17 Ağustos 2005 21:00
Bir sendikacının anıları
Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı (TÜSTAV) Yayınları, "Sarı Defter" başlıklı "Sözlü Tarih" dizisinin ilk kitabı olarak sosyalist-sendikacı Suat Şükrü Kundakçı'nın anılarını yayımladı. Kundakçı, Ersin Tosun'un yayına hazırladığı kitapta siyasi çalışmalarını, sendikal mücadelelerini, 27 Mayıs ve 12 Mart günlerini ve elbette Türkiye'nin sol tarihinde belli yerleri olmuş insanların, akımların, grupların mücadelelerini de anlatıyor. Kitap, Kundakçı'nın Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın Vatan Partisi'nde başladığı ve sendikalarda süren mücadelesinin ardından sanayi makine üreticiliğiyle son bulan anılarını içeriyor.
Bu kitap nasıl ortaya çıktı?
Arkadaşım Alaattin Orhan ısrar etti, 1998 yılında başladık karşılıklı konuşmaya, fakat kasetlerde kaldı bu bir süre. Alaattin Orhan ölünce, TÜSTAV bunu kitap haline getirmek istedi. 92'den sonra Alaatin Orhan'la Dr. Hikmet Kıvılcımlı Vakfı kurma girişimimiz olmuştu, ama bunu başaramamıştık. 1998 yılından itibaren de hiç olmazsa anılarımız kaybolmasın diye anıları kasetlere anlattık, nihayet bu kitap oluştu.
Hikmet Kıvılcımlı'yla ilişkileriniz nasıl başladı?
Dr. Hikmet'le 7-8 sene 24 saat bir fiil beraber sosyal bir faaliyet içinde olduk. Onun 5-6 kitap yayınını ben organize ettim. Hikmet Kıvılcımlı'nın Vatan Partisi ile birlikte ciddi sosyopolitik çalışmalarım başlamıştır. Vatan Partisi'ne gelinceye kadar Kıvılcımlı'yı hiç tanımıyordum. Yine Dr. Hikmet'in başında olduğu benimde sorumlu müdürü olduğum Sosyalist Gazetesi'ni ikimiz 7 sayı yayımladık. Ama Vatan Partisi'ne girdikten sonra TKP'nin kadrolarını da tanıdım, çalışmalarını izledim.
O dönemlerde ne okunur, ne tartışılırdı?
1955 yılına dek Haydar Rıfat'ın kitapları vardı. 1946'dan itibaren çeviri Marksist eserler yayımlanmaya başlanmıştı. 1927'lerden itibaren risaleler halinde Dr. Hikmet'in kitapları basıldı. "Marksizm Kalpazanları" vardır. "Türkiye'de İşçi Sınıfının Sosyal Varlığı" Dr. Hikmet tarafından yazılmıştır gene. O tarihlerde TKP merkez yöneticileri bile Türkiye'de bir işçi sınıfının olmadığını savunuyorlardı. Bunun üzerine Dr. Hikmet rakamlarla Türkiye'de işçi sınıfının varlığını göstermiştir. Daha sonra "Emperyalizm-Kapitalizm" kitabını yayımlamıştır. Bir de "Türkiye'nin Ekonomi Politiği" adıyla 40 sayfalık bir broşür çıktı.
Biz ona "Demokrasi Risaliyesi" derdik. TKP'nin gelen Alman faşizmine karşı takip edeceği politikayı legal olarak izah eder orada Doktor. Var olan Marksist çevireler de sağlıksız ve bozuktu.
Nasıl bir sendikacılıktı yaptığınız?
Türk-İş o dönemde Amerikan yanlısı devletçi bir sendikaydı. Partiler üstü derler ama bunlar devletin güdümünde faaliyet yürüten sendikalardı. Biz ise tamamen devletin karşısında tavır alıp ona göre bir sendika faaliyeti yaptık. Amacımız devlet politikasına alet olmadan, bağımsız, politik bir sendikacılıktı. Mesela az ücret isteyelim devlete karşı anarşi yaratılmasın gibi şeyler bize tesir etmezdi. Anarşiyse anarşi, devlet karşıtlığıysa devlet karşıtlığı, kendi kararımıza uygun şartları öne sürüp, sendika politikasını ona göre kurduk.
