21 Kasım 2003 22:00
Namaz saati dediler
cenazeleri taşımadılar
Levent ve Beyoğlu'ndaki patlamalarda hayatlarını kaybeden 27 kişinin cesedi, Adli Tıp Kurumu morguna kaldırıldı. Bu cesetlerden büyük çoğunluğu aileleri tarafından teşhis edildi.
Patlamalarda hayatlarını kaybedenlerin yakınları, cenazelerini almak amacıyla dün saat 08.00'den itibaren Adli Tıp Kurumu Morgu önünde toplandılar. Kendilerine "savcının inceleme yapacağının söylendiğini ve morg bahçesine alınmadıklarını" kaydeden aileler, Adli Tıp Kurumu Morgu'na gelen Cumhuriyet savcısına alkışla tepki gösterdiler. Cenaze arabalarının sürücülerinin cuma namazı saati olduğu gerekçesiyle cenazeleri taşımaması ve herkesin kendi başının çaresine bakmak zorunda kalması da ailelerin öfkesine neden oldu.
Bürokratik işlemler Bacanağı Adem Tezel'in cenaze işlemlerini yaptırmak isteyen Kemal Özdemir, "Savcı gelmedi denilerek bekletildik. Bize hiçbir şey için yol gösterilmiyor" dedi. Özdemir, bürokratik işlemlerden de yakındı. Yaşanan kargaşanın ardından öğle saatlerine doğru, Adli Tıp'taki cesetler ailelerine teslim edildi. Morgdan ilk olarak Sedat Yeşilyurt'un cenazesi, yakınları tarafından ambulansla alındı. Yeşilyurt, Alibeyköy Veysel Karani Camii'nde düzenlenen törenin ardından toprağa verildi.
Enkaz temizleniyor İstanbul'da dün günboyu sürdürülen çalışmalarla HSBC Bank Genel Müdürlük Binası ile İngiltere Konsolosluğu'na düzenlenen bombalı saldırıların izleri silinmeye çalışıldı. Her iki saldırıda yaşamını yitiren 27 kişinin cesetlerinin bir kısmı aileleri tarafından Adli Tıp Kurumu'ndan alınarak defnedildi. Saldırılarda yaralanan ve hastanelere müracat eden 455 kişiden 398'i önceki akşam ve dün sabah saatlerinde taburcu edildi. Kentlerde polisiye önlemler yükseltildi. Levent ve Beyoğlu'ndaki saldırıları İBDA/C'nin ardından El Kaideye bağlı Ebu Hafız El Masri Tugayı da üstlendi. Reuters ajansının haberine göre, örgüt tarafından yayımlanan bildiride, "İslamla savaşan İngiltere'nin barışını bozmak amacıyla Türkiye'deki İngiliz çıkarları hedef alındı" denildi. El Mücahidun adlı bir web sitesinde Arapça yayınlanan bildiride, "Ebu Hafız El Masri Tugayları, İngiltere Başkonsolosu Roger Short, İslamla mücadeledeki yoğun tecrübesi ve Irak, Suriye, Türkiye ve İran'dan oluşan bölgedeki İngiliz siyasetini planlayan kişi olarak görülmesi nedeniyle hedef alındı" ifadesi kullanıldı. Bildiride, şöyle denildi: "Ölüm araçlarımız, konsolosluk binasını vurdu. İngiliz bankasına gelince, burası İngiliz ekonomisinin kalesi. İngiltere ve halkı, Amerika ile ittifaklarının refah ya da güvenlik getirmeyeceği bilsin."
