24 Haziran 2007 00:00

‘aç kapıyı bezirganbaşı’

Çocukluk bir oynama dönemidir. Çocuk oynayarak öğrenir, öğrenerek oynar. Onun için her şey bir oyun aracıdır: Kendi eli, ayağı, şeker kutuları, plastik bardaklar, plastik şişeler, çamaşır leğenleri, kepçeler, tencereler, tabureler... Çocukluğun sonsuz düş gücü her nesneyi bir başka şeye çevirir. Bir büyü çubuğu gibi.

Paylaş


Bir zamanlar “aç kapıyı bezirganbaşı” diye bir oyun vardı, bilmem bugünlerde oynayan çocuk kaldı mı? Oyun için iki “elebaşı” gerekirdi. Onlar kendilerine öteki çocuklara duyurmadan birer ad takarlardı: Elmas, zümrüt, elma armut... Sonra karşılıklı durur, ellerini birleştirip bir kapı gibi kaldırırlardı. Öteki çocuklar sıra olur, bu koldan kapının altından geçerlerdi. Geçerken karşılıklı bir tekerleme söylenirdi:

-Aç kapıyı bezirgânbaşı... bezirgânbaşı..
-Kapı hakkı ne verirsin, ne verirsin.
-Arkamdaki yadigâr olsun...
Bu cümleyle sıranın sonundaki çocuk kolların arasına hapsedilir kulağına seçimi sorulurdu:
-Erik mi, kiraz mı...
Çocuklar verdikleri yanıta göre ikilinin ardına sıralanırlardı. Sonra bu ikili grubun elebaşıları ayaklarının dibine çizgi çeker, çizginin iki yanına sıralanır bir iple ya da el ele tutuşarak çekişirlerdi. Hangi sıra ötekini yerinden oynatırsa o grup kazanmış sayılırdı.
Kervanların şehir kapılarından “baç-vergi” vererek geçtiği dönemlerden kalmış bir oyundu belki de. Hem oyun, hem beden eğitimi sayılabilecek grup oyunlarının oynanabileceği alan kalmayınca, unutuldu ister istemez. Yalnız bu oyun değil, “yağ satarım, bal satarım”, “menekşe, mendilin düşe”, “üşüdüm, a benim canım üşüdüm”, “çatal matal kaç çatal”, “elim sende”, “birdir bir”, “kukalı saklambaç”, “istop” oynanacak alan kalmadı. Mahallelerdeki tek tük oyun parkları da oyun aletleriyle tıkış tıkış, okul bahçeleri otoparklara feda edildi. Kimi okul bahçelerinin betonlarında “seksek” çizgisi varsa da oyun oynayabilmek için herhalde aylar öncesinden randevu almak gerekli! Çocuklar hangi toprak parçasının üstünde bilye, çukur oynayacaklar, ip atlayacaklar? Benim çocuklarım bile otuz yıl önce ip yerine “lastik” atlıyorlardı. Oyunu evde oynayabiliyorlardı. Bu oyun için en az üç çocuk gereklidir. Sürekli “akşama eve bir oyun arkadaşı getir”memi istiyorlardı. Sonunda lastiği ayaklarına geçirecekleri uygun bir iskemle bulduk.
Ben hem oyunların, hem de tekerlemelerin geçmişten ve yaşanan günlerden izler taşıdığına inanırım. Çocukluk dönemi en uzun olan canlı türü insandır herhalde. Çocuklar oynamaya doyamazlar. Oyunlarına karışılmasından, oyunlarının gösteri biçimini almasından, yani seyredilmekten de hoşlanmazlar. Oyun onlar için bir gösteri değil ciddi bir iştir. Yine de bir zamanlar, ülke yöneticilerinin çocukların oyunlarını izleyerek ülkede neler düşünülüp konuşulduğunu anlamaya çalıştıkları anlatılır kimi masallar/mesellerde. Savaşlardan halk memnun mu, mahkemelerin adaletine güveniliyor mu... Hatta çözümsüz görülen bir davayı da bir çocuk oyununu izleyip çözen hükümdar anlatılır. Hani bir tüccar komşusuna altın dolu küpü üstüne zeytin koyup emanet etmiş. Komşu canı zeytin isteyince fark etmiş gerçeği, sonra da altınları alıp yerine zeytin koymuş... Yargı verilememiş mahkemede. Padişah çocukların bu olayın oyununu oynarken “birkaç zeytinciyi bilirkişi olarak kullanıp, küpteki zeytinin kaç yıllık olduğunu saptattığını” görünce...Ben 1980’lerde “tilki tilki saat kaç” benzeri gizli davranışlara dayanan, “en den tura, güzellik, çirkinlik, mankenlik vb.” (aslı herhalde Fransızca bir iki üç anlamındaki ön dö turvadır) biçimli taklitli oyunların, “portakalı soydum” masumluğundaki tekerlemelerin unutulduğunu gördüm.
Yerini “askere gittim” diye başlayan tekerlemeli bir oyun gelmişti. Ağabeyinin boksörlüğünü, ablasının mankenliğini taklit ediyordu. Özyalçıner ile bu oyunu seyrettiğimizde, çocuklara oyunlar ve tekerlemeler üreten bir uzay örgütü olup olmadığını tartışmıştık bir süre.

