5 Şubat 2007 01:00

EMEK DÜNYASI


Hrant Dink cinayetinin üstünden geçen 17 gün içinde, cinayetin kendisi kadar sarsıcı olan skandal mahiyetindeki gelişmeleri anımsayalım:
Skandal 1-) Hrant Dink’in katil zanlısı Ogün Samast’ın yakalanışının ikinci günü; Trabzon Valisi ve Emniyet Müdürü, bu cinayetin arkasından tetikçi ve azmettiricisi dışında bir şey çıkmayacağını açıkladılar.
Skandal 2-) İlk soruşturmada, 11 ay önce Hrant Dink’in Yasin Hayal tarafından öldürüleceği ya da öldürtüleceğinin ihbar edildiği, ama İstanbul Emniyeti’nin bu ihbarı inandırıcı bulmayarak herhangi bir önlem almadığı ortaya çıktı.
Skadal 3-) Soruşturmanın 4. günü, henüz sanıklar tutuklanmadan İstanbul Emniyet Müdürü; cinayetin örgüt bağlantısı ve siyasi boyutu olmadığını, milliyetçi duygularla işlendiğini açıkladı. Birkaç saat sonra da “Ben böyle demedim” diyerek skandal içinde skandal yarattı.
Skandal 4-) Samsun Jandarması ve Samsun Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’nin üst düzey görevlilerinin Ogün Samast’la hatıra fotoğrafı çektirdikleri ve katil zanlısıyla fikir ve amaç birliğinde olduklarını ifade ettikleri video görüntüleri basına yansıdı. Görüntülerde ortaya çıkan gerçek yerine, polis ve jandarma birbirini suçlarken bu video kaydını servis yapan TGRT, Genelkurmay’ın akraditasyon listesinden çıkarılarak cezalandırıldı!
Skandal 5-) Ogün Samast’ın cep telefonu olarak Samsun Jandarması’ndan kayda geçirilen telefonun, Samsun Jandarması’nda görevli üsteğmenin adına kayıtlı olduğu ve bu telefon oyununa en az üç jandarma görevlisinin ifade dizerek işbirliği yaptığı ortaya çıktı. Dahası Ogün Samast’ın iki adet cep telefonu kartı da cezaevine gönderildiğinde üstündeydi ve gardiyanların araması sırasında üstünden çıktı.
Skandal 6-) Cinayetin azmettiricisi olarak yakalanıp tutuklanan Yasin Hayal, cezaevinde, “basın ve halkla ilişkiler bürosu kurulmuş” gibi günübirlik basına açıklamalar yaparak soruşturmanın saptırılması için çalışmaktadır. Ve cezaevi güvenliğinden ve idaresinden sorumlu olanlar da “Bu açıklamalar nasıl basına kadar gidiyor?” demediğine göre cezaevi koğuşundan gazetelere kadar giden bir örgütlenme yapıldığı anlaşılmaktadır.

Güvenlik zaafı değil kontra örgütlenme
Az çok demokrasinin olduğu bir ülkede her biri birkaç üst düzey görevli, müsteşar, bakan devirecek skandallar, Türkiye’de vakayi adiyeden, “ihmal” ya da “güvenlik güçlerinin bir zaafı” olarak örtülmektedir. Ve dahası ortaya çıkan tablo göstermektedir ki Ogün Samast il il dolaştırılsa; her ilin emniyet ve jandarmasında az çok İstanbul’da, Trabzon’da, Samsun’da görülen rezaletler ortaya çıkar. Bundan şüphe duymak için bir neden yok. Bu yüzden de ortaya atılan yeni “bilgiler”in ve “belgeler”in (görüntüler vs.) giderek inandırıcılığı azalmaktadır.
Çünkü Ogün Samast ve onun şahsında karanlık güç odakları karşısında selama durma, sadece Samsun Emniyeti’nin ve Samsun Jandarması’nın duygu ve düşünceleri değil herhalde.
Tetikçiler ve onun hemen arkasındakiler ise bu organizasyonun “milliyetçilik”, “vatanseverlik” hamasetiyle kandırıp yerine göre sokaklara saldığı, yerine göre tetikçiler olarak kullanıp kontrolü altında tuttuğu işsizlik, eğitimsizlik ve geleceksizlik batağına itilmiş emekçi çocuklarından oluşturulan “ayak takımı” içindeki uzantıları.
İşte son günlerde Hrant Dink cinayeti ile ilgili olarak “delillerin karartıldığı”, “haber kirliliği yapıldığı”, “dezenfermasyon” endişeleri, bunlardan dolayı dile getiriliyor.
Daha önce Susurluk’ta yaşanılanları anımsayanlar daha da endişeli. Çünkü bu bilgi ve bilgi bombardımanına bakılınca; “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”, “Gerçekler açığa çıkacak”, “Türkiye bu kontra çetelerden kurtulacak” havası verilirken, sonuçta çete elemanlarının küçük cezalara çarptırılarak “kahraman” ilan edilmesi, “Türkiye sizinle gurur duyuyor” sloganlarıyla uğurlanıp karşılandıkları akla geliyor.