Daha öncede üstlenmişlerdi Ebu Hafız Tugayları örgütü, bir Arap gazetesinde daha önce yayımlanan bildirisinde, geçen Cumartesi İstanbul'da 2 sinagogun hedef alındığı bombalı saldırıların sorumluluğunu üstlenmişti. Beyoğlu Belediye Başkanı Kadir Topbaş, İngiltere'nin İstanbul Başkonsolosluğu'na yönelik saldırıdan 6'sı ağır hasarlı olmak üzere 38 binanın etkilendiğini söyledi. Topbaş, Neva Şalom Sinagogu'na yönelik saldırıdan sonra ise Büyükhendek Caddesi'ndeki 6'sı ağır hasarlı 52 binada hasar tespiti yaptıklarını, 325 birim işyerinde hasar meydana geldiğini ve bunlardan 24'ünün ağır hasarlı olduğunu ifade etti. Beşiktaş Belediye Başkanı Yusuf Namoğlu, Levent HSBC Bankası Genel Müdürlüğü önünde dün meydana gelen bombalı saldırıda, ilk tespitlere göre 75 binanın hasar gördüğünü bildirdi.
Trafik akışı Sürdürülen çalışmalar sonucu bankanın çevresindeki yollar da dün trafiğe açıldı. İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Ömer Balıbey, Levent'teki HSBC Genel Müdürlük binasına düzenlenen bombalı saldırıda hasar gören Şişli Yapı Meslek Lisesi ve Özel Yıldız Lisesi'nde eğitime bir gün süreyle ara verildiğini bildirdi. İstanbul Valiliği Asayiş Harekât Merkezi tarafından yapılan yazılı açıklamada, İstanbul'daki hassas noktalar ile kamu kurum ve kuruluşlarına ait binalar, konsolosluk ve benzeri yerlerde alınan güvenlik önlemlerinin tekrar gözden geçirilerek en üst seviyeye çıkarıldığı bildirildi. Olaylarla ilgili her türlü araştırmanın sürdürüldüğü, soruşturmanın İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı'nca yürütüldüğü hatırlatılan açıklamada, yakınlarının sağlık durumuyla ilgili bilgi almak isteyen vatandaşların Valilik Koordinasyon Merkezi'nin "0212 636 11 07" ve "0212 636 11 10" numaralı telefonlarına başvurabilecekleri bildirildi.
Banka açıldı HSBC Bank Türkiye Genel Müdür Yardımcısı Demet Cimilli dün bir açıklama yaparak, Türkiye'ye güvenlerinin ve iyimserliklerinin sürdüğünü bildirdi. Genel Müdürlük faaliyetlerinin şu anda başka bir binalarında verilmeye devam ettiğini kaydeden Cimilli, güvenlik nedeniyle önceki gün Türkiye genelinde tüm şubelerinin erken kapandığını anımsatarak, "Şu anda bankamızın bütün şubelerinde hiçbir kesinti olmadan hizmet devam ettirilmektedir" dedi.
57 kişinin tedavisi sürüyor Bombalı saldırılarda yaralanan ve hastanelere başvuran 455 kişiden 398 kişi taburcu edildi. 7'si yoğun bakımda olmak üzere 57 kişinin tedavileri sürüyor. Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde 17; Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde 1'i yoğun bakımda 8; Alman Hastanesi'nde 9; Haseki Hastanesi'nde 1'i yoğun bakımda 6; VKV Amerikan Hastanesi'nde 5; Florence Nightingale Hastanesi'nde yoğun bakımda 2; Acıbadem Hastanesi Kadıköy'de 3; Göz Hastanesi'nde 2; Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İstinye Devlet, Acıbadem, Okmeydanı SSK hastanelerinde 1'er yaralının tedavi gördüğü öğrenildi.
Saldırılarda yaşamını yitirenler İstanbul'da meydana gelen patlamalarda ölen 27 kişiden 25'inin kimliği belirlendi. İstanbul Valiliği Asayiş Harekat Merkezi'nden yapılan yazılı açıklamaya göre, saldırılarda hayatını kaybedenlerden 25'inin adları şöyle: İngiltere'nin İstanbul Başkonsolosu Roger Guy Short, Süleyman Aydoğan, Kiraz Gündüz, Cafer Gündüz, Nannet Hurma ve Janet, polis memurları Hüseyin Apaydın ve Salih Çapkın, Ethem Doğan ve Sedat Yeşilyurt ile Adem Tezer, Ahmet Baha, Aynur Erkoca, Candan Toros Avosavan, Durmuş Toprak, İlbey Erdoğdu, Muhittin Şener Yılmazer (Kerem Yılmazer), Nazım Harmankaya, Yonca Bilgin, İsmail Çiftlik, Gülcan Boyun, Lisa Havortm, Nadire Özdemir, Önder Erdoğan ve Nadide Demirbozan.