‘Beş taş’
Orhan Kemal’in Cemile’sinin küçücük bir ayrıntısı beynime kazılıdır. Sandığındaki “beş taş”. Bu oyun araçları, hem bu işçi kızın genç kızdan çok çocuk olduğunu vurgular, hem oyuna doyamadan çalışmaya başladığını. Çabukluk ve el becerisi isteyen bir oyundur beş taş. Düzgünce beş taş parçasını sırayla havaya atıp tutarak oynanır (Ben hiç beceremedim). Zaten oyuncağın kıt zamanlarında çocuklar kendilerine böyle oyuncaklar uydurmuşlardır: Kukalı oyunlar için konserve kutuları, futbol oyunlarında kaleyi belirleyecek bir şey bulunamayınca sırttan çıkacak ceket, topun lüks olduğu dönemde paçavralardan yapılan toplar... Sopalardan yapılan atlar... Yaşar Kemal’in romanlarındaki kamıştan yapılan atın betimlemesini unutabilir misiniz? Yelesi bile vardır. Dağlarca da çocukların “haçları bebek yaptığını” söyler.
Aslında çocukluk bir oynama dönemidir. Çocuk oynayarak öğrenir, öğrenerek oynar. Onun için her şey bir oyun aracıdır: Kendi eli, ayağı, ambalaj kutuları, kese kâğıtları, küçük torbalar, kibrit, şeker kutuları, plastik bardaklar, plastik şişeler, çamaşır leğenleri, kepçeler, tencereler, tabureler, sandalyeler, minderler... Çocukluğun sonsuz düş gücü her nesneyi bir başka şeye çevirir. Bir büyü çubuğu gibi. Eski kova bir davul olabilir, kaşık telefon... Minder, yumuşaklığına göre ayı, bebek... Çocuğun bir sürü bebeği, ayısı olması hiç önemli değildir. Gerçeğinin yarı fiyatına satılan akülü oyuncak arabalar bir iskemle ya da taburenin yerini tutamaz. Çünkü o iskemle önce otomobildir, beş dakika sonra uzay aracı ya da Noel Babanın kızağı... Oyun bitince de asıl görevine döner. Çocuğun bir kutuya ip takarak sürüklediği kutu kimi zaman kamyondur, kimi zaman köpek. Kurulunca yürüyen köpek, durduğu yerde göbek atan bebek, sürüne sürüne ilerleyen komando, konuşan bebek, yürüyen bebek, uzaktan yönetilen araba çocukla değil kendi kendine oynar. Bu oyuncakların hızı çocuğun hayal gücünün hızına yetişemez. Kutulardan yaptığı telefon hem çalan hem konuşan telefondan daha uzak yerlere ulaşabilir. Onun için bir çocuğun “onca pahalı oyuncağı bırakıp” yırtık bir terlik tekiyle oynamasına şaşmayın. Oyunun çocuk için bir yaşam biçimi olduğunu anımsayın... ve lütfen çocuğunuza oyun için yeterli alan ayırın. Çevrenizin sorumlularını bunun için de zorlayın.
Çocuklar anne babalarının şapka, kasket, eşarp, terlik, çanta gibi eşyalarını, boncuk, saat gibi eski takılarını kullanarak “büyükleri” oynamaya, atılmak için ayrılmış eski rehberleri, zarfları, resimli dergileri kesmeye, boyamaya bayılırlar. Bunlar oyuncak değildir ama iyi birer “oyun malzemesi”dir. Çocuklara bu tür eşyaları oynamaları için vermeliyiz. Dikkat etmemiz gereken tek şey plastik torbalar (poşetler). Çocuklar onları başlarına geçirebilir ve boğulabilirler... Bu konuda ambalajda kullanılan kimi plastik torbaların üstünde uyarı vardır. Ama en iyisi çocuklara bu tür tehlikeli nesneleri vermemek, onlardan uzak tutmaktır. Bir de boş kutuların ilaç, özellikle böcek ilacı, şişelerin çamaşır suyu, yumuşatıcı vb. zehirli şeylerin ambalajı olmamasına dikkat etmek.

