24 Eylül 2009 00:00
Hukuksuzluk, bilimsizlik ve sel
Son günlerde televizyonlarda, gazetelerde memlekete dair iyi ve güzel haberler bulmak olanaksız hale geldi. Önce Trakya, sonra İstanbulda otuza yakın yurttaşımızın hayatına mal olan sel felaketi ve hemen ardından çatışma nedeniyle kaybedilen canlar, hepimizi sarstı ve sarsmaya da devam ediyor. Ülkede insanlarımızın yaşama hakkı gittikçe zorlaşıyor. Sel felaketleri, deprem, töre cinayetleri, trafik kazaları hayatımızın çok doğal bir parçası oldu. Tüm bu yaşananların arkasına baktığımızda, ülkenin bir hukuk devletine dönüşemediği; ülkeyi, kenti yönetme anlayışında akıl ve bilimin egemen olamadığı gerçekleri karşımıza çıkıyor. Keyfi yönetim, yandaşları kayırma ve rant, ülkemizdeki yönetim anlayışının temel hastalıkları. Bu hastalıkta hesap verebilme, hesap sorabilme bilimsel bir anlayışın rehberliği, hukuk devletinin ilkelerine göre davranma geleneği yok.
Ülkemiz bir deprem bölgesi. Bilim böyle diyor. Jeologlar, jeofizikçiler, inşaat mühendisleri, mimarlık odaları, ülkedeki yapılaşmanın ülkenin deprem bölgesi olması gerçeğinin özenle dikkat edilmesini söylüyorlar. Japonya da bir deprem ülkesi. Ama orada insanın yaşama hakkı önemli bir değer. Oradaki depremlerde can kaybı yok denecek kadar az. Çünkü orada hayatın tüm gelişim süreçlerinde akıl ve bilim var. Depreme dayanıklı evler var, depreme dayanıklı evleri üreten bir mühendislik ve bilimsel birikim var. Türkiyede ise depremden depreme, selden sele anımsanan bilim var. Çabucak unutan, geleneğini üretemeyen bir ülke... Dereler yüzyıllardır yağan yağmur sularının aktığı yataklardır. Ünlü Yunan Filozofu Heraklitin meşhur Her şey akar sözü de buradan gelir. Siz yüzyıllardır akan bu suyun önüne engeller koyarsanız, yandaşlarınıza TIR parkları yaparsanız, imara açarsanız, doğa da bir gün gelir buraları yıkar geçer. Sel felaketi sonrası bizlere yansıyan bazı görüntüler tüm insani değerlerimizi sarstı. İnsanlar acı içinde yaşarken Başbakanın bayındırlık bakanı ve belediye başkanı ile birlikte yeni rantlar yaratacak Boğazdaki 3. köprü için helikopter turu atması çok duyarlı bir davranış değildi. Ankara Belediyesinin sele karşı geliştirdiği metro girişlerine koyduğu kum torbaları(!) komikti. Yağmalama olayları etik-insani değerlerin kaybolması anlamında çok çarpıcı görüntülerdi. Acılar yaşanırken başka insanların mallarına el koymak Sel felaketi görüntülerini izlerken içimi acıtan bir başka görüntü de mezarlıkların göçmesi ve cenazelerin, kemiklerin ortalığa çıkmasıydı. Mezarlığın altından akan sel suları tüm mezarları yıkmıştı. İnsanların mezarlıkta mezarlarını ararken yüzlerine yansıyan acının hesabını kim verecek?.. Mezarlık yeri seçmesini bile bilmeyen bir yerel yönetim nasıl olabilir? Önümüzdeki günlerde 16 yıldır İstanbulu yönetenlerden hukuk, kaybettiğimiz otuz insanımız adına hesap sorabilecek mi? Merakla izleyeceğiz Yoksa kader mi diyeceğiz? Ülkede siyasi iktidarın son yıllarda yöneldiği tek sesli toplum yaratma adına basına, yargıya, üniversiteye, eğitime yaptığı müdahalelerin, bu sorunların aşılması konusunda da ümitsizlik ürettiği açıktır.
