3 farklı kadın, 3 aynı yaşam
Kendilerini sadece ev işlerine adıyor çalış(a)mayan kadınlar. “Ev kadını” deniyor onlar için. Bütün gün evde yemek pişirmek, temizlik yapmak, çocuğa bakmak gibi birçok yükün altından kalkmayı başarıyorlar. Üstelik hiç tatil günleri yok. Ancak ülke ekonomisinde hiçbir yeri olmadığı için “görünmez emek” de deniyor ev içindeki bu emeklerine. Sadece aileleri ile sınırlı, dışarıya kapalı bir dünyada gerçekte neleri başarabileceklerini fark edemiyorlar.
Buca Evka-1 mahallesinde yaşayan üç kadın, dört duvar arasında sıkışmış yaşamlarını aşarak bir şekilde çalışmaya başlamışlar. Aynı mahallede yaşayan, fakat birbirlerini tanımayan bu kadınları aynı kılan şey de tam burası. Kendilerine güvenerek çalışmaya başlıyorlar ve hayatları değişiyor. Şimdi bu üç farklı kadından dinleyelim, aynı olan yaşamlarını.
Ortaokul ve liseyi dışarıdan bitiren Yeliz, eşiyle birlikte dönercilik yapıyor. Köyde yaşarken, babası, “Kız çocuğunu dışarıda okutamam” diyerek okula göndermemiş. O da sonradan, babasından da gizleyerek, dışarıdan bitirmiş eğitimini. “Erkek işi” olarak görülen dönerciliği zorunluluktan öğrenmiş Yeliz. Dükkânı ilk açtıklarında, işçiye verecek paraları yokmuş. Eşi de o zamanlar, evi geçindirmek için başka işler yapmak zorundaymış. Mecburen almış döner bıçağını eline. Yeliz ve eşinin dükkânı, tam otobüs durağının bulunduğu yerde. Biz röportaj yaparken, otobüsler durduğunda, içindeki yolcular biraz da şaşırarak bakıyorlar bu et kesen dönerci kadına.
Dükkâna gelen müşterilerin bu durumu nasıl karşıladığını soruyoruz. “Artık ‘Usta yok mu?’ diye sormuyorlar. ‘Abla bir döner yapsana’ diye rahatça söyleyebiliyorlar. Zorlukları da var tabi bu durumun. Örneğin işyerine istediğim gibi giyinerek gidemiyorum. Kadın gibi değilim yani. Kendimi ancak erkekleştirerek koruyabiliyorum. Makyaj yapamıyorum mesela. Çünkü bakışlar rahatsız ediyor. Eşim için, ‘karısını süslemiş de dükkâna koymuş’ demesinler istiyorum.”
Bir de ev işleri ve çocuk bakımı var elbette Yeliz’in sırtında. “Hem ev için, hem de dükkân için koşturuyorum. Sonra çocuğu okuldan almak için koşturuyorum. Ama koştukça daha fazla güçleniyorum” diyor yine de. Ekonomik olarak özgürleştiğini söylüyor, “Ama çalışmanın getirisi sadece maddiyat değil” diye de ekliyor. Döner keserken hissettiklerini şöyle dile getiriyor Yeliz: “Erkekle aynı işi yapabiliyorsam, o halde onunla eşit koşullarda olmalıyım. Hep erkeğin ne kadar güçlü olduğundan bahsedilir. Aslında evde erkeğin pantolonlarını ütüleyerek, işte çalışarak, çocuğa bakarak daha güçlü olduğumuzu kanıtlıyoruz.”
Bir eş, bir anne ve bir iş kadını Mukaddes. Yine kadın olan ortağıyla birlikte ördükleri kazakları ve yün vb. malzemeleri sattıkları bir dükkân işletiyorlar.
Evka-1’de şu an aktif olmayan bir kadın derneğinde başlamış Mukaddes ve arkadaşı Şengül’ün ortaklık macerası. Dernekte 15 kadınla birlikte parça başı iplik temizliyorlarmış. Birbirlerine “Burası kapanırsa, bir dükkân açsak ya” diye takılırlarmış. O dayanışma ortamında bulmuşlar birbirlerini ve bu işi yapmaya karar vermişler.
Feodal bir ailenin gelini olduğunu söyleyen Mukaddes, evden dışarı çıkmak için çok mücadele etmiş. Kadın derneğinde dayanışmayı öğrendiğini, hele de çalışmaya başladıktan sonra “her şeyin üstesinden gelebilirim” düşüncesine sahip olduğunu anlatıyor. “Kadınlar öncelikle eşlerine karşı dik durmalı” diyor Mukaddes, “Ev kadını bile olsa üretebilir kadınlar. Patik sattım senelerce. Defneyaprağı temizledim. Milli piyango bileti sattım ve ev temizledim. Kendi paramı kazanabilirim duygusunu kocama hissettirmek için yaptım tüm bunları. Kadınlar evlerinden çıkmalılar.”
Dükkâna gelen bir kadının anlattıklarını bizimle paylaşıyor gülerek: “Evde eşi karısına ‘Neriman’ diye sesleniyormuş. Çalışmaya başlayınca artık ‘Nerimancım’ demeye başlamış. Bu da çalışan kadının farkını ortaya koyuyor. Çoğu erkek kadınların güçlü ve mücadeleci olmasını istemiyor. Söz geçiremeyeceklerinden korkuyorlar. Dilimizin uzamasını istemiyorlar kısacası. Kadınların evde oturması erkeklerin de işine geliyor, kör bir toplum yaratmak isteyen devletin de. Ama bunu aşacak olan da yine kadınlar.”
Bir süredir evde boncuklardan bileklik yapan Kadriye, artık bir eczanede çalışmaya başlayacak.
Kadriye’nin eşi fabrika işçisi. Bir kızı var. Eşinin aldığı ücret evinin ihtiyaçlarını, kızının isteklerini karşılamaya yetmeyince boncuk işine başlamış. Ama neredeyse hiç kar edemediğini söylüyor bu işten. “Sadece stresim gitsin diye yapıyorum” diyor, “Başka şeyler düşünmüyorum boncuk yaparken…”
“Aslında hayatımı anlatsam roman olur” diye devam ediyor gülerek. “E anlat o zaman” deyince, önce bir iç geçiriyor: “Ev kadınları özgür olsa keşke… Kadınlar ev yükü ve çocuklardan dolayı çalışamıyor ve ‘çile bülbülüm çile’ diyerek geçiriyorlar hayatlarını. İsterim ki, ev kadınlarına devlet iş bulsun ve imkân yaratsın.”
Tek böbreği olduğu için sürekli hastaneye gittiğini ve ayda 100 lira fatura ödediğini anlatıyor. Kadınların sürekli birilerinden bir şeyler beklemek zorunda bırakılmasına öfkeli Kadriye. “Her şey kendiliğinden olmaz ki. Evde kocadan, dışarıda devletten bekleyerek istekler yerine gelmez. Aslında isteklerimizi mücadele ederek almalıyız” diyor. “Nasıl?” diye soruyoruz, “Birlikte” diye cevap veriyor: “Ev kadını, avukat, öğretmen fark etmez. Kadınlar bir birlik olsa…”
Evrensel'i Takip Et