13 Eylül 2009 00:00

BEN BİR KAMERAYIM!

Ben Sinema-Göz’üm. Ben mekanik gözüm. Ben bir makineyim: Dünyayı sadece görebildiğim kadar gösteririm. Sinema, hayatı olduğu gibi vermelidir. Sinemada senaryo, diyalog, yapay oyuncu ve yapay dekorlara yer yoktur! Sinemayı, edebiyat ve tiyatronun gölgesinden / yapmacıklığından kurtarmak gerekir!” Bu yaklaşımla yapılmış bir film düşünün. Ne bir senaryo var, ne yapay bir cümle, ne mizansen bir dekor... Ne de “abartılı” oyunculuklar... Hatta, hayatın kendisi dışında oyuncu da yok. 1929 yılının Sovyetler Birliği’ni düşünün sonra... Moskova’yı, Riga’yı, Kiev’i... Sosyalizmin adım adım kurulduğunu hatırlayın; coşkusu, şarkıları, umutları ile kentlerin sözsüz destanını... Dziga Vertov, “Kameralı Adam”da bunları anlatıyordu. Lenin’in “Tüm sanatlar içinde bizim için en değerlisi” dediği sinemayı, ayakları üzerine dikme çabasıydı bu. Her sanattan izler taşıyan, ama hiçbirine benzemeyen sinemanın gücünü açığa çıkarıyordu Vertov. Güneşin doğuşundan batışına kadar geçen sürede bir Sovyet şehrini anlatan Dziga Vertov, gerçeği ve tarihi beyaz perdeye aktarıyordu. Bomboş sokaklarda başlayan serüven, kalabalıkların şehir meydanlarını doldurduğu saatlere uzanıyor, iş makineleri, fabrikalar, madenler, dükkanlarıyla hayat işliyordu. İşçi lokallerinden barlara, halk plajlarından, kolektif spor yapan insanlara dinlenme ve eğlence mekanları da bu hayatın içinde yerini alıyor. Evet, sosyalizmin bir günüdür; beyaz perdeye yansıyan. Üstelik, en gerçek haliyle... “Kameralı Adam”ın bugünün aksiyonlu-dramatik Hollywood ekolüne alışmış izleyiciye “farklı” geleceği çok açık. Hatta, çoğu “sıkıcı” bile bulabilir. Biraz dikkat, biraz çaba herşeyin ilacı. Bir kameranın hayatı anlatmada, hayatı değiştirmede nasıl büyük bir silaha dönüştüğünü görmek hiç de zor değil. Tek yapmanız gereken “sinema” ve “drama”ya dair bildiğiniz tüm teknikleri unutmak; daha doğrusu onların gözünüzün önünde “yıkılması”na izin vermek. Dziga Vertov, “sinema-göz” (kamera-göz) kuramıyla sonrasındaki pek çok sinemacıyı etkiledi, sinemada gerçekçiliğe yeni ufuklar getirdi. “Sinema, gerçeğin düzenlenmiş hali olmalıdır” diyordu; filmlerdeki kurmacayı ise açıkça “afyon” olarak tanımlamıştı. Bu afyonun işlevi ise, “Seyirciyi sarhoş etmek, kendinden geçirmek ve sonra çarpıtılmış gerçekleri, gerçekmiş gibi kabul ettirmek”ten başka bir şey değildi. Elbette, bu yaklaşımıyla devrimin başka bir usta sinemacısı Eisenstein ile de çatışıyordu. Kurmacayı tamamen reddeden bir çizgiden ilerleyeceğini ilan ediyordu. Dziga Vertov’un kurmacayı reddetmesi, Türkçe’nin azizliğinden olsa gerek, sıkça yanlış anlaşılır. “Kurgu” ile “kurmaca” arasında temel bir fark vardır ki; o da Vertov’un kuramını belirler. Dziga Vertov, bir kurgu ustasıdır ve “kurgu”yu değil, “kurmaca”yı reddetmektedir. Dziga Vertov’un devrim yıllarında ülkenin farklı bölgelerinden gelen görüntüleri derleyen merkezde çalıştığını da eklemek lazım. “Sinema-Göz” kuramının temelinin de, bu görüntüleri montajladığı, montajlayarak birarada kullandığı, yepyeni ve etkili filmler ortaya çıkardığı bu dönemde atıldığını söylemek mümkün. Ayrıca, Kameralı Adam’dan önce üzerinde yıllarca çalıştığı “Kino-Pravda” serisini de unutmamak lazım. Dziga Vertov’dan bahsetmişken; “Lenin İçin Üç Şarkı” filmini de unutmayalım. Hani başında; “Bu şarkılar, Sovyetler’in doğuşudur. Bu şarkılar, hayatını zindana çeviren peçeden kurtulan bir kadının; köyleri aydınlatan elektriğin; çölleri yeşerten suyun; cehaletten kurtulup okuyabilen insanların ve Lenin’in izini taşıyan her şeyin şarkısıdır. Bu şarkılar, Ekim Devrimi ve Lenin’in yaşayan fikirleri üzerinedir. Mücadeleden süzülerek gelen bu şarkılar, yeni ve mutlu bir hayat isteyen insanlığa adanmıştır” denilen filmi... “Kameralı Adam”ı da, “Lenin İçin Üç Şarkı”yı da DVD olarak bulmak kolay. Üşenenlere, internette de kopyaları mevcut. İyi seyirler.
Mustafa Kara

Evrensel'i Takip Et