Arkadaş yerine oyuncak
Mustafa Ergün, bir incelemesinde günümüzün oyuncak bolluğunu bir toplumsal gereklilik olarak açıklar: “Çocuk biraz büyüyünce arkadaşlarıyla grup oyunları da oynayabilir. Ama toplumsal gelişmeler sonucu, çocuğun diğer çocuklarla bir arada bulunma ve oynama imkânları giderek sınırlandırılmıştır. Onun için çocuk oyunlarında oyuncağın oranı giderek artmakta, ona arkadaş olarak oyuncak bebekler, oyuncak hayvanlar vs. verilmekte; anne-babalar çocuklarıyla daha az ilgilenmek için onları oyuncağa boğmaktadırlar. Toplumdaki kişiyi yalnızlığa itme gelişimi o derece artmıştır ki, çocuk oyuncakları büyükleri de meşgul ettiği gibi, ayrıca bir de yetişkin oyuncakları sanayii gelişmektedir.” (M.E., Oyun ve Oyuncak Üzerine. Milli Eğitim,1980).
Oyuncağın gerçek tarihini bilemiyoruz. Bazı müzelerde neredeyse tarih öncesi oyuncaklar var. Onların oyuncak olduğu, çocuk mezarlarından çıktığı için biliniyor. Eski oyuncaklar dendiğinde yaşları altmışı geçenler iki ucundan çekerek hareket ettirilen tahta kuşları anımsar. Sonra kızlara mutfak eşyalarıyla (küçük bakır tencereler, süzgeçler, porselen tabaklar), oğlanlara savaş aletleri (“kurşun askerler”, tahta tüfekler, mantar tabancaları) vardı. Yüzleri sıkıştırılmış boyanmış mukavvadan yapılmış bebekler..... (Nadir ve pahalı kurgulu oyuncaklar armağan gelirse elimize verilmez bir büfe süsü olarak saklanırdı.) Sonra sert plastikten yapılmış küçük yumurtalar yumurtlayan tavuklar çıktı. Ve.... Tüm oyuncaklar plastik oldu.
Günümüzde de oyuncaklar kız çocuk, oğlan çocuk için ayrılıyor. Kızlara Barbie bebeklerle birlikte üretilen çeşit çeşit giyim eşyalarının, oyuncak makyaj araçlarının, Barbie’nin erkek arkadaşının, plastik takıların, erkek çocuklara üretilen ışın tabancalarının çocuklara neleri koşullandırdığını da düşünebiliriz elbet. Kimi uzmanların kız çocuklarını anne rolüne hazırladıklarını söyledikleri “çocuk görünümlü” bebekler yerine manken görünümlü bebeklerin taşıdığı gizli bildiriyi düşünmeliyiz elbet. Hem düşünmeli hem de tartışmalıyız. Ama oyuncaklarda hep cinsiyetçi ayrım vardır. Bu ayrım için çeyrek yüzyıl önceki uzman görüşü şöyle “Geleneksel toplumlarda, kökü tarihin derinliklerine uzanan keskin bir rol bölümü vardır. Kadın ve erkek rolleri birbirinden tamamen ayrıdır. Erkeğin kadın işleri yapması nasıl mizah konusu olmuşsa, erkekçe davranışlar gösteren kadınlar da ayıplanmıştır.
