18 Temmuz 2010 00:00

Büyük bir dünya savaşının ortasında, iki düşman tankını durduran 19 yaşındaki asker için en büyük ödül ne olabilir? Madalya mı? Alyoşa’ya göre öyle değil; iki Nazi tankını durdurduğu için verilen madalya yerine, annesini görmeye gitmek istiyor çünkü. Onunla vedalaşamadan cepheye geldiğinden aklı orada kalmış. Hem onunla vedalaşmak, hem de akan damını onarmak istiyor. Ama izin kısa, yol uzun... Yine de yollara düşüyor Alyoşa. Savaşın orta yerinde uzun bir yolculuğa çıkıyor. Uzun yolculuk savaşı tüm yönleriyle görmemizi sağlar. Çünkü savaş sadece “cephe”de değildir. Hele de faşist işgale karşı tüm dünya bir “cephe” haline geldiyse. Sevgiyle dolu bir genç olan Alyoşa, yol boyunca zor durumdaki insanlara yardım etmekten geri durmaz. Annesini görme ihtimalini tehlikeye atarak, zaten kıt olan zamanını da onlar için harcar. Annesi ile buluştuğunda ise en başta istediği gibi, sadece vedalaşacak kadar zaman kalmıştır. Cephede karısını özleyen adamı, onun aldatan karısını, hasta babasını, savaşta bacağını kaybeden askeri, bu askerin dünya güzeli karısını, vagonda kaçak yolculuk yapmak zorunda kalan genç kızı, askerleri, tren işçilerini, köylüleri ve daha bir çok insanı görürüz bu filmde. Savaşın etkilediği bu insanların hayatlarına dair küçük ipuçlarıyla çok şey anlatır “Askerin Türküsü”.
“Askerin Türküsü” (Ballad of a Soldier) 1959 Sovyet yapımı bir film. Grigori Chukhrai’nin yönettiği film, 1961 yılında Bafta, Cannes, San Francisco festivallerinden bir çok ödülle döndü. En önemli ödüllerden biri de yönetmene verilen Lenin Nişanı oldu.
Savaşın tüm acımasızlığı ve yıkımına karşı, barışı, kardeşliği oldukça insani bir yoldan anlatıyor “Askerin Türküsü”. Filmin yönetmeni Grigori, 2. Dünya Savaşı’nı Kızıl Ordu’nun paraşütçü birliğinde yaşamış bir Sovyet yurttaşı. Cepheden yaralı dönüp, Sovyet Devlet Sinema Enstitüsü’nde eğitim almaya başlamış.
“Askerin Türküsü”, benzer bir film olan “Askerin Babası”na göre daha şanslı. Arada bir Hayat Televizyonu’nda, TRT’de yayınlanıyor, DVD’si bulunabiliyor. 1964 yapımı “Askerin Babası” filmini ise bulmak oldukça güç. Henüz DVD’si çıkmadığından, ancak İnternet’ten bulup indirmek mümkün. Bu iki filmin ortak noktası da çok. İkisi de “Lenin Ödülü” sahibi, ikisi de Sovyet filmi, ikisi de aynı büyük savaşın ortasında çıkan uzun yolculukları anlatıyor. “Askerin Babası”nda yola çıkan, adından da anlaşılacağı üzere, bir baba. Rezo Çekidze’nin yönettiği filmde, toprağa ve kültürüne aşık bir Kafkas köylüsü ile karşı karşıyayız. Gürcü Köylü Giorgi, aynı zamanda inatçı bir ihtiyar. Oğlunun cephede yaralandığını duyuyor ve onu görmek üzere yola çıkıyor. Ancak, o hastaneye vardığında oğlu çoktan taburcu olmuş ve yeniden cepheye dönmüş. Giorgi’nin inatçı bir ihtiyar olduğunu söylemiştik ya, aklına karısının “Oğlumu görmeden dönme sakın!” sözleri aklına geliyor ve bu kez cephenin yolunu tutuyor.
Orijinal adı “Djariskatsis Mama”, İngilizce adı “A Soldiers Father” olan “Askerin Babası”nda da, sadece kendisi için değil, dünyanın özgürlüğü için savaşan Sovyet halkını savaşın ortasında izliyoruz. Cepheden cepheye oğlunun peşinden giden baba, ilerleyen yaşına rağmen savaşan bir asker olur. Tıpkı “Askerin Türküsü”nde olduğu gibi, benzer bir karakter de burada ortaya çıkar. Sevecen, dürüst, iyilik dolu baba Griorgi, kısa sürece cephedeki tüm askerlerin babası haline gelir.
Baba Griorgi, sonunda oğlunu söyledikleri Gürcü halk şarkısı sayesinde bulur, ama ne yazık oğlu kollarında yatan bir ölüdür artık. Ve Berlin’dedirler. Oğullarının peşinden yürekleriyle Berlin’e yürüyen bir halkın imgesi midir, bilinmez ama filmin siyah beyaz olmasına rağmen görüntülerinin olağanüstü olduğunu belirtmek lazım. Bu arada, her iki film de dönemin Sovyet müziğinin başarılarının izlerini taşıyorlar.
“Askerin Türküsü” ve “Askerin Babası”, bir tarihi gerçeğe,yönetmenlerin, senaristlerin, oyuncuların gözünden bakabilen; “savaş” denen lanetin içinde insanlığın nasıl ayakta kaldığını, “savaşın haklı tarafı”nın bile nasıl bir değişim yaşadığını anlatan başarılı iki film. Kulağımıza “savaş” sözcüğünün sıklıkla çalındığı; sokakta yürürken “Asalım, vuralım, öldürelim”diye bağıranlara daha sık rastladığımız şu günlerde ilaç gibi gelebilir.
İyi seyirler.
Mustafa Kara

Evrensel'i Takip Et