Ankara'da alarm verildi İstanbul'daki bombalı saldırılar, Ankara'da paniğe ve yoğun polisiye önlem alınmasına yol açtı. Başbakanlık, bakanlıklar, Meclis ve elçilikler çevresinde güvenlik önlemleri artırılırken, birçok sokak araç ve yaya trafiğine kapatıldı. İstanbul'daki saldırı haberiyle birlikte başta ABD ve İngiltere olmak üzere çok sayıda elçilik binası ile yabancı ülkelere ait şirketlerin çevresinde önlemler artırıldı, sokaktan geçişler kontrollü yapıldı.Kimi bölgelerdeki polis kontrol noktalarına taş bariyerler konuldu. Başbakanlık önündeki sokağa gazeteciler de dahil herkes kimlik kontrolü yapılarak alınırken, araçlar didik didik ediliyor.
Toplumda güven duygusu yitirildi İstanbul Tabip Odası (İTO), bombalı saldırıların insanların güven duygusunu yitirmesine yol açtığını belirtti. İTO üyesi hekimler dün düznledikleri basın toplantısında, saldırıların toplum üzerinde yarattığı tahribatı ele aldılar. Olay yerinde bulununanların psikolojik olarak etkilendiğine dikkat çeken hekimler, "Bunun yanı sıra olayı televizyondan izleyen insanlar ile bu olayı görüntüleyen medya mensupları, kurtarma ekipleri ve sağlık çalışanları da ciddi bir şekilde ruhsal baskıya maruz kaldılar" dediler. İTO Olağandışı Durumlarda Sağlık Hizmetleri Komisyonu Temsilcisi Tuğrul Erbaylar, "Acaba daha büyük bir terör saldırısı olsaydı bizim sağlık hizmeti yeterli olacak mıydı? Bu olayları seferberlik duygusuyla değil de planlı bir şekilde hareket ederek çözmeliyiz. İzlenen politikalar toplumun ihtiyaçlarını karşılamalıdır" dedi. Olaylarda ruhsal travma yaşanabileceğine dikkat çeken Türkiye Pisikiyatri Derneği Başkanı Mustafa Sercan ise, "Ruhsal travmayı oluşturan neden güven duygusunun sarsılmasıdır. Temelde ise adalet duygusunun sarsılmasıdır" şeklinde konuştu. Travma sonrası yaşanan ruhsal sorunlar şöyle sıralandı: "Travmanın hemen ardından kendini aşırı korkmuş, ne yaptığını bilmez halde, hissetme. Duygularını hissedememe, tepki verememe, bulunduğu ortamı ya da durumu tam algılayamama, otomotik hareket etme." Bu durumda kendinize yardımcı olmak için şunları yapabilirsiniz:Erişkin veya çocuk bütün ev halkı olarak haber alma gereksinimini karşılayacak bir ölçüyü aşacak bir sürede TV başında konuyla ilgili programlar izlemeyin.
Kötü olasılıklar üzerinde düşünmekten ya da abartılı senaryolar kurmaktan kaçının. Gerçeklere dayanan, gerçekçi önlemler almak aynı zamanda ruh sağlığınızı da koruyacaktır.
Yaşadığınız olayı konuşmaktan kaçınmayın.
Duygularınızı, üzüntünüzü bastırmaya çalışmayın
Bu olayla ilgili duygu ve düşüncelerinizi çevrenizdekilerle paylaşın.
