12 Ocak 2012 11:07

Hakim olmadan hükmedeceğiz

"Amman ha! Olaylara karışma yavrum!"un en itaatkar 'yavru'larından çoğu Dicle Üniversitesi'nin Hukuk Fakültesi'nde öğrenci olarak buluşmuştur. "Ben hakim-savcı olacağım. Eylemlere katılarak fişlenemem. Geleceğimi tehlikeye atamam." içerikli cümleler -küçük azınlığı bir kenara bırakırsak- bi

Paylaş
Gülşah Kaya

Derken... Bir gün gelir, sabahın erken saatinde çalan cep telefonunun yes tuşuna basınca karşıdan gelen ses uyanmamış olduğundan şüphe ettirir seni:"Gülşah, fakültede sınav boykotu var! Okula koş hemen!"

-Nasıl ya!? Hukuk Fakültesinde mi?

İnanması gerçekten güçtür. "80 darbesinin muntazam eserlerinin" var olduğu hukuk fakültesi, bırakın ders boykotunu, sınavları boykot ediyor. Koşulmaz da ne yapılır?

Fakültenin önüne varıp da o kalabalığı görünceye kadar tereddütüm vardı. 200'ü aşkın öğrenci toplanmış, 1. sınıf, 2., 3., 4., uzatanlar... hepsi orada.

-Ne oldu Metin?

-Şırnak'ta Uludere'de bombalanarak katledilen sivillerin ölümünü protesto etmek için sınavlara girmiyoruz.

"TANRI ERDOĞAN'IN YANINDA"

Evet. Hepimiz akşamdan haberi almıştık. Gülyazı Köyü'nden 38 sivil TSK uçaklarıyla bombalanmışlardı. 35'i hayatını kaybetmişti. Aralarında mühendislik öğrencisi bir genç, 10-12 yaşında çocuklar, kısacası yaş ortalamasının 20'nin altında olduğu bir köylü topluluğu vardı. Tek geçimleri olan sınır ticaretini yaparken ve bundan 'herkesin' haberi varken, bütün gözler ve denetimler altındayken sınırda insanlar toplatılıp canice öldürülmüştü. Şırnak'ta, kucağında çocuğuyla bağıran kadının çığlığı gibi; "Tanrı onları terk etmişti" bir nevi. Kaybettikleri baba, kardeş, yeğen, çocukları gibi; artık geçinecek yollarını da kaybetmişlerdi.

35 insanın öldürülmesinden sonra hiçbir açıklamanın da yapılmadığı, "kaza" denildiği ve hükümetten yana bir adımın atılmadığı bu hukuksuzluğa karşı hukuk fakültesi öğrencileri de demokratik bir eylem koyup, sınavlarını boykot etmişti, etmiştik. Diğer öğrencileri engellemekle suçlanıp fakülte önüne yığılan 1 otobüs polisle tehdit edilmiştik.

FAKÜLTE KARAKOLA ÇEVRİLMEK İSTENİYOR

Görüşme için dekanlığa çıkan bir kaç arkadaşımız polislerin hemen fakülte önünden çekilmesini ve sınavların iptal edilmesini istediler. E bir klasikti artık: Rektörlüğün kesin emri var, sınavlar ertelenemez. Polisler de çekilecek. Çekilecek denilen polis, 10 metre geriye çıktı sadece.

Dekanlığın açıklamasını da protesto ederek ellerimizdeki kanunları ve ders kitaplarını fakülte binası önüne atarak bu koşullarda hukukçu olmanın utanç verici olduğuna vurgu yaptık. Sınavlara girenleri de çıkışlarda protesto bekliyordu:”Test miydi? Sınavdan kaç puan alacaksınız bilmeyiz ama, Fetullah'tan tam puan aldığınız kesin!"

Spontane gelişen bu boykot ve protestolar bizi fazlasıyla heyecanlandırmıştı. O kadar şaşkın ve heyecanlıydık ki, şu anda tutuklu olan arkadaşımız Metin gülerek söylüyordu: "Bu Kürt sorununda bir dönüm noktasıdır dostlar."

Boykotun ertesi günü olan Cuma günü Şırnak'a doğru yola çıkmıştım. Uludere'de kimlik kontrolünden geçerken yine bir telefon bana boykotun devam ettiğini söyledi. 2. gün de kimse sınavlara girmeyecekti. Ancak aynı akşam 3. kez boykot için çalan telefon, mutlu bir haber vermiyordu: "Boykota katılanlar göz altına alındı. İyi misin?"

Hukuktan 30 diğer fakültelerden 14 kişiyle birlikte toplam 44 arkadaşımız göz altına alınmıştı. Kimileri darp edilerek, hakarete uğrayarak alınmıştı ve dekanlık buna göz yummuştu. Kolluk kuvvetleri aynı dekanlığın gücüne dayanarak, artık öğrenciden daha fazla hakkı olduğu fakülte önünde çekinmeden "Biz sizi gözaltına almaya değil, infaz etmeye geldik" diyebilmişti! Ve aynı günün sonunda ne tesadüftür ki, mimarlık fakültesinin olmayan havalandırma boşluğunda bomba bulunmuştu. Birkaç gün sonra da kanlı silah... Son YÖK yasasıyla birlikte sivillerin okula girmesine müsade edilmesinden sonra, polislerin yeni derdi bir adım daha atarak okulu karakola çevirmeye çalışmaktı. Ve bu bahaneler sadece okulda her daim bulunmalarının meşru maskesiydi.

