18 Ekim 2010 00:00
Türkiyenin en çok dinlenen kenti Hakkariden yeni döndüm.
Geçen gün, Hürriyette Ertuğrul Özkökün gizli dinleme ile ilgili yazısını okurken, 1971 Temmuzda Sansaryan Hanın üst katındaki, gizemli çift hilalli siyasi şube kapısından ilk girişim geldi aklıma. Tam bir artık milli olduk hissiyatı idi.
Eski solculardan dinlediğimiz hikayeler, artık benim için bir gerçekti, 1927ler, 1930lar, 1946ların hikayeleri, tabutluklar kafamın içinde dolanıp duruyordu.
İfademi alan gözlüklü, zayıf kavruk komiser, 1951 tevkifatının da sorgucularından biriydi.
TC devleti sonunda, bizi hazır olmadığımız komünistliğe terfi ettirmeye karar vermişti.
Ve bu terfi kararı 2 yıl önce 1969 yazında kayda alınmış 30 küsür banda dayandırılıyordu.
12 Mart Darbesi olmuştu, ve devletin komünist komploya ilişkin acele bir davaya ihtiyacı vardı.
El altında hazır olarak ise, bu dinleme kayıtları vardı.
Kimler katılmadı ki bu düzmece davaya, Şadi Alkılıçlar mı, Çetin Özekler mi, Sebahattin Eyüboğlular mı, Vedat Günyollar mı, Azra Erhatlar mı, Sebahattin beyin eşi piyanist Magdelana Ruferler mi, Yaşar Kemalin eşi Tilda Gökçeliler mi, tiyatro eleştirmeni, çevirmen Seçkin Selviler mi, tiyatrocu Aydın Enginler mi, spiker Erdal Borataplar mı, ve biz gençler Masis, Osman, Harun, Faruk, Işıtan, Cihan, Nurseli, Gülay, Zeynep, Babür, Hülya, İlkay, Necmi, Mehmet, Şeref, Taner, Erol, Alpay ve Sungurlar Demir Döküm Fabrikası İşçi Komitesi Başkanı Vahit Tulis
Birbirini tanımayan 5 farklı çevreden düzmece bir örgüt davası ortaya çıkarılmaya çalışılmıştı, ihale ile alelacele, 12 Martın haklılığını kanıtlamak için. Sonra devrimci örgütler direnişe geçince, bizim düzmece davaya hacet kalmayacak, 0ut olacaktık, medya diliyle.
Şimdi şaşıyorlar, dinlemeler, cd ler ile oluşturulan, çok az maddi delil ve kanıtlara dayanmayan davalara.
Yahu, bu TCnizin eski alışkanlığı.
Şimdi başınıza gelince şaşıyorsunuz.
Ertuğrul Özkök, şaşıyor, 16 yıl bu bantlar saklanır mı diye, ve bunların kullanılmak üzere hazır tutulmasına.
Yahu, adamlar, 1945 yılında Sebahattin Eyuboğlunun MEB Tercüme Kurulu Başkanı iken, hapisteki Nazım Hikmete klasikler serisi için Tolstoyun Harp ve Sulhunu Rusçadan çevrilmek üzere yollamasını, 1971 yılındaki davada dosyaya delil olarak koydular.
Özkök erkin bir parçası olmaktan, her zaman gurur duydu.
Şimdi erki elinde tutanların, ya da tuttuğunu sananların bile dinlenmiş olmasına şaşıyor.
Böyle şeylerin sadece loser lara uygulandığını düşünüyor.
Ya da büro şefliği yaptığı Moskovaya özgü bir şey sanıyordu.
Stalin Baroku derken, Moskova ile Ankaranın pek o kadar uzak olmadığını fark etmemiş olmasını, erkin parçası olmanın getirdiği bir körlükten muzdarip olmasına bağlıyorum.
Bir yanda da nasihat veriyor, yeni erk sahiplerine, onların küstah güç sergilemeleri karşısında eziklik hissederken.
Düşmez kalkmaz bir Allah diyerek.
Yeter artık! diyor, Dinlemeyin bizi!
Ermenilerden gaspedilen Sansaryan Handa, 1971 yılında hücreden sorgu odasına götürüldüğümde, 1969 yazında yaptığımız seminerlerin ses kayıtlarını dinlemek ilginçti.