Yaşamın anlamını düşünün ve geleceğe yönelik planlar yapmaya çalışın."
Üniversite öğrencileri eylem yaptı İstanbul Üniversitesi (İÜ) öğrencileri, bombalı saldırıları protesto etmek amacıyla dün üniversitenin giriş kapısı önünde eylem yaptılar. İÜ Merkez Kampusü'nün bahçesinden alkış ve sloganlarla yürüyen 100 öğrenci, kampus kapısı önünde basın açıklaması yaptı. Açıklamada, kaygılarını dile getiren öğrenciler, "İstanbul başta olmak üzere tüm ülkede olduğu gibi biz İÜ öğrencileri de terörün nereyi hedeflediği kaygısı içerisine girmiş bulunuyoruz" dediler. Başbakan Erdoğan'ın bombalama olaylarından sonra yaptığı açıklamalara da değinen öğrenciler, "Başbakan boş laflar etmek yerine, halkın mal ve can güvenliğini güvenceye alan ve Türkiye'nin çıkarlarını gözeten bağımsız ve demokratik kararlar alma yolunu seçmelidir. Hükümet bu terörist eylemleri, ABD ve İsrail ile daha sıkı ilişki içine girmenin vesilesi etmektedir.Türkiye bağımsız ve demokratik bir hatta ilerlemediği, ABD ve İsrail ile ilişkilerini kesmediği sürece bu tür melanetlerden uzak olmayacağız. Patlamaları ABD'nin Ortadoğu'ya yönelik saldırı politikalarından ve Türkiye'nin işbirlikçi politikalarından bağımsız düşünmek mümkün değildir" görüşünü dile getirdiler. Eylem alkışlarla sona erdirildi. src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


Süreç halkın aleyhine işliyor İstanbul'da beş gün arayla ardarda patlayan bombalar, pek çok soruyu da beraberinde getirdi. ABD'nin Irak işgali, İsrail'in Filistin halkı üzerinde estirdiği terör ve imha politikası, Kürt sorununun bir türlü çözülememesi, islami gelenekten gelen AKP'nin Türkiye'de tek başına iktidarda bulunması, bütün bunlar zorlu bir süreçten geçen Ortadoğu ve Türkiye halklarının, içine çekilmek istendiği savaş ve terör batağında, soruların ve kuşkuların daha da artmasına neden oluyor. Sadece güvenlik talebi... Aralarında gazeteci, yazar ve üniversite öğretim görevlilerinin de bulunduğu uzmanlardan aldığımız görüşlerde ortaya çıkan ortak kanı ise gelişen sürecin halkın aleyhine işlediği noktasında. Saldırılardan, düzenleyecilerinden bağımsız olarak, asıl nemalananların halk karşıtı güçler olduğunu söyleyen uzmanlar, ekmek, barış, demokrasi ve adalet talebinde olan geniş kitlelelerin, bu saldırılar sonucunda sadece güvenlik ister duruma geleceklerini vurguluyorlar.
