey var ki, insanın gücü bazen yaşamaya bile yetmiyor. Bir annenin acıları karşısında her söz yetersiz, bazen düşmanca geliyor, en yakınındaki insanların sözleri bile.

ÖLECEK OLAN BENİM ÇOCUĞUM
“Barış” diyorsun, bu kadar mı zor! Görmüyor insanlar cansız bedeni toprağa düşen çocukları. Anaların acıları çok basit cümlelere sığdırılmış: Amerikan oyunu, Ermeni dölü, vatan, bayrak, terörist. Sanki dünyada bütün kavramlar, bütün acılar değerini yitirmiş. Beş kavramla konuşuluyor. Kimse ne söylediğinin farkında değil mi? Karşıma geçmiş “Hadi bitirelim” diyen adam, kurduğu cümlelerin sonunda ölecek çocuğun benim olduğunu bilmiyor mu!
Sözler aniden sertleşmeye başlıyor; komşun, birlikte okuduğun, birlikte yemek yediğin insanlar bir anda sanki senin ölmeni istiyor. Ölümlere “ama”lar bulunuyor “ama onlar da...”  diye başlayan akıl almaz sözler. Ölen insan, ölen çocuk, ağlayan analar bir anda unutuluyor. Sanki gizli bir çizgi çekiliyor, tek sınır, tek millet. En yakınındaki bakışlardan, akıldan geçen düşüncelerden ürküyor insan.
 

ÖLÜME ‘AMA’LAR BULUNUYOR
Biliyorum bu ülkede ölüm an meselesi. Sivas’ta, Maraş’ta olduğu gibi sadece bir an meselesi. Bir kibrit çöpüne, birkaç caniye bakar, sonra ölüme “ama”lar bulur; “Ama ölen çocuk büyüdüğünde terörist olacaktı, o da bizi vuracaktı, Allah’tan yakanlara bir şey olmadı.”
Silahlar konuşmaya başladığında yarına dair bütün umutları alıp götürüyor. Kim savaşıyor? Benim çocuğum. Kim ölüyor? Benim çocuğum. Bir annenin vatanı çocuğunun gözleridir. Aydınlanmayan günlerde ben oğlumun gözlerine bakamıyorum. Oğlumun yaşamadığı bir vatan benim için sağ olmaz biliyorum. Her bakışından özür diliyorum. Denize vuran çocuk bedeninde oğlumu görüyorum. Çocuğunu toprağa gömen her annenin gözlerinde kendi acımı görüyorum. Seni doğurduğum için özür dilerim. Belki bir özür de adından dolayı dilemeliyim. Kim bilir belki adın Kürtçe diye linç ederler seni. Bir özür de mezhebimden dolayı dilemeliyim, belki mezhebim yüzünden yakarlar seni.
Daha ne kadar sürecek, saltanatlar yıkılmasın diye bu acılar, daha ne kadar yaşanacak bu karanlık günler? Düşünmeden edemiyor insan. En ağırı da normalleşmek. Birkaç gün sonra sözler sakinliyor, bakışlar değişiyor, hayat normalleşmeye başlıyor. Haberlere bile alışılıyor, ellerinde bayraklar, şuursuz konuşmalarla koca bulma programları hayatı normalleştiriyor.
 

NE ARA ALIŞTIK BU KADAR ACIYA
Asıl o zaman başlıyor korku. Ne oldu, ne ara alıştık bu kadar acıya, ölmeye, öldürmeye? Binlerce annenin gözyaşı akmaya devam ederken, ne halloldu da oynuyoruz biz şimdi? Atılan savaş naraları yerini seçim mitinglerine bıraktı, uğruna ölünen bayrakların üstünde çekirdekler yendi. Ne oldu, ne halloldu? Ne garip ülke, bir kısmı ölmeye devam ederken bir kısmı normalleşti bile...
Yok mu bunun bir ortası? “Ya yakıp yıkalım, linç edelim ya da geçti artık, unutalım.” Çözmek gerekmiyor mu? Neyi erteliyoruz? Daha kaç insan ölsün diye bekliyoruz? Nasıl bir savaş ki; savaşmaktan, ölmekten memnun kalıyoruz. Umutsuzluğa düşüyor insan, böyle unutarak barış olmaz.
Oğlunun tabutu başında bir annenin sözleri yankılanıyor; “Bir oğlum gerillada, bir oğlum asker, bir oğlum Suruç’ta öldü, biz barış istiyoruz.” İnsanın beynine çivi gibi çakılıyor. Nedir seni bu anneden daha güçsüz kılan? Nedir seni bu anneden daha korkak kılan? Evladını toprağa gömen anne, başka çocuklar ölmesin diye “barış” diyorsa o zaman hiçbir iktidar alamaz barışın umudunu bu topraklardan.
Çocuklarımızın gözlerine utanmadan bakabilmek için barış istiyoruz. Bir vatana çocuğumuzu feda etmemek için barış istiyoruz. Türkçe ağıtlar Kürtçe feryatlara karışmasın diye barış istiyoruz. Çocuk bedenleri sahile vurmasın diye barış istiyoruz. Anadolu’nun kadim halkları birbirine düşman olmasın diye barış istiyoruz. Bu topraklar anaların gözyaşları ile sulanmasın diye barış istiyoruz. Kimine saraylar, çocuklara ise ölümler düşmesin diye barış istiyoruz.
Barış bir gereklilik değil zorunluluktur. Tek bir beden daha toprağa düşmeden barış istiyoruz.

ÖNCEKİ HABER

Artık kendi geleceğimiz için daha çok uğraşacağız

SONRAKİ HABER

Evlatlarımızı bir çırpıda harcayacak pervasızlığı görüyorum onlarda

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...