Masis ile İlkayın heyecanlı tartışmasını dinleyince güldüm. Komikti çünkü. O yaz şakalaşırdık çünkü, bizi dinliyorlarsa diye. Ne deriz? Çekirdek yiyorduk!
Şimdi al sana çekirdek davası!
Hepimiz FKFliydik ve öğrenci derneklerinin başkanları vardı aramızda. 1969 yılı başlarında, aralarında darbe yanlılarının da yer aldığı MDDciler FKFyi ele geçirmişti. 1970 yılında 15-16 Haziran olaylarından sonra, MDD saflarında bir ayrışma yaşanacak, Mahir, Cephenin temellerini atarken, DÖBden kopan Deniz ise Sinan ile birlikte THKOnun temellerini atacaktı. Bizim Çekirdek çevresinden çokları ile yollar yeniden kesişecekti.
Biz ise 1969 yılında geri çekilmek, ve yaz aylarını ülkenin sosyo ekonomik yapısını incelemek ve tartışmaya ayırmıştık. Bir kısmımız da köprü yapmaya Hakkariye gitmişti.
Katılanlar arasında üzerinde dinleme aygıtı olan biri de varmış meğer. Asaf Aslan diye biriydi galiba adı. Herhalde emekli olmuştur şimdi. Neyse
Antikomünistliği ile nam salan zehir hafiye diye dalga geçtiğimiz İç İşleri Bakanı Dr. Faruk Sükan, o yıl ABDden dinleme aygıtları getirtmişti. Ve herkesi dinletiyordu.
Hatta bir ara Cumhuriyette, solcular boğaz taraflarında toplantılar düzenliyor diye bir haber çıkmıştı da, gülmüştük, bizden bahsediyorlar diye.
Meğer o sıralarda FKFnin son başkanı Yusuf Küpeli ve arkadaşları da benzer biçimde Ankarada dinleniyormuş. Hatta gözaltına alınmışlar ve ilk kez elektrik kullanılmış, moral bozukluğu yaratmasın diye arkadaşlar açıklamamış. Ama daha sonra serbest bırakıldılar. Bize ise, dava açmaya gerek görmemişler. Ama 2 yıl sonra aynı bantlar devreye sokulacaktı.
Dinlemeler arasında Tilda, Azra ve Magdelenanın Fransızca yaptığı telefon konuşmaları da vardı. Devlet üşenmemiş bunları delil diye tercüme ettirmiş, Fransızca Profesörü Berke Vardar da bilirkişi olarak mahkemeye çağırıp çevirilerin güvenirliği konusunda onay vermişti.
Konuşmaların en ihtilalci bölümü, hoş kafayla, hanımların gerekirse çatal ve bıçak ile devrim yapılacağı konusundaki neşeli kısım idi.
Ama Sebahattin Bey kendisine yapılan bu haksızlığı ve hakareti asla içine sindiremedi ve serbest bırakılmasından kısa süre sonra kalp krizinden öldü. Çetin Özek, tecrite konulduğu Harbiye hücrelerinde ağır bir depresyon geçirdi.
Devlet şimdi bu, çatal ve bıçağı, boşuna uçaklara almıyor. TC, tehlikeyi daha o zaman görmüş ve çatallı bıçaklı ihtilalcileri gözaltına almıştı.
Sonraki yıllarda, dinlemenin delil olarak kabul edilip edilemeyeceği uzun süre tartışıldı. Avukatımız Enis Coşkun, Gizli Dinleme diye bir kitap bile yazdı. Delil olamayacağı konusunda ortak bir kanaat da oluştu.
Ancak 1993de kirli savaş konseptinin Demirel ve Çiller tarafından kabulü ile, yaygın dinleme herkese ve birbirine karşı silah olarak kullanılmaya başlandı. Mehmet Ağarın gücü, biraz da eli altında tuttuğu kayıtlardan geliyordu. Askerlerin dinlenmeye başlanması ise, 28 Şubatı getirdi ardından. Şimdi ise eşitlik sağlandı sonunda: askerler ve asker dostları da artık dinleniyormuş!
Ve bir ağlaşmadır gidiyor.
Büyük Ağabey, her zaman dinledi ve dinlemeye devam ediyor!
RAGIP ZARAKOLU
Evrensel'i Takip Et