YİNE PUŞİ, YİNE AĞZI AÇIK FOTOĞRAF VE YİNE MUHBİRLİK TEKLİFİ

4 güne uzatılan gözaltı süresinden sonra arkadaşlarımızın mahkemeye çıkarılacağı haberini duyup aileleriyle birlikte arkadaşları olarak destek olmak üzere 100'ü aşkın kişi adliye önünde buluştuk. Savcılık 2 arkadaşımızı bırakıp diğerlerini mahkemeye sevk ettikten sonra bizleri de adliye binası dışına çıkarmakla kalmayıp, bahçenin de içine girmemize müsade etmedi. Savcılık kararıyla çıkan Berivan mutlu değildi. Çünkü daha cuma günü Van'dan dönen, evleri de yıkılmış olan, aylardır çadırlarda kalan ev arkadaşı Sultan mahkemeye sevk edilmişti ve cep telefonunda bulunan boykot mesajı "ciddi" bir delildi. Ağlıyordu...

Mahsum anlatıyordu: "Tek kişilik yerde 8 kişi kaldık. Fena darp edilen arkadaşlarımız var. Sadece darp olsa... Muhbirlik teklif ettiler. 2 kişiyi fakülte önünde yol tarif ederken 'güvenlik gerekçesiyle' almışlar. Üstelik boykota da katılmış değiller."

Puşi takdığı için 1. sınıf öğrencilerinden birinin alındığını da biliyorduk. Üstelik ne gülünçtür ki; fotoğraf ve kamera çekimi yapan 2 polisin de boynundaki puşi dikkatlerimizi çekmişti. Alkışlı ve ağzı açık fotoğrafları olanların delilleri hazırdı bile. Suçlama da TEM'e götürülmelerinden belliydi zaten: Örgüt üyesi olmamakla birlikte propaganda yapmak. 'Boykotla ne alaka' diye düşünüyor insan tabi. Ama ortada 3 günlük yas ilanı vardı. Ve öğrencilerin de ona uyarak böyle bir eylem yaptıkları iddia ediliyordu. Sorular her zamanki gibiydi: "Ailenizde dağa çıkan var mı?" "PKK ile ilişkin var  mı?" falan filan...

YENİ YIL HEDİYESİ: 16 TUTUKLAMA

Sabah 9 ‘dan akşam 9.30’a kadar kış soğuğunda adliye önünde bekledikten sonra ulaşan haber hiç iyi değildi. 13'ü hukuk fakültesi öğrencisi toplam 16 arkadaşımız tutuklanmıştı. Gizlilik kararı çıkmış davadan çıkan avukatların yüzleri düşmüştü. Ailelere çocuğunuz tutuklandı demek hiçbiri için kolay değildi. Deniz'in annesinin adliye önündeki kaldırıma oturup ağlaması, çok da iyi Türkçe bilmeyen Sultan'ın babasının susup kalması, bir Türk ve ablası savcı olan Mehmet'in babasının şaşkınlığı gözlerimin önünden hala gitmiyor.

Beraat edenler de mutsuzdu. Her sabah kantinde birlikte çay içtiği arkadaşı 'gerekçesiz' içeride tutulurken çıkmış olmaya kim sevinirdi ki? Aylardır içeride olan arkadaşımız Zeynep'i hepimiz tanıyorduk. Boynundaki siyah şal delil sayılmıştı ve nedenini kendisinin de bilmediği bir şekilde, üstelik okulu bitirmesine aylar kala, terörist denerek alınmıştı.

HAKKIMIZLA BİRLİKTE ONURUMUZA DA SAHİP ÇIKMAK İÇİN

Rektörlükten bunca zaman "en uslu fakülte"yi yönettiği için tam destek almış fakülte dekanlığının da rektörlüğün de polisin de mahkemenin de amacı açıktır. Fakülte önlerine duvar ören, kimlikle birlikte üst aramasına da başlayan, öğrencilerinin derslerden alınıp götürülmesine ses çıkarmayan ve  her türlü baskıyı mübah gören zihniyet şimdi de ses çıkarak herkesi elleriyle cezaevine yerleştirmeyi uygun görmüştü. Seneler sonra ilk demokratik tepkisinde kafasına sert bir darbe alan “potansiyel terörist” olan öğrencilere "yılanın başını küçükken ezmek lazım" denerek yaklaşılmıştı.

Her gün tutuklamalarına yenisini ekleyen, bize 'yaşamanın en temel hak' olduğunu okuturken sokaklarda gençlere kurşun sıkan, muhalif her sesi susturanlara karşı sesimizi daha fazla yükseltmekten başka yol olmadığı konusunda hepimiz hemfikriz. Ölen insanların yasını tutmayan, sıra arkadaşı içerideyken dışarıyı zorlamayan bir kişinin gerçek bir adalet savunucusu olacağına maalesef inancımız yok. Bu ülkenin anayasasının değişmez maddesi "hukuk devleti" olduğunu söylerken "guguk kuralları"nın hakim olmasına müsade ederek hakim olmak haksızlığa hükmetmek değil, müttefik olmaktır. Haklarımızla birlikte onurumuza da sahip çıkmak için arkadaşlarımız için bütün demokratik yolları zorlamak bir sorumluluktur.

ÖNCEKİ HABER

Suat abi?

SONRAKİ HABER

Birleşiyoruz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...