26 Temmuz 2015 05:06

Kininin, öcünün davacısı bir gençlik

Paylaş

Sinan BİRDAL

Siyaset bilimi ve güvenlik çalışmaları disiplini 11 Eylül saldırılarından bu yana cihatçı terörizm konularında binlerce sayfa araştırma üretti. Bu araştırmalarda sosyal bilimlere hakim olan yöntem ve kuram tartışmaları sorulan soruları ve aranan cevapları belirledi. Cihatçı teröristlerin tercihlerini anlamaya ve yorumlamaya çalışan çalışmalar iki ana kategoride ele alınabilir: 1) Rasyonel seçimciler: Her türlü insan davranışını bireylerin yaptığı fayda-zarar hesabına dayandıran bu akım intihar saldırısı davranışını yorumlamada yetersiz kalmakla eleştirildi. Kendini ortadan kaldıran bir terörist bu eylemden nasıl bir fayda umabilirdi? İntihar saldırısının kendisi irrasyonel bir eylem değil miydi? 2) Toplumsal inşacı yaklaşımlar: Birbirinden çok farklı yöntem ve kuramları kullanan bu yaklaşımların ortak özelliği rasyonel seçimcilerin rasyonalite varsayımlarını eleştirmeleri. Bu yaklaşımlar ya insan davranışının rasyonel olmadığını, ya rasyonelliğin göreceli olduğunu ya da rasyonalitenin bir kurgu olduğunu savunurlar. 

Toplumsal inşacılardan hareketle cihatçı terörist davranışı açıklayan başlıca etkenin cihatçı İslamcılık ideolojisi, kimliği ve değerleri olduğunu söylenebilir. Rasyonel seçimcilerden hareketle ise intihar saldırısının öte dünyada çok büyük bir ödül inancı sayesinde rasyonalize edildiği öne sürülebilir. Başka bir ifadeyle rasyonel seçimciler için intihar saldırısı gerçekleştiren cihatçı terörist de fayda-zarar hesabı yapmaktadır. Sonuçta her iki yaklaşım da meseleyi bir değer ve inanç sorununa indirgemektedir. Rasyonel seçimciler için belirli bir değer veya inanç bireysel tercihin yapısını değiştirirken, toplumsal inşacılar için bir değer ve inanç sistemi (neden her bireyde aynı etkiyi yaratmadığına bakmaksızın) eylemi yorumlamamıza olanak sağlayan bir çerçeve sunmaktadır.

Önceki yazılarımda da ele aldığım sosyal bilimlerdeki hakim kuramsal ve yöntemsel tartışmayı bu yazıda çözmek mümkün değil. Ancak her gün medyada denk geldiğimiz terörizm uzmanlığı söylemini değerlendirirken ve terörizmi siyasi bir sorun olarak tarif ederken bu tartışmayı akılda tutmakta fayda var. Sonuçta “bilimsel açıdan” bu tartışma bir sonuca varmış değil. Dolayısıyla farklı politikaları savunanlar kendi iddialarına dayanak oluşturacak bilimsel araştırmaları örnek gösterebiliyorlar. Bu araştırmaları takip etmek, sonuçlarından faydalanmak, farklı sonuçları tartmak ve tartışmak politika geliştirmenin bir parçası olmalı. Fakat cihatçı terörizmin her şeyden önce siyasi bir olgu olduğunu ve siyasi bir program çerçevesinde ele alınması gerektiğini unutmamak gerekiyor.

BİR SİYASAL OLGU OLARAK TERÖRİZM

Ele aldığımız her iki yaklaşımdaki çalışmaların bir ucu terörizmin toplumsal nedenlerine diğer ucu psişik nedenlerine dayanıyor. Medyadaki terörizm söylemi de bu iki uç arasında gidip geliyor. Örneğin sosyolojik görünümlü analizler IŞİD’e katılanların yoksulluğu, IŞİD’in onlara Suriye’de vadettiği dolarları, arabaları, kadınları öne çıkarıyor. Bireysel hikayelere bakıldığında bu olguların gerçekliği inkar edilemez. Ama neden-sonuç ilişkilerini kurarken dikkatli olmak lazım. Yoksulluk kendi başına bu teröristlerin IŞİD’e katılmasını açıklar mı? Belirli bir çevrede yaşayan her yoksul potansiyel bir IŞİD’çi midir? Nitekim sosyolojinin kuramsal ve yöntemsel araçlarını kullanmayan bu sahte sosyolojik analiz IŞİD’e katılan eğitimli, belirli bir gelire sahip orta-sınıf teröristlerin varlığını açıklamakta yetersiz kalıyor. Bu noktada psikolojik görünümlü analizler devreye giriyor. IŞİD’e katılanların ailevi sorunları, mutsuzlukları, hayatlarında anlam bulamadıkları, heyecan arayışında oldukları, beyinlerinin yıkandığı dile getiriliyor. Ancak bu sahte psikolojik yaklaşımlar da her bunalımda olan gencin IŞİD’e kaydolmadığını açıklamakta yetersiz kalıyor. Sonuçta ne sosyolojik ne psikolojik bir indirgeme cihatçı terörizmi tahlil edemiyor. 