***
Akıl ve bilimi nasıl içselleştireceğiz? Tabii ki eğitimle. Bizim eğitim sistemimizde akıl ve bilim egemen mi? Tabii ki hayır Eğitim sistemimizin durumu hakkında bir şeyler söylemek için uluslararası bir değerlendirmeye bakalım. Türkiye PİSA-2006da 30 OECD ülkesi arasında 424 puanla 29. oldu. PİSA yarışmaları öğrencilerin ne kadar bilgi sahibi olduklarını değil, edindikleri bilgi ve becerileri günümüzde nasıl kullanabildiklerini ölçen bir yarışma. Yani bilgi yerine yaşam becerilerini ölçüyor. 14 Eylül 2009 tarihli Radikal gazetesinde Eğitimde Reform Girişiminin yazdığı bir rapor yer aldı. Bu rapor, PİSA 2006 sonuçlarına göre yorumlar yaparak Türkiyede eğitim sisteminin temel sorunlarından biri, öğrencilere günlük hayatta karşılarına çıkabilecek sorunları çözebilmeleri için gerekli bilgi ve becerilerin kazandırılmaması. Temel bir insanlık hakkı olan eğitimin ana işlevinin, ihtiyaçları ve istekleri doğrultusunda karar alabilen ve bunları uygulayabilen bireyler yetiştirmek olduğu göz önüne alındığında, eğitim politikalarının bu sorunun çözümüne yoğunlaştırılması gereği daha iyi ortaya çıkıyor diyor. Böyle bir eğitim sisteminin akıl ve bilimin egemenliğini içselleştirmiş kuşaklar, yöneticiler yetişemeyeceği çok açık. Eğitim tarihimizde akıl ve bilimin egemenliğini temel alan eğitim kurumları ürettik mi? 1946ya kadar evet. En çarpıcı örnek Köy Enstitüleri. 1940 yılında çıkan 3803 sayılı Yasayla ve imece ile yoktan var ederek Köy Enstitülerini ürettik. 1946 kırılmasıyla içini boşalttık ve 1954 yılında da kapattık. Sonra da günümüze kadar tırmanan örselenme yaşandı. Özellikle bu iktidar süresince cumhuriyetin akıl ve bilimden yana eğitim anlayışından çok çok gerilere gidildi. Eğitim kadrolarındaki tek sesli kadrolaşmayla, eğitimi din ve imam hatip penceresinden bakan, eğitimi piyasaya bırakan anlayışlarla bilimsel eğitim çizgisinden çok uzaklaşıldı.
Köy Enstitüleri kurulurken onun eğitim felsefesini kuran İsmail Hakkı Tonguç, Bilgilerimizin kaynağı doğadır. İnsan elini ve beynini kullanarak doğadan edindiği ve ürettiği bilgileri bilimsel bilgiye dönüştürür , Köy Enstitülerinde yetiştirilen çocuklar, skolastiğe köle olmaktan kurtarılmaya çalışılmıştır. Onların kültürleri cila şeklinde ezberlenerek benimsenmiş bilgi değil, iş içinde iş aracılığıyla öğrenilen gerçek ve öz bilgidir diyerek eğitimdeki akıl ve bilimin ağırlığını ifade ediyordu. Köy Enstitüleri öğrencileri imece ve emekle doğayı dönüştürmenin savaşını vermişlerdir. Kayseri Pazarören Köy Enstitüsünün giriş kapısındaki Bozkırları baştanbaşa yeşile öreceğiz/Tanrının geç kaldığı işi biz bitireceğiz yazısı, bu savaşımın nasıl içselleştirildiğini göstermesi anlamında çarpıcıdır. Bir başka örnek: 9 Temmuz 1941 tarihinde İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguçun, Kepirtepe Köy Enstitüsü müdürüne yazdığı mektuptur. Kardeşim Nejat İdil, Artezyen işini bildiren tele çok sevindik. Tebrik ederim. Tabiatla çarpışa çarpışa ondan bir nimet koparabilmek hakiki kahramanlıktır. Bu işe emek verenlerin hepsine çok çok teşekkürler Çok çok gözlerinden öperim diyerek doğayla yapılan savaşımı yüreklendiriyordu, paylaşıyordu. Bir başka örnek Karadenizden. Beşikdüzü Köy Enstitüsünde her gün sabah yapılan anttan: Biz eli nasırlı, ayağı çarıklı, toprağın özünü tırnaklarıyla sökmesini bilenlerin çocuklarıyız. Biz lafa, hayale, işe yaramayan bilgiye gülüp dudak büküp, kırık kazmasıyla dağları delmesini bilenlerin çocuklarıyız. Bu antta doğaya yönelik savaşımın iradesini görebilmekteyiz. Son bir örnek Egeden. 19 Nisan 1947 tarihinde İsmail Hakkı Tonguç, İlköğretim Genel Müdürlüğündeki görevinden ayrılmıştır. Ortaklar Köy Enstitüsü Müdürü Hayri Çakolozdan bir telgraf alır. Telgraftan: Günde 600 tonluk su basıldı. Enstitü bayram ediyor. Bize ve yurda su kadar aziz, su kadar kutlu olsun. Ortaklar Köy Enstitüsü su problemini tüm enstitülerin emeği ile doğayla savaşarak, akıl ve bilimle çözmüş, görevden alınan genel müdüre bilgi verilerek coşku paylaşılıyordu.
Akıl ve bilimin egemen olduğu, insanın yaşama hakkının değere dönüştüğü bir Türkiye özlemiyle
KEMAL KOCABAŞ - Prof. Dr., YKKED-Genel Başkanı
Evrensel'i Takip Et