18 Aralık 2008 00:00

Hapishanelerin, kapatarak cezalandırma tarihindeki özel yerini biliyoruz. Egemenler, her dönemde, aykırı düşünce sahiplerine yaptırım uygulamışlardır. İşsiz bırakmak, sürgüne göndermek, işkence yapmak, öldürmek bu yaptırımlardan bazılarıdır. Kapatarak cezalandırma da bu yaptırımlardan birisidir. Hapishaneler bunun için inşa edilir.
Hapishane, bir bakıma özgürlüğün prangasıdır. Hapishane ile özgürlük idesi çelişir.
Özgürlük dendiğinde akla gelen şey, en fazla da hareket özgürlüğüdür. Fizikseldir özgürlük. O nedenle olmalı, bireyin hareket alanına müdahale edilir; o alan daraltılır da daraltılır.
Hücre, bu daraltılmış özgürlük alanının simgesidir.
Mahpusun bir hak olarak ‘oda’ talebi ile zorunlu olarak tek başına bir odaya kapatılması, farklı süreçler, algılayışlar ve uygulamaları ifade eder.
İnsan hakları savunucuları ve ulusal üstü insan hakları belgeleri odayı mahpus için bir hak olarak görür. Odayı bir hak olarak görme ile odaya mahpusu kapatma ve orada yaşamaya mecbur bırakma uygulaması tam da insan onurunun korunması sorunudur. İnsanı diğer insanlardan tecrit etmeye dayalı uygulama bir sistem haline getirilmişse, orada artık haktan söz edilemez. İnsan nasıl yalnızlığa itilir; yalnızlığa mahkumiyet, hangi insanlık yasasında var? Mahpusun diğer mahpuslardan ayrılması tıbbi zorunluluklar nedeniyle olabilir. Ancak bir yaptırım olarak, sürekli yalnızlık halinde tutulma uygulaması yapılamaz. Tecrit ancak belirli durumlarda ve belirli zaman diliminde; geçici ve belirli bir süre ile sınırlı olarak, zorunluluktan uygulanabilir. Böyle bir durumda dahi hekim görüşü zorunludur.
Bireyin ruh ve beden sağlığına zarar veren hiçbir yaptırım uygulanamaz.
Mahpusu sürekli tecrit durumunda tutmaya ‘19 Aralıklar Pratiği’ diyelim isterseniz. Bu pratik kanlı olmak durumunda; çünkü zoru öngörüyor ve zora dayanıyor. Bu pratik insanı fiziksel, sosyal, biyolojik ve psikolojik varlık olarak görmeme eğiliminde.
Bu pratik insana karşı.
İnsanı nesne yerine koymakta. Bir eşya...
Boş bir alana, bir odaya yerleştirilmiştir insan. Bir masa, bir yatak verilmiştir. Duvarlar, ranza, yatak- yorgan ve masa sandalye ile baş başadır mahpus. On yıl, yirmi yıl, ömür boyu…
Bu uygulama insanının insan oluşunu unutur. İnsan hakları hukuku, bu uygulamayı reddeder. İnsanlar hapiste de olsa insandır ve insan onuruna sahip olmak bakımından dışarıdaki insanla arasında fark yoktur. O halde tecrit de ne oluyor? Bu sorunun yanıtı yeryüzünün farklı coğrafyalarında baskıcı rejimler ve uygulamalar tarafından pek çok kez verildi. Bu sert uygulamalara yanıtlar da verildi.
Bu bir süreçtir. Baskılar ve baskılara karşı özgürleşme süreci.
Uzun, sancılı geçen; geçmekte olan bir süreç.
‘19 Aralıklar Pratiği’, insanı anlamama, diyaloğu reddetme, insan onurunu hiçe sayma, vurma- kırma pratiğidir.
İnsana eşya muamelesinin yapıldığı bir pratik. İnsanın ruhunu teslim almaya yönelik bir pratik.
Öte yandan, özgürlüğe bağlılığın pratiğidir. İnsan onurunu korumak için katlanılan zorlukların ve özgürlük tutkusunun doruklardaki pratiği...
Bu coğrafyada yaşanmıştır. Komşumuz, komşumuzun oğlu kızı yaşamıştır. Yoldaşlar, arkadaşlar, sevgililer yaşamıştır.
Uzun süren, sürmekte olan bir mücadeledir.
Kimi kez işkence sonucu ölümle, kimi kez hastalıkla ve sağlık hakkını kullandırmama ile kendisini gösteren bir pratiktir.’19 Aralıklar pratiği’, mektup yasağı, görüş yasağı, dil yasağı demektir aynı zamanda.
‘19 Aralıklar pratiği’, yaşam hakkına saldırı pratiğidir.
Yargısız infaz demektir. Yakmak, bombalamak demektir insanı. Ölüm demektir. Vahşet…
Böyle bir pratiğin, insan hakları hukukunda yeri yoktur.
İnsanlık vicdanında da…
Hüsnü Öndül

Evrensel'i Takip Et