00 0000 00:00
Seyircisini düş kırıklığına uğratmayan yönetmenin Cabaretsi
Cabaretyi pek çoğumuz, 1966 yılında Broadwayde sahnelenen Christopher Isherwoodun Elveda Berlin (Goodbye to Berlin) adlı öyküsünden uyarlanan, John Van Drutenin I Am a Camera (Ben Bir Fotoğraf Makinesiyim) adlı sahne...
Cabaretyi pek çoğumuz, 1966 yılında Broadwayde sahnelenen Christopher Isherwoodun Elveda Berlin (Goodbye to Berlin) adlı öyküsünden uyarlanan, John Van Drutenin I Am a Camera (Ben Bir Fotoğraf Makinesiyim) adlı sahne eserine dayandırılmış Joe Masteroffun yazdığı bir Bob Fosse müzikali olarak anımsayacaktır. Cabaret denilince, 1972 ABD yapımı dramatik müzikal filmi gözlerinin önüne getireceklerimiz de herhalde aramızda az değildir. O filmdeki Liza Minelliyi, Michael Yorku, Helmut Griemi, Joel Greyi unutmak mümkün mü? Ya filmin özgün müziklerini yapan John Harold Kanderi?.. Film 1973 yılında tam 8 Oscar ödülü kazanmıştı.
Orhan Alkaya yönetiminde, Gencay Gürünlü yıllara nazire yaparcasına genel anlamda olamazcasına işler çıkaran İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, bu kez de Cabaretyi sahnelemekte. Aynı yapıtı, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Topluluğu yapımı olarak kırk küsur yıl önce izleyebilmiş olanlar için Cabaretnin yeni versiyonunu seyretmenin/dinlemenin ayrı bir keyif olduğu da bir gerçek.
Müzikal, Hitlerin başa geçmesinden önceki dönemde Berlinde geçer ve kabare oyuncusu Sally Bowlesın Amerikalı yazar Clifford Bradshaw ile olan kısa ilişkisini anlatır. Sally ve Cliffordın ilişkisi, onları çepeçevre sarıp sarmalamış güncel kaos tarafından ciddi bir tehdit altındadır. Öyküdeki diğer bir acıklı aşk serüveni de Alman Fräulein Schneider ve Yahudi asıllı talibi Herr Schultz arasında filizlenir. Yıl 1931dir ve Nazi Almanyası yükselişe geçmeye başlamış; büyük bunalım da dünyanın çivisini yerinden oynatmıştır ve aşklar, bu ahvalde toplum eleştirisi yapan şarkılar eşliğinde gelişir.
Adı seyircisini düş kırıklığına uğratmayan yönetmenler arasında sayılan Yücel Erten hafif, eğlenceli, ileti kaygısı olmayan bir tiyatro türü olan müzikali, usta işi bir sahnelemeyle egemen sınıf ve toplum düzenine karşı çıkan bir oyun haline getirmiş. Güncel politik konuların, toplumsal ve kültürel yaşamdaki yozlaşmanın altını şakayla harmanlayarak acı, iğneleyici bir sahne dili yakalamış. Emceenin koltuk altını tıraş ettiği tablonun gereğini anlamadım, ama türün gereği sayılan doğaçlamalara cevaz vermemiş, oyuncunun seyirciyle fazla içli dışlı olmasının önünü kesmiş, kaba mizahtan da titizlenerek kaçınmış, oyun içindeki kara mizahın altını çizmekle yetinmiş.
Yücel Erten, program kitapçığında; Bu müzikalde operadan ve baleden davet edilmiş konuk sanatçı yok. Tiyatro sanatının mertlik yasasına göre tepeden tırnağa ve köşeden bucağa İstanbul Şehir Tiyatrosunun sanatçıları ile sahneleniyor. Üstelik yaka mikrofonlarının ve hoparlörlerin desteğine başvurmadan, akustik düzlemde gerçekleştiriliyor diyor. İyi diyor da, ben Ertenin oyunun akustik düzlemde gerçekleştirilmesi dışında kalan görüşüne katılmıyorum. Bu durum, kanımca müzik direktörü Çiğdem Erkenin ve koreograf Selçuk Borakın işlerini oldukça zorlaştırmış. O ne detonasyon öyle! Örneğin, Nurdan Kalınağa sürekli ton dışına düşüyor ya da istemeden çıkıyor. Bahar Özge Göze üç parçada sürtone Usta koreograf Selçuk Borak da dansların figürlerini, adımlarını, dansçının mimiklerini, tüm vücut hareketlerini eminim incelikli biçimde kağıda dökmüş, eminim emin olmasına da gel gör ki icra öyle değil. Borak, tanrı aşkına ikinci perdede Pelin Budaka benim hatırım için bir kez daha dikkat etsin. Yanılıyorsam gelsin benden istediğini istesin.