ABD ve İsrail'in yararına
Prof. Mustafa Erdoğan: (Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü) Bana göre şimdilik en makul görünen açıklama olayı üstlenmiş olmalarından da hareketle El Kaide ile bağlantısı olan kişi ya da gruplar tarafından gerçekleştiği yönünde. Ama tabi buna bakarak olayı hemen çözüverdik diye övünmememiz gerekir. Ortaya çıkması muhtemel verilerden hareketle bu olayların başka bir bağlantısı olup olmadığını iyi değerlendirmek gerekir. Yani böyle bakıldığında kamuoyunda yapılan değerlendirmeler hiç akla aykırı gelmiyor. Şunu demek istiyorum bu olay da sonuçları itibariyle Amerika ve İsrail'in avantajlı çıkması mümkündür. Yani Türkiye'nin daha fazla İsrail ve Amerika'ya yakınlaşmasına hizmet edebilir bu tür olaylar. O bakımdan ben bu ülkelerin bu saldırılar hakkında az ya da çok önceden bilgisi olabileceğini düşünüyorum. Tabii hem bu hem de bundan ayrı düşünülebilecek başka bir ihtimalde bu saldırıların ister El Kaide'den kaynaklansın isterse Amerika ve İsrail gibi ülkelerin bilgisi dahilinde olsun hedefin doğrudan doğruya Türkiye Cumhuriyeti olmaktan çok AK Parti hükümeti olması da mümkündür. Gerek Ortadoğu ve Irak meselerinde, gerekse de İsrail'le ilgili meselerlede hükümete mesaj olabilir. Öte yandan ikinci tezkere asker göndermeye karar verdiyse de Amerika bizim Irak savaşı dönemindeki desteğimizi yeterli bulmamış ve ondan dolayı da bir ders vermesine göz yummuş olabilir. Tabii başka yönleri de insanın aklına gelmiyor değil. Türkiye'nin AB ile bütünleşme süreci içerisinde iyi kötü özgürleşme yönünde attığı adımlardan geri döndürmek için de bu olaylar kullanılabilinir. Bununla bağlantılı olarak yine bu tür saldırıların AK Parti döneminde olması da kimi iç odaklar bakımından tercihe şayan bir durum olabilir.
Türkiye'nin önünde iki seçenek var
Faik Bulut (Gazeteci-yazar) Sinagog eylemleri, Levent ve İngiliz Başkonsolosluğu'nda gerçekleştirilen eylemlerle beraber değerlendirilirse olayın sadece Türkiye ile ilgili değil, bölgesel ve uluslararası çapta oynanan stratejik oyunun parçası olduğu görülür. Bu anlamda olayı yerli ya da yabancı taşeron ve tetikçilerden ziyade esas düzenleyenin, tertip edenin, büyük aktörler olma ihtimali çok yüksektir. Türkiye bir uluslararası hesaplaşma arenası haline getirilmek istenmektedir. Güçsüz bir ülke, güçsüz bir yönetim yaratılarak, ulusal güvenliği başkalarına ihale edilmiş bir Türkiye istenmektedir. Ve herkes Türkiye üzerinden birbirine mesaj göndermektedir. Buna taşeronlar tahildir. Dünkü eylemden yola çıkarsak eğer, bunu, Amerikan İngiliz ittifakına yakın bir ülke yapmışsa ya da bizzat bunların uzantıları yapmışsa Bush ve Blair'e şu mesajı vermek istemiş olabilirler: "Sakın ha gevşemeyin. Londra'daki protestolara ve siyasi muhalefete aldırmayın, dişe diş kana kan politikası güdün. Daha fazla sertleşin militarize olun." Yok eğer bu iki ülkeyi düşman belleyen taraflar ya da örgütlerce yapılmışsa bu da meydan okumadır: "Biz burdayız. Hangi kararı alırsanız alın, sizi vurmaya devam edeceğiz." Birinci olasılık daha yüksektir ve burada Türkiye gri yani ne savaş ne barış bölgesinden, savaş bölgesine çekilmek istenmektedir. Iraklaştırılmak ve Filistinleştirilmek istenmektedir. Yani savaş alanına çekilip maceralara çekilmek istenmektedir. Ve Türkiye'nin iç ve dış dengeleri bozulmak istenmektedir. Türkiye'nin gerçek meseleleri bir kenara itilip büyük güçlerin sorunları gündem haline getirilmek istenmektedir. Bu eylemin kendisi ciddi bir siyasi mesaj olarak algılanmalıdır. Güvenlik sorunu ikincil bir sorundur. Siyasi mesaj doğru okunmalı, doğru analiz yapılmalı, doğru adrese yönelinmelidir. Türkiye'nin önünde iki seçenek vardır. Ya Türkiye'yi maceraya itmek isteyen devlet ve güçlerle birlikte hareket edecektir, bu da Türkiye'de daha fazla kargaşa kaos kan anlamına gelir. Ya da kendi halkının ulusal çıkarları doğrultusunda katılımcı bir temelde iç sorunlarını da halledecek biçimde bir güvenlik kuşağı oluşturmak durumundadır. Bu güvenlik kuşağı tek başına olacak çapta görülmüyor. Türkiye'nin gerçekten dost ülkelerle ilişkiler geliştirmesi mümkündür. Türkiye komşularına bakacak olursa bunu görür. Böyle bir kuşağı gerçekleştirebilirse bu tür eylemlerin olması mümkündür fakat zarar ziyan asgariye indirilmiş olur. Özetle sorun siyasidir ve burada siyasi makamlarda oturan yetkililere çok iş düşmektedir.