Biz İstanbul merkezli Yapı İşçileri Sendikası'ndaydık (YİS), inşaatlarda çalışanları örgütlüyorduk. Sendikayı kurduk mesela, kurar kurmaz da Ambarlı Termik Santrali'nde greve gittik. Ve kazandık sendikanın talepleri kabul edildi, işçiler zamlarını aldılar. Onu takip eden yıllarda bir yandan kitap basma işini yürütüyoruz, bir yandan bu sendika işini yürütüyoruz, bir yanda da İspanyol Firagados firmasının baraj inşaatı, Keban Barajı ve Günüydoğu'da petrol boru hattı inşaatları başladı. Biz hepsine birden ekiplerimizi gönderip organize olduk, örgütlenmeye başladık. Daha sonra petrol boru hattında 1966 yılında yaptığımız grevle bizim adımız duyuldu.
İşçi haklarının durumu neydi?
8 saatlik iş günü vardı. Ama uygulamada her gün yarım saat işveren namına fazla çalışılır ve bu ciddiye alınmazdı. '52 yılına kadar cumartesi pazar çalışması verilmezdi, verilse bile o günler için yüzde 100 fazla ödeme yapılmazdı. Hepsi bunların '52'den sonra gerçekleşti ve uygulandı. Ama Türkiye'nin her yerinde değil belli başlı yerlerde uygulanıyordu. Yüzde 80 uygulamaya geçmemişti bunlar. Özellikle, 63 yılından sonra kanuni haklar uygulatılmaya başlandı.
Bu arada uluslarası ilişkilerimiz oldu, politik temaslar kurduk. Dünyadaki ülkelerin işçi sınıflarının birikimini öğrenmek için, gizlice yurtdışına çıktık. Özellikle sosyalist ülkeler cephesindeki sendikalara gittik ve bağlantı kurduk. Burada amaç enternasyonalist olmaktı. Bütün dünya işçilerinin birliğinin parçası olduğumuz için o birliklere katılmak bizim için bir onur meselesiydi, onu da yaptık. Ama bana Almaya'da orada kalıp, faaliyet yürütmem için 3 bin mark teklif edildi, kabul etmedim. Türkiye'ye nöbete geri döndüm. Burada da Kemal Türkler öncülüğünde DİSK'in kuruluşunda bulundum.
Daha önce 274 ve 275 sayılı kanunlarla 27 Mayıs'da devrimciler tarafından işçi sınıfına yasaksız olarak verilmiş haklar vardı ama 1970 yılının Nisan, Mayıs aylarında bu kanunların kısıtlanması ve verilmiş hakların geriye alınması gibi TBBM'de değişiklik safhasına girilince 15-16 Haziran olayları başladı. Biz de bu defa Ankara'da harakete geçtik.
Türk-İş de bir yarılma yaratalım ve bunu daha geniş çapta kurulu düzeni, statükoyu sarsıcı eylemlere girişelim amacıyla harekete geçtik. 71 yılının bahar aylarında bizim yaptığımız eylemler sonuç verdi. Hem işkolu çapında yetki aldık hem Türk-İş'in içinde DİSK paralelinde bir sendika olma yoluna girdik. Türk-İş'in içindeydik, ama bizim politikamız, rengimiz tamamen sol yapıdaydı. İstanbul'da DİSK vardı, YİS de vardı ama Ankara'da Türk-İş içinde devrimci ruhta, militan olan bir sendika da Yapı-İş Fedasyonu oldu.
Ancak 12 Mart gelince bizim bütün faaliyetimiz askıya alındı. Bir ay sonra da Balyoz Hareketi oldu. Bütün parti ve sendikaların faaliyetleri durduruldu. Ben de içeri girdim, sonra 74 affından yararlanarak dışarı çıktım. 75'ten itibaren ise baba mesleği olan sanayiciliğe başladım.
Evrensel'i Takip Et