Shut up karşılığı Kapa çeneni denilmesini ben hâlâ Türkçe olarak kabul etmemekte direniyorum, ama Aclan Büyüktürkoğlunun çevirisi iyi. Sahnenin büyücülerinden Osman Şengezer, çok tablolu bir sahne düzeni tasarlamış. Stilize ettiği paravanlar, Dünya Savaşının barbarlığına, sanat alanındaki ve gündelik hayattaki entelektüel katılığa sanki bir protesto niteliğinde. Kulis ve pansiyon odalarının girintileri ve çıkıntıları, mantıksızlıkları ve var olan sanatsal düzeni yadsır gibi. Şengezer imzalı kostümler de öyle Damıtılmış birer zevk ürünü. Gene de sormak isterim; orkestrayı neden 1970li yıların sonunda Amerikada gettolardan çıkan zencilerin oluşturduğu hip-hop kültürüne uygun giydirdi, diye. Amaç bizdenlik ise postallarıyla Gonca Berkerin, lastik ayakkabılarıyla Fuat Can Başkırın, buruşuk gömleğiyle Hakan Elbirin, yırtık bluciniyle bir diğerinin oyun boyunca hiç benden/bizden olamadığını söylemeliyim. Bunun dışında orkestra çok iyi. Müzik direktörü Çiğdem Erkenin zengin kariyeriyle hiçbir şeyi ıskalamadığı anlaşılıyor. Müziklerin oyunda çözümsel model olarak kendilerini göstermelerinde elbette Çiğdem Erkenin rolü var. Ritmi, ölçüyü, zamanlılığı vektörlerin gizli ve gözle görülebilir güzergahını pek güzel değerlendirmiş. Kemal Yiğitcan, oyundaki duyguları, düşünceleri, imajları, zaman ve mekan kavramlarını, atmosferi, derinliği, perspektifi, üç boyutluluğu gene pek güzel halletmiş; sahne ışıklandırmasına bu kere de sanatsal bir değer eklemiş.
Oyunculardan Arda Alpkıray, Doğan Şirin, Tolga Coşkun, Berk Samur ve Tolga Coşkun eh kıvamındalar. Pelin Budak, Nurdan Kalınağa, Yasemin Güvenç, Bahar Özge Göze, Özge ONeill, Özge Midilli, ellerinden geleni yeteneklerinin ve deneyimlerinin elverdiği ölçüde gerçekten özverilerini de ortaya koyarak yapıyorlar. Max karakterini canlandıran Eraslan Sağlam için mış gibi yapmayı ve duygulanımlarını soğukkanlılıkla üretmeyi bilmenin de çok önemli olduğunu anımsatmak isterim. Işıl Zeynep Tangör, yorumladığı Fräulein Kostun duygulanımlarını seyirciye okutabiliyor. Hakan Arlı, performansını çok sınırlı özellikler halinde parçalamış, böyle olunca Herr Schultzun bütünlüğü gözden yiyip gidiyor, olmuyor. Selma Kutluğun jestsellikleri, sesi, konuşma ve yer değiştirme ritimleri iyi. Oyuna renk katıyor. Ergun Üğlü, Ernst Ludwig rolünü üstlenmeden önce hangi bedene sahipti, gibi beni tuhaf bir düşünceye salıyor. Sally Bowlese can veren Senan Kara Tutumluer için geçen sezon izlediğim Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşedeki Neveser rolü için Senan Karayı izlerken, önce duygulanımları ve dış görünüşü üzerinde odaklandım, ama dramaturjik düşüncemi de devreye sokarak rol üzerindeki çalışmasını değerlendirmeyi savsaklamadım. Senan Kara, umut veren filizlerden. Ona dikkat etmeliyiz (Bkz: Tiyatro Tiyatro / Sayı: Eylül- Ekim 2008-Sayfa 47) demişim. Cabaret çalışması için de her ne kadar kimi şarkılarda (özellikle final bölümlerinde) sesi perdesizleşiyorsa da sahnesel aksiyonu ruhundan bedenine, merkezden çevresine, içselden dışsala, duyumsadıklarından fiziksel biçimine doğru bir hareket oluşturmasını bildiğini söyleyecek, bravo diye de ekleyeceğim. Can Başak Clifford Bradshawu bir dizi kesintisiz bağımsız süreçten türetiyor ve bunların her birini sırasıyla belli bir yönelimin icrasına yöneltiyor. Kendi içinde Bradshawın arzularını ve itkilerini oluşturuyor.
Emceede Mert Turaka gelinceee Yaratıcı iradesinde aralıksız hareketi geliştiriyor, içsel yaşam akışını kuruyor, Emceenin canlı organizmasını arıyor.
Mert Turak, Cabaretde Emceeyi yaşıyor, benden de bir helal olsun hak ediyor.
Gözlemevi - Üstün Akmen