Medyada ve kamuoyunda dolaşımda olan bu söylemleri eleştiriden kastım sosyoloji ve psikolojinin cihatçı terörizmi anlama ve açıklamamızda faydasız olduğunu öne sürmek değil. Tersine hem sosyolojik hem de psikolojik analizin bu olguyu tartışmak için gerekli olduğunu düşünüyorum. Yalnız bu disiplinlerin yaklaşımlarını kullanırken onların bir olguyu kavramsallaştıran protokollerini uygulamak ve bu protokollerin varsayımlarını ve sınırlarını açıkça ifade etmek gerekmektedir. Örneğin, cihatçı teröristlerin ortaya çıkışını bir tür olarak açıklayan filojenik bir açıklamanın kullandığı kuram ve yöntem, belirli bir cihatçı teröristin bir birey olarak gelişimini açıklayan ontojenik bir açıklamadan farklı olacaktır. Bu iki analiz arasındaki fark cihatçı terörizme karşı geliştirilecek politikalar açısından da önemlidir. Yoksullukla mücadele eden bir sosyal politikayla, gençlik bunalımına çare arayan bir rehabilitasyon politikasının varsayımları, araçları ve hedefleri birbirinden farklıdır.

Bu noktada sosyal bilimlerin “cihatçı terörizmle mücadele el kitabı” gibi zaman ve mekandan bağımsız genel geçer teknik bir bilgi üretme çabasının sorunlu olduğunu vurgulamak istiyorum. Karşılaştırma yapmak ve farklı disiplinlerin yaklaşımlarından yararlanmak doğru politikaları geliştirmek açısından elzemdir. Ancak her siyasal olguyu kendi tarihi, bağlamı ve çözümünde kullanılabilecek araçların varlığı ışında değerlendirmek gerekir.

Terör siyasi hedeflere ulaşmak için toplumu korku yoluyla yıldıran ve yönlendiren politika olarak tanımlanabilir. Başka bir ifadeyle terör siyasi hedeflere ulaşmak için kullanılan bir araçtır. Çeşitli terör eylemlerini ulaşılmak istenen siyasi hedeflerden bağımsız sosyolojik ve psikolojik olgulara indirgemek siyasi analizi körleştirir. Bu açıdan gerek bir terör örgütü olarak IŞİD’i gerek IŞİD militanlarının gerçekleştirdiği terör eylemlerini siyasi hedefler çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Örgütün ve eylemlerinin kimler tarafından desteklendiği, nasıl finanse edildiği, hangi çıkarlara hizmet ettiği ancak bu çerçevede anlaşılabilir.

İSLAMCI İDEOLOJİ VE CİHATÇI TERÖRİZM

Güncel tartışmaların merkezindeki IŞİD terörünü ele alırken öncelikle örgütün farklı siyasi bağlamlarda farklı hedefleri izlediğini hatırlamak gerekiyor. Libya’da, Mısır’da, Afganistan’da, Nijerya’da IŞİD’e biat eden örgütler IŞİD’in küresel sansasyonel markasından yararlanmak istiyor ancak her örgüt kendi bulunduğu siyasi coğrafyada farklı bir çatışma içinde bulunuyor. Bu nokta Türkiye’deki IŞİD eylemlerinin Irak ve Suriye’deki eylemlerden farklı dinamikleri olduğunu vurgulamak için önemli. Kuşkusuz Suriye ve Irak’taki çatışma alanları Türkiye’yle Nijerya veya Afganistan’dan çok daha yakından bağlantılı. IŞİD’in orta vadeli hedeflerinden birinin Türkiye’yi Suriye ve Irak’ta süregiden çatışmanın bir parçası haline getirmek olduğu da kuşku götürmez. Ancak an itibariyle Suriye ve Irak’ta IŞİD’in doğuşuna neden olan rejim çöküşü, aşiret siyaseti, bölge devletlerinin çatışmayı militarize eden müdahaleleri gibi olgular Türkiye’de mevcut değil. Yine yıllarca Suriye ve Irak’ta ağır diktatörlük koşullarında yaşayan örgütsüz halkların siyasi tecrübesiyle, Türkiye’de sürekli baskı koşulları altında da olsa belirli bir siyasi ve toplumsal örgütlenme tecrübesine sahip halkların IŞİD’i doğuran koşullar açısından önemli bir fark yaratacağı tahmin edilebilir. 

