22 Nisan 2010 01:00
GÖZLEM
GÜNÜN YAZILARI
Daha iyi bir yaşam ve gelecek için mücadele eden her insan, her mücadele örgütü, mücadele ettiği kesimler karşısında bir tavır geliştirirken yaptığı işin nasıl ve hangi etkilere bağlı olduğunu düşünmek ve bu düşüncenin sorumluluğu ile hareket etmek zorundadır. Birbirinden bağımsız gelişmiş olsa da, herhangi bir alanda yürütülen mücadele ya da direniş, öncelikle birbirini etkiler ve birinde meydana gelen bir başarı ya da başarısızlık, hiç ilgisi olmasa da, diğer eylem ve direnişlerde birtakım olumlu ya da olumsuz değişiklikler yaşanmasına neden olabilir.
Sendikal mücadele açısından bakıldığında, işçilerin örgütlenme mücadelesi sürecinde ortaya çıkan her olumsuzluk, özellikle ilk kez örgütlenme faaliyeti içine girenler açısından, genellikle en küçük bir şeyin bile değiştirilemeyeceği gibi yaygın bir düşüncenin gelişmesine yol açabiliyor. Bu nedenle, örneğin sendikal örgütlenmede ilk kez örgütlenme deneyimi yaşanan yerlerde, sorumluluk duygusuyla hareket edilmediğinde başarılı olma ihtimali düşüyor.
Günlük hayatın akışı içinde pek çok kişi gibi, işçiler de sürekli şikayet ettiği koşulların ya kendiliğinden değişmesini bekler ya da başkalarının gelip bu koşulları düzeltmesini umar. Yaşadığı koşulları kendi lehine düzeltmek adına bir şeyler yapmak için harekete geçmediği ya da geçirilmediği sürece, işçilerin hep kendi dışında bir kurtarıcı beklemesi ya da kaderine razı olması kaçınılmazdır. Böylesi bir ruh hali, işçiler açısından çoğu zaman başarısızlığı içselleştirip, kendi potansiyel güçlerine yabancılaşma sonucunu ortaya çıkarır.
Örgütlendiği için işten atılan işçiler, yeterli desteği ve sahiplenmeyi hissetmediklerinde ilk başta kendilerini kurban olarak algılarlar. Esas suçlu olarak genellikle patronu görseler de, eğer örgütlendikleri sendika işçilere yeterince sahip çıkmamışsa, o işçilerin belli bir zaman sonra sendikaları suçlaması ve örgütlenmenin işsizlikten başka bir anlam ifade etmediğini düşünmesi kaçınılmazdır.
İnsanların herhangi bir sorun karşısında çaresiz olduğunu düşünmesi, onları ister istemez güncel gelişmeler karşısında daha pasif ve edilgen bir konuma itiyor. Bu durum, bizim memlekette öylesine yaygın bir hal almış ki, yaşanan pasiflik ya da edilgenlik, tek tek bireyleri önce sisteme ve onun düşünce dünyasına itaat etmeye götürüyor. Ardından bu gelişmenin kaçınılmaz bir sonucu olarak, kitlelerin tepkisizliği ve eylemsizliği artıyor. Başka bir şekilde söyleyecek olursak, bireyler içinde bulundukları mevcut durumu ve bu durumdan kaynaklı sorunları çözmek için harekete geçmeden, güçlerinin farkına asla varamayacaklarından, yaşadıkları her olumsuzlukta kendi paylarını bir tarafa bırakarak önce başkalarını suçlama eğilimine giriyorlar.
Kapitalist sistemin temel politikasının, sınıfı nesneleştirmek ve onu daha rahat yönetebilir ve yönlendirebilir hale getirmek olduğu biliniyor. Bu şekilde koskoca bir sınıfın üyeleri, bir taraftan sistem karşısında daha itaatkar hale getirilirken, diğer taraftan bu durum, sistemin kendisini yeniden üretmesinin ve çeşitli yönlerden yenilemesinin aracına dönüştürülüyor. Fakat işçilerin yaşadığı her olumlu pratik gibi, olumsuz deneyimler de sınıf mücadelesini besliyor.
İşçilerin çalışma koşullarında ve günlük yaşamında tek başına değiştiremeyeceği, kontrol edemeyeceği onlarca şey olabilir. Ancak şu ya da bu alanda yaşanan sorunların üstesinden gelmek için atılması gereken ilk adım, yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen tek tek işçilerin öncelikle kendileriyle ilgili sorumluluk alma bilincine sahip olmasıdır. Sınıfın örgütlü gücünü temsil eden sendikalar, karar alma ve alınan kararları uygulamada sorumluluklarını yerine getirdikleri zaman, pek çok şeyin farklı olacağını görecekler. 1 Mayıs ve 26 Mayıs eylemleri, bu açıdan önemli ve tarihi sınavlar olacak.
ERKAN AYDOĞANOĞLU
Evrensel'i Takip Et