Ama çağdaş hayat şartları, aile ve meslek hayatında kadın-erkek ayrımını kaldırmış, her iki cins de aynı işlerde yan yana çalışmaya başlamışlardır. Ev işlerinde de aynı ortaklık sürmekte, gerektiğinde erkekler çocuğa bakıp bulaşık yıkamakta, kadınlar arabalarına binip pazara gitmektedirler.
Bazı toplumlar, çocukları da bu rol ayrımına doğuştan itibaren hazırlamaya başlarlar. Elbise ve ayakkabıların renk ve şekillerinden oyuncaklara kadar her iki cinse de ayrı muamele yaparlar. Kız çocukları sürekli kadın rolü oynar, oğlanlar da erkek. Hattâ bir zaman sonra oyun grupları bile ayrılır.
Bu ayrım çağdaş toplumlarda ister istemez ortadan kalkacaktır. Çocuklar büyüklerin davranışlarını taklit edeceklerdir. Babası küçük kardeşine bakan oğlan, niçin saçlı bebeklerle oynamasın? Kız çocuğu niçin annesi gibi otomobil kullanmaya özenmesin? Kendilerinin yaşadıkları gerçeğe rağmen, bazı aileler çocuklarını hâlâ kız-erkek rolleri oynamaya zorlarlarsa, çatışma çıkar.” (M.E., Oyun ve Oyuncak Üzerine).
Çocuklar çocukluğunu yaşasın
Çocukların oyun ve oyuncaklarından söz etmek de, “bizim zamanımızda oyuncak yoktu, şimdikiler şanslı” demek de keyifli iş. Ama çocuklar çoğunlukla çocukluğunu yaşayamıyor. Çalışıyorlar, üretime katılıp sömürülüyorlar... Ülkelerinin savunmasına , direnişçilere katılıyorlar. Oyun için yaratılmış elleri silah tutuyor, makinelere sıkışıyor. Lüks ayakkabılarda onların emekleri var. Dünyanın pek çok yerinde çocuk emeği sömürülüyor, bizde de.
Sosyalist Balkan ülkelerinden Bulgaristan’da kırsal kesim çocuklarına tarım işlerinde çalıştıkları, üretime katıldıkları için şehirdeki çocuklardan 15 gün daha fazla tatil olanağı verilirdi. Sağlıklarına göre denizde ya da dağdaki tesislerde geçirilen bu tatiller ücretsizdi.
Şimdi nicedirler kimbilir? Ya bomba parçalarını hem oyuncak, hem satılıp para kazanılacak demir sanan bölge çocukları... Bir kazaya kurban giden gül yüzlüler... Nâzım Usta’nın “Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler”ine nasıl katılmazsınız!

Sennur Sezer
ÖNCEKİ HABER

‘severek yaptık’ marka oyuncak

SONRAKİ HABER

oylanmak için değil, hayal kurmak için...

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...