Mücadele ‘psikolojik savaş’ alanına çekiliyor
17 günlük sürece bütün olarak bakıldığında; kontra güç odaklarının, sorunu hızla bir “psikolojik savaşa” dönüştürdükleri görülmektedir.
“Madem bilgi, belge istiyorsunuz; alın size bilgi, belge!” diyerek bir yandan yalan ve gerçeğin ayrılması güçleştirilir ve gerçek sayısız spekülatif “gerçeğe benzer” “belge” yığını altında saklanırken, öte yandan kontra örgütünde panik ve kirli çamaşırların ortaya atılmasına karşı da önlem alınmak üzere; eylem, yakalanma ve yakalananın sorgulanması da dahil her şeyin “kontrol altında olduğu” mesajı verilmektedir. Sadece bu da değil; sorgulayanların da “örgütten olduğu” duygusu yaratılmak istenmektedir. Jandarma ve emniyet görevlilerinin katil zanlısı ile ortak amaç içinde olduklarını basın yoluyla dünyaya duyurmalarının, bunu yaparken meslekten çıkarılmayı ve ceza almayı göze almalarının nedeni budur. Yoksa İstanbul Emniyet Müdürü gibi en üst düzeyden yetkililerin, biraz sonra yalanlamak üzere açıklama yapması, Samast’ın iki cep telefonu kartının cezaevine kadar üstünde gönderilmesi, cep telefonunun kaybedilip bir üsteğmenin cep telefonunun Samast’ın telefonu gibi resmi zabıtlara girmesi nasıla açıklanabilir?!
Elbette bu psikolojik savaşan bir boyutu da ideolojik alana taşınmıştır. Bir yanda kontra güçlerle ideolojik ittifak içinde olan sağ ve soldan milliyetçi odaklar harekete geçirilerek “Hepimiz Ermeniyiz” sloganı üstünden bir kampanya başlatıp halkın en geri duygularını, Ermeni düşmanlığını okşamaya yönelirken öte yandan da cinayetin haklılığını savunmaya, Samast’ın eyleminin bir “vatan müdafaası” olduğunu açıkça yazıp çizmeye başlamışlardır. Yani savaşın bir boyutu ırkçı, milliyetçi siyasi odaklar, öteki boyutu da basında şu ya da bu sıfatla yazan ünlü köşe yazarlarına, gazetecilere kadar uzanmaktadır.

Çete, ‘yurt savunması’na sığınıyor
Kontra güçler, sorunu resmiyette; cinayetin somut delilleri ve devlet içindeki çete organizasyonuyla ilişkisinden uzaklaştırarak bir yandan “vatansever birkaç kafadar genç”in eylemine ve kimi emniyet görevlilerinin ihmallerine bağlarken arkada ise bu cinayetin “yurt savunması” kategorisinden bir eylem olduğu, bu eyleme girenlerin “vatanseverler”, “kahraman Türk gençleri” ve “mesleklerinden olmayı göze almış fedakar emniyet görevlileri” olduğu fikrini propaganda etmektedirler. Onun için de soruşturmayı ve kamuoyunun dikkatini “normal” seyrinden çıkararak “psikolojik savaş” alanına taşımaktadırlar. Çünkü bu alan, kontra güçlerin uzmanlık alanıdır. Ve cinayetin takipçisi ilerici, demokrat güçler ve geniş halk kesimleri içinde, bu alanda yapacakları girişimlerle kafa karışıklığına sürüklemek, dolayısıyla cinayeti bir kurutuluş mücadelesi hareketi olarak meşrulaştırmayı amaçlamaktadırlar. Bu kontra örgütlenmesine karşı her girişimi “vatan hainliği”, “Sevrcilere destek”, “Lozan’ı delmek isteyenlerle ittifak!” olarak sunmanın da tek yoludur.

Kontra güçler zor durumda!
Ancak burada şunu da belirtelim ki kontra güçlerin işleri o kadar kolay olmayacaktır. Ortaya çıkan bilgi ve belgeler, cinayetin vahşeti, geniş ilerici demokrat kesimlerin tepkisi ve milliyetçi çılgınlığın vardığı boyutlar ve milliyetçi dalganın kırılma belirtilerin ortaya çıkması gibi etkenler göz önüne alındığında; Hrant Dink cinayetine dair gerçekler, önceki benzer olaylara göre kontra güçleri daha fazla zorlayabilir. Daha olayın üstünden üç hafta geçmeden, Trabzon Emniyet Müdürü ve Valisi ile İstanbul Emniyet Müdürü’ne kadar yetkililerin, kendilerini katillerin önüne atmak zorunluluğunu duymaları, polis ve jandarmanın kendi elemanlarını deşifre etmek zorunda kalması bile kontra güçlerinin zorluklarının boyutunu göstermektedir. Çünkü, yüksek görevlilerden ve resmi makamlardan bu türden girişimler, isteyerek değil zorunda kalınarak yapılmış işlerdir.

Hükümete bırakılmayacak kadar ciddi bir mücadele
Bundan önce “Şemdinli çetesi” olayında da görüldüğü gibi AKP Hükümeti, hem nalına hem mıhına vuran tavrını sürdürecek, bu cinayetin de kendi siyasi amaçlarıyla uyuştuğu, iktidar mücadelesinde faydalandığı ölçüde takipçisi olacak, onunla çeliştiğinde ise “canım o kadar da değil” deyip karşı tarafa geçecektir. Bu yüzden de Hrant Dink cinayetinin takipçisi ilerici demokrat güçler; Türküyle, Kürdüyle, Ermenisiyle, Lazıyla, Arabıyla Türkiye’nin halkı olacaktır. Bu yüzden de Hrant Dink cinayeti, hükümete ve onun yönetimindeki emniyet güçlerine bırakılmayacak kadar ciddi, Türkiye’nin demokratikleşmesinin bir sorunudur. Devlet içinde örgütlenmiş çetelere karşı, onların “sivil uzantısı” milliyetçi odaklara karşı bir mücadeledir. Ve ancak öteki demokrasi talepleri gibi halk güçleri ısrarla üstüne giderse, bir ilerleme sağlanabilir. Susurluk ve Şemdinli’de de böyle olmuştur!..
İhsan Çaralan

Evrensel'i Takip Et