Demir yumruklu yönetim isteyenler
Araştırmacı/Yazar Suat Parlar Ben sinagog eylemleri ile son eylemler arasında çok fazla bağlantı olduğunu düşünmüyorum. Bunun için Demirbank ile bir dönem derinlikli ilişkiler içerisinde bulunanların niteliğine bakmak gerekiyor. HSBC, Demirbank'ı satın aldığı zaman verilen tepkileri tekrar incelemek gerekiyor. Ayrıca son dönemde Türkiye'nin bölünme sürecinde Britanya'nın rolüne ilişkin çok ciddi iddialar ve kurgular var. Dünya'da İngiltere'ye yönelik olarak Türkiye'yi de kapsayacak tarzda saldırı gerçekleştirecek kontrol dışı İslami güç bulmak pek mümkün görünmüyor. Ayrıca Celal Talabani ile, gündemi yoğun görüşmelerin yapıldığı bir döneme bu saldırının denk gelmesi verilen mesajın adresini daha da netleştiriyor. Ancak NATO dahil olmak üzere tüm emperyalist kurumlar ve güçler bu saldırılardan kendi stratejilerini meşrulaştırma adına sonuna kadar yararlanacaktırlar. Türkiye'nin payına ise demir yumruklu bir yönetimin düşeceği artık net bir biçimde görülüyor. Dolayısıyla önümüzdeki süreç halkın aleyhine işleyen bir süreç olacaktır. Korkutulmuş ve ülkütülmüş bir halk, ekmek ve adalet değil sadece güvenlik talep eder. Bu güvenlik talebi kirli savaş kadrolarını partilerde ve devlet içinde güçlendirecektir. Bu bakımdan olguları çözümsüz bir yığın biçiminde değil anlamlı tarihsel doğrultuya uygun ve emperyalizmi, Ortadoğu politikalarıyla bütünlüklü olarak değerlendirmek gerekiyor. Ancak buradaki kayıp halka Kuzey Irak'taki 2. Israil oluşumu ile Kürt sorununun geldiği aşamadır.
