22 Şubat 2008 00:00

ÖZGÜRCE


İş cinayetleri öylesine arttı ki, gerek medya gerekse hükümet ve muhalefet bu cinayetleri artık göz ardı edemez oldular. Bugüne kadar emekçinin hiçbir derdini kendine dert edinmemiş sermayenin ve hükümetin sesi televizyon ve gazetelerde, neredeyse ilk haber iş cinayetleri oldu. Meclis’te bakan ve vekiller “değerli zamanlarından” üç beş dakikayı ayırıp bu konuyu gündeme getirerek bir şeyler yapıyormuş görüntüsü vermeye çalışıyorlar.
İş kazalarını, iş cinayetlerini böylesine saklanamaz hale getiren, elbette yaşamını kaybeden emekçilerin sayısındaki olağanüstü artış olmuştur. Özellikle de Davutpaşa’da 23 cana mal olan toplu iş cinayeti ile hemen her gün bir ölüm haberinin alınmasıyla neredeyse kanıksanır hale gelen Tuzla tersanelerindeki iş cinayetlerinin bunda payı büyüktür. Ancak, iş cinayetleri sadece bunlarla sınırlı değildir elbette. Her gün Türkiye’nin dört bir yanında inşaatından madenine, atölyesinden fabrikasına kadar birçok işyerinde cinayetler gerçekleşmekte, ama bunlar ne medyanın ne de Meclis’teki siyasetçilerin umrunda olmaktadır.
Aslında, iş cinayetlerine yol açan anlayışın ve ortamın yaratılmasında, yeni liberal politikaların benimsenmesi ve 12 Eylül darbesiyle yaratılan baskıcı düzenin önemli rolü olmuştur. Üretim sisteminin emek maliyetini en alt düzeye indirecek biçimde yeniden düzenlemesini dayatan yeni liberalizmin uygulanması için demokrasinin ortadan kaldırılması gerekmiştir. İşte 12 Eylül, emeğin ucuzlaması, emekten daha fazla artı değer elde edilmesi için gereken baskı ortamını yaratmıştır. Bu ülkede pek çok emekçi, 12 Eylül’ün, terör ortamının sona erdirilmesi için yapıldığını zannetmiş ve darbeye destek vermiş ya da en azından karşı çıkmamıştır. Oysa 12 Eylül, emekçinin canına, terine, ekmeğine, geleceğine yönelmiş bir darbedir. Çünkü 12 Eylül, demokrasiyi ortadan kaldırmış, emekçiyi örgütsüz bırakarak mücadele bilincini köreltmiş ve sonuçta her işyeri, emekçi için sömürünün, ölümün mekanı haline getirilmiştir.
Bugün bakanından vekiline, patronundan köşe ağası, gazetecisine kadar herkes iş cinayetlerinin ortadan kalkması için “sahte” bir gayret içine girmiştir. Her şeyden önce bu zatı muhteremlerin iş cinayetlerinin nedenlerine ilişkin tespitleri yanlış ve yanıltıcıdır. Onlara göre iş cinayetlerinde birinci derecede sorumlu Allah’tır. Çünkü bu ölümler Allah’ın hikmetidir. İkinci sıradaki sorumlu ise ölen işçinin kendisidir. İşçi eğitimsizdir, cahildir, kendi güvenliğini sağlamamış ve ölmüştür. Bunların ardından sorumlu olarak görülen ise kayıt dışı çalışma ve taşeronluk sistemidir. Bunlar için yapılacak fazla bir şey yoktur. Çünkü, ekonominin gereği küresel rekabet, küresel rekabetin gereği ucuz işgücü, ucuz işgücünün sağlanması için gereken ise emekçilerin örgütsüzleştirilmesi ve üretim sürecinde söz hakkının bulunmamasıdır. Bunun yolu ise kayıt dışı ve taşeron çalıştırmayı da kapsayan esnek üretim sistemleridir. Ayrıca, diğer ülkelerde de benzer ölümler olmaktadır zaten.
Hatta, Türkiye’deki iş cinayeti sonucu ölüm oranları Çin, Tayvan ve Malezya’nın daha da gerisindedir.
Peki, bu muhteremlerin iş cinayetlerinin durdurulmasına yönelik önerileri nelerdir? Onlara göre ölümler Allah’ın hikmeti olduğu için ve o da sual edilemeyeceği için fazlaca bir şey yapılamaz. Öte yandan, rekabet içinde olduğumuz kimi ülkelerde ölüm oranlarının bizimkinin de üzerinde olduğunu düşünürseniz, bu kadar ölüm normal olarak bile kabul edilebilir. Ama birtakım “münasebetsizler” ölümler konusunda hükümet bir şey yapmıyor demesin diye; işçinin eğitimden geçirilmesi ve denetimlerin artırılması gibi görüntüyü kurtaracak birkaç “sözde” öneri de getirilmektedir. Patronlar ise bunu fırsat olarak görüp kayıt dışı çalıştırmayı engellemek üzere kendilerini çalıştırdıkları işçinin sosyal güvenlik ve kıdem tazminatı yükünden kurtulacak öneriler getirmektedir.
Bildiğim kadarıyla işçi sendikalarının konfederasyonlar düzeyinde iş cinayetlerine yönelik ciddi bir gündemi yoktur. Sanki iş cinayetlerine kurban gidenler emekçi, kendileri de emekçi örgütü değilmiş gibi birkaç kınama ve basın açıklaması dışında konuya olabildiğince ilgisiz kalmaktadırlar. Kim bilir belki de emekçinin böylesine haklı olduğu bir konuda patronları, hükümeti sıkıştırmanın, o pek benimsedikleri “uzlaşmacılığa”, “sosyal diyaloga” halel getireceğini düşünmektedirler!
İş cinayetlerinin ortadan kaldırılmasının tek yolu: İşyerinde ve toplumsal düzeyde işçi sınıfının müdahale olanaklarını, söz hakkını artırmak, yani özgürlükçü demokrasiyi sağlamaktır. O halde talep demokrasi olmalıdır! Ancak bu demokrasi, ne 12 Eylül’ün anayasasını sivilleştirmek için savunulan, ne de AB’nin önümüze koyduğu liberal anlayış ile gerçekleşebilir. Emekçiler için demokrasi, ekonomik ve sosyal politikaların belirlenmesinde, yasaların yapılma ve uygulanma sürecinde söz sahibi olmaları ile gerçekleşebilir. Aksi halde bugün olduğu gibi sermaye, kârını en üst düzeye çıkartacak uygulamaları dilediği gibi yaşama geçirecek ve bunun sonucunda da emekçiler ölmeye devam edecektir.
Özgür Müftüoğlu

Evrensel'i Takip Et