18 Temmuz 2008 00:00

Operasyonları, ölüm oruçları, firarları, barındırdığı örgüt liderleri ve birçok kişinin ‘tutsak’ anılarıyla akıllarımızda yer edinen Bayrampaşa Cezaevi, bugün yapılacak törenle tamamen kapatılıyor. Yerine toplu konut yapılacak olan Bayrampaşa Cezaevi, binlerce kişinin anıları ve acılarını mazide bırakarak, şehir merkezinin kilometrelerce uzağındaki Silivri’ye taşınıyor.
1967’de 1210 kişilik kapasiteyle açılan, ‘Sağmalcılar Cezaevi’ olarak da bilinen Bayrampaşa Cezaevi’nin yerinde yakında toplu konutlar olacak. Türkiye genelinde haziran ayı verilerine göre 96 bin 760 tutuklu ve hükümlünün 11 bin 148’inin İstanbul’da bulunan 10 cezaevinde tutulduğu açıklanmıştı. Silivri Cezaevi Kampüsü’nün açılmasıyla bu sayı 15 bin 910’i buldu.
Geçtiğimiz ay başlayan sevklerde önce 600 çocuk mahkum Maltepe H Tipi Gençlik ve Çocuk Cezaevi’ne, 400 civarında yabancı uyruklu tutuklu yabancılara ayrılan Maltepe 3 No’lu L Tipi Cezaevi’ne sevk edildi. Uyuşturucu, hırsızlık, gasp, adam öldürme gibi suçlardan tutuklu ve hükümlü olan 3 bin 500 civarında kişi Silivri Cezaevi Kampüsü’ndeki L Tipi Cezaevi’ne nakledildi.
‘Açlık grevi’ olarak başladı
Bayrampaşa Cezaevi on binlerce tutukluyu ‘ağırladı’ yıllarca, koğuşlarda, hücrelerde ya da işkencehanelerde. Bayrampaşa kapatılmak isteniyor, Tutuklular Bayrampaşa’ya götürülmeyip Bursa Özel Tip Cezaevine götürülüyordu. 20 Mayıs 1996’da 7 örgütün imzasıyla bir bildiri yayınlanarak “Tabutluk genelgelerinin iptal edilmesi, tutsak ailelerine yönelik saldırılara son verilmesi, savunma hakkı ve tutsakların tedavilerinin önündeki engellerin kaldırılması” talepleriyle süresiz açlık grevine Bayrampaşa Cezaevi merkezli olarak başlandı. 26 cezaevinde yaklaşık 1500 tutukluyla başlayan süresiz açlık grevi, 45. gününde birkaç talebin eklenmesiyle ölüm orucuna dönüştürüldü.
Bayrampaşa Cezaevi’nde 25 yıl çalışan gardiyan B, 1977 ve 1983’te cezaevinde kalan Ahmet Coşkun ve 1993’te cezaevinde yatan ve güvenlik nedeniyle adını vermek istemeyen bir mahkum Bayrampaşa Cezaevi’ni anlattı.
Darbe baskı oluşturdu
Bayrampaşa Cezaevi’nde 12 Eylül 1980 askeri darbesinden önce çalışmaya başlayan B, cezaevlerinde darbeden önce otoritenin mahkumların elinde olduğunu belirtti. Darbenin ardından mahkumlar üzerinde yoğun bir baskı oluştuğunu vurgulayan B, bu baskılardan ötürü isyanların çıkmasının doğal olduğunu dile getirdi.
1993’te Dev-Sol davası tutukluları Mete Nezihi Altınay, İbrahim Yalçın, Murat Gül ve Semih Genç ile TKP/ML TİKKO davası tutukluları Halil Çakıroğlu, Ali Gülmez ve Süleyman Şahin’in gardiyan elbiseleriyle firarı sırasında tüm gardiyanların 6 ay açığa alındığını anlattı.
Bazıları ‘her an gidebilir’
Firarın gardiyanların nöbet değişimine denk getirildiğini söyleyen B, o sırada cezaevinde olan gardiyanların tutuklanarak Metris Cezaevi’ne götürüldüğünü, savcı hariç diğer tüm idari görevlilerin ise ‘görevi ihmal’ suçundan 6 ay açığa alındığını dilegetirdi. 12 Eylül döneminde bir tünel bulunduğunu belirten B, tünelin bir ucunun bir evin altında olduğunu ve o evi kiralarken bir sorun çıkmasından ötürü yakalandığını kaydetti. B, 1990’ların başında birçok örgüt yöneticisinin ve üyesinin kaldığı Bayrampaşa Cezaevi’nde önemli isimlerin gözetim altına alınmasını şöyle anlatıyor: “Sayımlarda personel ile infaz koruma baş memuru tutukluları görerek isimle, numarayla sayıyor. Kaçabilecek örgüt liderleri başgardiyana zimmetli. Nöbet değişiminde yerinde olup olmadığına bakıyorsun. Nöbette tembih ediyorsun, ‘her an gidebilir’ diye.”
B, 1989 yılında Dursun Karataş’ın firarında hiçbir açık bulunamadığını ifade etti.
Anahtar onlardaydı
Gardiyanın cezaevi yönetimiyle mahkum arasındaki dengeyi sağlamakla yükümlü olduğuna dikkat çeken B, “Havalandırma 2 saatti, ama anahtar onlardaydı” diyerek yönetimle mahkum arasındaki otoriteyi nasıl dengede tuttuklarını anlatıyor. B, “Siyasilerde doktor vardı, avukat vardı, mühendis vardı, çoğu okumuş adamlardı. Bir sağlık sorunumuz olduğunda doktor olanlara soruyorduk ‘ne yapalım’ diye, onlar da muayene edip hangi ilacı almamız gerektiğini söyleyip tavsiyelerde bulunuyorlardı” dedi.
Direk taramaya başladılar
19 Aralık operasyonunun, sabaha karşı 04.00’te, ‘bir saniye bile şaşmayan’ bir zamanda başlatıldığını ifade eden B, kendilerinin hiçbir şeyden haberi olmadığını, ses duyunca kalkıp koridora baktıklarını söyledi. B, “Baktık ki asker. Bize susmamızı söylediler ve odaya kapattılar. Direk taramaya başladılar. Uyarı çağrısı yapmadılar, kurşun yağdırmaya başladılar” diye operasyonun başlama anını anlattı. Dışarı çıktıklarında tam teçhizatlı askeri birliklerin operasyonu gerçekleştirdiğini anladıklarını dile getiren B, cezaevinin bahçesine sivil kamyonlarla girildiğine dikkat çekti. (İstanbul/EVRENSEL)