Bugünkü koşulları veri aldığımızda IŞİD’in Türkiye’de Suriye ve Irak’taki gibi belirli bir ülkesel alanı denetim altına alması mümkün görünmemektedir. Ancak bu IŞİD’in Türkiye açısından büyük bir sorun teşkil etmeyeceği anlamına gelmemektedir. Tersine IŞİD’in lojistik hinterlandı haline gelirken Türkiye sürekli bir terörizm riski taşıyan bir coğrafyaya dönüşmektedir. Dahası her terör eylemi IŞİD’i Türkiye’de gündemi belirleyen bir siyasi güç haline getirerek etkili kılmaktadır. Pirsus(Suruç) katliamından sonra sosyal medyada eylemi PKK’ye karşı bir hamle olarak algılayarak öven ifadelerin dolaşması IŞİD’in terör eylemlerinden umduğu etkinin potansiyelinin tahmin edilenden daha büyük olabileceğini düşündürtüyor. 
Türkiye’de son yıllarda iktidar partisi tarafından kışkırtılan kültürel kutuplaşmanın bu eylemlerin etkisini büyüten bir ortam oluşturması dikkate alınması gereken en önemli olgu. Zerdüştler, Ermeniler, Aleviler gibi toplumsal grupları düşmanlaştıran söylemler, fetih ve cihat merasimleri iktidar partisi temsilcileri tarafından seferberlik araçları olarak arsızca kullanıldı. Bu araçlar “seçim zamanı olur böyle şeyler” diye meşrulaştırılmaya çalışıldı, hatta bu düşmanlaştırıcı söylemler ve eylemler nedeniyle özür bekleyen kesimler uzlaşmayı reddetmekle suçlandı. Tabii iktidar partisinin bu söylem ve eylemlerinin devletin resmi ideolojisiyle paralellik gösterdiğini ve sadece bu partiye özgü olmadığını unutmamalı. AKP devletin yıllarca çeşitli ideolojik aygıtlarla yaygınlaştırdığı kalıpları kullanıyor. Dolayısıyla herkesin şikayet ettiği kutuplaşma sadece AKP’nin iktidardan uzaklaşmasıyla veya politikasını değiştirmesiyle değil, bizatihi siyasi rejimin dönüştürülmesiyle giderilebilir ancak. Yüzlerce yıldır yaşadığı topraklarda hâlâ zafer naraları atılan fetih şölenlerinin düzenlenmesi, gayrimüslimlerin ve ateistlerin yurttaş değil rehin kabul edilmesi, milli manevi hassasiyetlerin çeşitli katliamlara bahane olabilmesi veya en azından hafifletici neden teşkil etmesi IŞİD’in Türkiye’de militan kazanabilmesinin koşullarını oluşturmuyor mu? Büyük Üstat olarak anılan Necip Fazıl Kısakürek’in “[Allah’ın] düşmanlarını ancak kubur farelerine denk muameleye lâyık görecek bir gençlik” hayali demokrasiyi hayata geçiren bir gençlik olabilir mi? Kininin ve öcünün davacısı olacak bir gençliğin papatyalardan taç yapıp dolaşacağını hayal etmiyoruz herhalde. Sonuçta IŞİD’i var eden bu kin ve öç alma duygusu değil midir? Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ne demişti hatırlayalım: “IŞİD dediğimiz yapı radikal, terörize gibi bir yapı olarak görülebilir... Ama oraya katılanlar arasında Türkler, Araplar, Kürtler vardır. Oradaki yapı, daha önceki hoşnutsuzluklar öfkeler büyük bir cephede geniş bir reaksiyon doğurdu… Eğer Irak’ta Sünni Araplar dışlanmamış olsaydı böyle bir öfke birikmesi olmazdı. Eğer Beşar Esad’a, ‘Yüzde 12’lik bir etnik yapı ülkeyi yönetmesin bu ülke hepinizin’ dediğimizde dinlenseydi bunlar yaşanmazdı. IŞİD öfkeyle büyüyen bir tehdit ama işin özünü unutmamak lazım.”

ÖNCEKİ HABER

Yeni cihatçılık: IŞİD

SONRAKİ HABER

Çok gittik az döndük

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa