24 Şubat 2008 00:00
benim de sesim var
GÜNÜN YAZILARI
Bir süre önce, henüz bir yaşına giren dünya tatlısı bir bebeğe getirilen oyuncakları gördüm ve gerçekten çok şaşırdım. Bu oyuncaklar birer doğum günü armağanıydı ama hiçbiri aslında bebeğin ilgisini çekecek cinsten değildi; aralarında bebeğin yaşına uygun olarak seçilmiş bir oyuncak bile yoktu. Öte yandan oyuncakların her biri kocaman ve gayet cafcaflıydı. Oyuncak satan büyük mağazaların reklamlarında yer vermeyi pek sevdiği cinsten bu kocaman oyuncaklar, tahmin edilebileceği üzere oldukça pahalıydı.
Bu oyuncakları getiren yetişkinlerin kim olduklarını araştırınca, tahmin ettiğim gerçekle karşılaştım. Bu oyuncakları alan yetişkinlerin hiçbiri aslında bu gibi oyuncaklarla büyümüş değillerdi ve çocuklukları -tıpkı yoksullukla büyümüş milyonlarca çocuk gibi- pahalı oyuncaklar olmadan geçmişti. Yani, bu oyuncakları zamanında çok sevdikleri ya da yararlandıkları için seçmemişlerdi.
Bu oyuncakları seçmiş olmaları aslında yaygın bir eğilimin parçası olarak görülebilir. Bu eğilimin en bariz yansımaları, yoksulluk içinde büyümüş anne babalarda görülmekte. Geçmişte yoksun kaldıklarını, sahip olamadıklarını veya o zamanlar bulunması bile mümkün olmayan şeyleri çocukları için bol hale getirmeye çalışan anne babalarda...
Bu eğilim, hızla zenginleşmeyi ve tüketimi pompalayan neoliberal yaklaşıma gayet uygun olduğu ve değişik şekillerde desteklendiği için Yoksulluğun karşıtı sınırsız bolluktur gibi bir inanç hızla yayılıyor.
Kimi anne babaların sınırsız bolluk sağlama eğilimi, özel okullarda en aşırı yansımalarını buluyor. Özel okulların birçoğunda öğrencilerin okula geliş gidişlerinden yemeklerini nasıl yediklerine dek birçok uygulamada berbat bir keyfiyet, israf ve hesapsızlık var. Ama işleyişin odağında para olduğu ve parayı verenler bu israf ve hesapsızlıktan rahatsız olmadıkları için, bu gidişatın değişmesi elbette mümkün değil.
Ülke nüfusunun büyük bir bölümünün yoksulluk içinde yaşamaya zorunlu bırakıldığı, gelir dağılımının giderek daha da adaletsizleştiği bir dönemde, yoksulluğu yakından -yalnızca bir kuşak önceden- tanıyan yetişkinlerin çocukları için sınırsız harcamalar yapabilmeleri oldukça rahatsız edici.
Daha da kötüsü, çocuklar için sınırsızlık yararlı değil, çok zararlı bir yaşam biçimidir. Hatta tam bir girdaptır. Bitmek bilmeyen isteklere sahip olmak, hep daha fazlasını istemek gibi bir girdap içinde bir çocuğun mutlu olabilmesi söz konusu olamaz. Böyle bir ortamda bir çocuk ancak çok iyi bir tüketici olabilir.
Birlikte sınırlar belirlemek
Araştırmalar, anne, baba ve çocuğun karşılıklı olarak sınırlar belirleyen, dinamik bir ilişki oluşturduğunu göstermekte. Pek anlaşılmasa da doğumun hemen ardından sınırları belirleyen aslında bebektir. Örneğin ilk altı ayda ne zaman besleneceğini kendisi belirler ve anne babanın uykusunu altüst eder. Ama kısa süre sonra bir denge oluşur ve beslenme ve uyku dengesi birlikte belirlenmeye başlanır.
Sınırsızlığa dönersek, araştırmalar, anne babaların çocuklarını çok sevmeleri, fakat sınır koymamalarının tam anlamıyla olumsuz bir sonuç deryasına yol açtığını gösteriyor. Çocuklar, özellikle iki yaşlarından başlayarak sürekli kendilerine hem yol hem de makul sınırların gösterilmesini beklerler. En basit örnek olarak uyku saatleri verilebilir. Uyku saatleri düzenlenmediğinde hem çocuğun hem de anne babanın yaşamı altüst olur.
Çocuklar kendilerine sınırlar konusunda sürekli açıklamalar yapılmasını isterler ve sık sık da sınırları zorlarlar. Kendilerine sınırlar ne kadar iyi açıklanırsa ve evdeki karşılıklı iletişim ne kadar sürekliyse, çocuklar kendileri için gerekli sınırları öğrenir, benimser ve giderek dışarıdan sınır getirilmesine daha az gereksinim duyarlar.
Sınırların tartışılabilir ve değişken olması, ortak bir yaşam kurmanın bir parçasıdır. Haklar da bu nedenle gereklidir. Çocukla ortak bir yaşam kurabilmek için onun yararının gözetilmesi, ona saygı duyulması ve onun söz hakkının merkezde tutulması gerekir. Çocukların haklarının, sınırlarının ve sorumluluklarının olması, çocukların hem daha mutlu olmasını hem de sağlam gelişebilmesini sağlar.
Çocuklar güçlü ve istekli
Bugün, çocuklar için çocuklar ile bölümünde, Benim de Sesim Var-Sesimi Duyun Kampanyasına Babaeskiden gönderilen bir mesaj var. Mesajda, ortak bir yaşam kurmak için çok güçlü ve istekli bir ses var:
Yaşıyorum ve düşünüyorum. Fakat sesimi kimse duymuyor:
Ülkemiz!
Kim bilir belki benim yaşımda, şimdi benim yerimde olmak isteyen milyonlarca çocuk, genç geliyor gözümün önüne. Neden? Neden bizi hiç dinlemiyorlar? Bizim de sesimiz var, artık duyun. Bırakın boş işlerle uğraşmayı. Ben 13 yaşında bir genç kızım... İlköğretim Okulu 6-A sınıfı öğrencisiyim. Küçük değilim, her şeyi anlayacak yaştayım.
Neden iki lafınızın üçüncüsü Sen sus, anlamazsın, küçüksün! oluyor? Benim de sesim var, sesimi duyun!
Lütfen bırakın böyle davranmayı, bırakın ülkemizde olan her yolsuzluğa, her kötülüğe göz yummayı. Niçin yaşıyoruz? Neden düşünüyoruz? Neden her şeye göz yummak zorundayız? Sessiz kalmayalım.
Bizlere çocuk deyip geçmeyin. Bazı konuları sizden daha iyi düşünebiliriz. Neden siz de Atatürk gibi bizlere Bugünün küçüğü, yarının büyüğü gözüyle bakmıyorsunuz? Bizleri hep kendinizi yüceltmek için küçük düşürmek zorunda mısınız? Bırakın böyle davranmayı. İnsan gibi yaşayalım. Kötülük olmayan, sevgi, barış olan bir ülke içinde yaşayalım.
psikolog Doç. Dr. Serdar M. Değirmencioğlu
Evrensel'i Takip Et