İdare dolaylı olarak baskı altında tutuyordu
1977 yılında ‘bildiri dağıtmak’ suçundan tutuklanıp Bayrampaşa Cezaevi’ne getirilen Ahmet Coşkun, adli koğuşa konulduğunu, koğuşta kumar oynatıldığını, ‘kadınların’ getirildiğini dile getirdi. “Koğuşa gazete girmiyordu, her şeye rağmen aldık, okuduk. Koridoru, bahçeyi açtırdık” diyen Coşkun, birkaç siyasi tutuklunun da gelmesiyle koğuşlar arası diyalogu geliştirdiklerini belirtti. 1983’te tekrar Bayrampaşa’ya geldiğinde siyasi tutukluların adliler üzerindeki etkisinin daha fazla olduğunu dile getirdi.

Misafir edemeyeceksen rehin alma
Cezaevinde kendisinin de sevilen bir gardiyan olduğunu dile getiren B, adli koğuşta çıkan bir isyanda bir koğuşta rehin alınmasını şöyle anlattı: “İsyan sırasında bir koğuşta patlama oldu, kapılar kapandı, içeride kaldık. Bazı gardiyanlar tek başına koğuşa giremezdi, ben her koğuşa giriyordum. Oturdum, televizyon getirttim Bayrampaşa’dan canlı yayında olanları izleyelim diye. Diğer gardiyanları da çağırdım, ‘herkesin içtiği sigaradan alın’ dedim. Yemek yaptılar, çay getirdiler. Gece olunca da temiz bir yatak buldum, yattım uyudum. Sonra o koğuşun sorumlusu ‘bir daha seni rehin almayacağız, başımıza pahalıya patladın’ dedi. Ben de ‘misafir edemeyeceksen alma’ dedim. ”

‘Ne o Halil, firar mı edecen?’
1993 yılındaki firarlar sırasında Bayrampaşa Cezaevi’nde olan adını vermek istemeyen eski bir siyasi tutuklu, firar dönemini anlatıyor. “Yakalanmasalardı cezaevini boşaltacaklardı” diyen tutuklu, yakalanmanın bir kişinin asker tarafından tanınması sonucu yakalandıklarını dile getiriyor. Firar edecek tüm tutukluların tıraş olduğunu belirten tutuklu, cezaevi müdürünün arama sırasında TİKKO’lu tutuklu Halil Çakıroğlu’na tıraş olduğu için, “Ne o Halil, firar mı edecen?” diyerek takıldığını ifade ediyor. Çakıroğlu’nun müdüre cezaevinden kaçmanın mümkün olmadığını cezaevinden ancak helikopterle kaçılabileceğini söylemesi üzerine müdürün keyifli bir şekilde koğuştan çıktığını anlatan tutuklu, firar edenlerin yakalanmasından sonra yapılan sayımda Çakıroğlu’nun müdür ile konuşmasından sonra firar ettiğinin ortaya çıktığını söyledi.

Operasyon ‘öldürme’ amaçlıydı
2000’de de F Tipleri gündeme geldi. Hücre tipi cezaevleri açılacaktı. Bunun üzerine kimi örgütler ölüm orucuna başladı. Bayrampaşa Cezaevi, ölüm oruçlarında önemli bir yer tuttu. 2000 yılında 18 Aralık’ı 19 Aralık’a bağlayan gece, sabaha karşı 04.00’te, Türkiye genelinde 20 cezaevine eş zamanlı düzenlenen operasyonda, Bayrampaşa Cezaevi’nde de birçok kişi öldürülmüştü. Kadınlar koğuşuna atılan kimyasal gazlarla kadın tutuklular diri diri yakılmış, kıyafetleri sağlamken derisi yanmış, birçoğunun yüzü, kafa derisi erimişti. Operasyonu yönetenlerden Zeki Bingöl, ‘Bayrampaşa Gerçeği’ adlı kitabında operasyonun amacını, yapılan hazırlıkları ve kullanılan silahları açık açık anlatmıştı.
Ceren Saran

Evrensel'i Takip Et