HSBC nedir? Yahudi sermayesinin ününü bilmeyen yoktur. Bugün dünyanın en büyük şirketlerinin yönetimlerinde Yahudi aileleri bulunuyor. Üstelik ortağı veya sahibi olmadıkları şirketlerin çoğunluğunun yöneticileri de Yahudi asıllı. Ama bir tanesi var ki, İsrail için vazgeçilmez önemde. Bu, Rio Tinto finans kapitalidir. Rio Tinto, 1873 yılında Jardine Matheson firması tarafından kuruldu. Şirkette en büyük hisse Rothschild ailesine aitti. Jardine Matheson 1800'lü yılların başından itibaren Türkiye'den Çin'e kadar afyon ticareti yapan bir firmaydı. 1837 yılında diğer afyon tüccarları Russel Co. ve Perkins Co. ile birleşerek JP Morgan denetiminde dev bir afyon karteli kurar. 1839 yılında Çin ile İngiltere arasındaki afyon savaşlarında Çin'in yenilgisi üzerine Hong Kong İngiltere'ye bırakılır ve Rothschild'ler de burada banka kurar. Hong Kong Shangai Bank Corporation, yani bugün de çok iyi bildiğimiz HSBC'dir bu. Banka, afyon ticaretini finanse etmek amacıyla faaliyete başlar. İşte JP Morgan afyon ticareti ve bu bankanın birikimleri sayesinde Rio Tinto'yu kurar. Şirket bugün dünyanın en büyük maden ve finans tekellerinden birisidir. Tek başına dünya maden üretiminde yüzde 12.5 payla ilk sırada olması büyüklüğü konusunda bir fikir veriyor. Rio Tinto'yu 1900'lü yılların sonunda Osmanlı topraklarında faaliyet gösterirken buluyoruz. Düyun-u Umumiye'nin hemen ardından bütün demiryolu ve maden projelerinde bu şirketin ismine ratlanır. Hatta Kurtuluş Savaşı'ndan sonra gündeme gelen ünlü Amiral Chester projesinin mimarı da yine bu şirketti. İşte şirketin asıl kariyeri burada başlıyor. Bu borçları ödeyemeyen Osmanlı'ya ilginç bir teklif getirilir. Önerilen, Filistin topraklarının borçlar karşılığında Rio Tinto şirketine satılmasıdır. Bu plan o dönem gerçekleşmez ama Rio Tinto'nun hesabı da kapanmaz. Aradan yarım yüzyıla yakın bir zaman geçmesine rağmen şirket Filistin'de çiftlikler almaya, Yahudi yerleşimcilere bu toprakları hibe etmeye başlar. İsrail işte bu şirketin finansal gücünün eseridir. Osmanlı'dan istediğini alamayan Rio Tinto'yu son yıllarda yine Türkiye'deki faaliyetlerinden tanıyoruz. Türkiye'de bulunan hemen bütün yabancı bankalar ile ilişkisi olduğu biliniyor. Ortakları arasında ise Merill Lynch ve Solomon Brothers gibi dünyanın en büyük kredi, derecelendirme ve danışmanlık şirketleri yer alıyor. Rio Tinto'nun maden sektöründeki ilişkileri ise daha dikkat çekici. Örneğin; Bergamalılar'ın yıllardır mücadale ettiği Normandy (eski adıyla Eurogold) bir Tinto girişimi.
src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


Bir 'ara süreç' dönemi Şahin Bayar Kürdistan Halk Kongresi'nin (KONGRE-GEL) kurumsal başkanı ilan edilen Abdullah Öcalan, kendisine uygulanan tecrite tepki göstermek ve hükümetin Kürt sorununa yaklaşımını protesto etmek amacıyla görüşe çıkmama eylemi başlattı. 7 hafta eylem yapan Öcalan, KADEK'in kendisini feshetmesi, Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in avukatlarla görüşmeyi kabul etmesi gibi gelişmelerin ardından avukatların girişimi üzerine görüşe çıktı. Öcalan'la görüşe giden Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Mahmut Şakar, kendi inisayiflerini kullanarak İmralı'ya gittiklerini belirterek, Öcalan'ın eylemine neden olan koşulların ortadan kalkmadığını ama bu dönemin bir "ara süreç" olarak değerlendirilmesi gerektiğini kaydetti. Öcalan'ın kendilerini, "Hayrola niye geldiniz?" sorusuyla karşıladığını anlatan avukat Şakar, Öcalan'la yaptıkları görüşmeyi ve son gelişmeleri gazetemize değerlendirdi. - Yedi hafta sonra İmralı'ya gittiniz. Koşullarda bir gelişme mi oldu? - Bildiğiniz gibi 24 Eylül 2003'de yaptığımız görüşmede Sayın Öcalan'ın belli bazı talepleri oldu. Bu talepleri yerine gelene kadar görüşe çıkmayacağını söyledi. Bunlar hem Türkiye'de barışa yönelik adımlar atılmasıydı, hemde kendisine yönelik, kendi durumunun düzeltilmesine yönelik taleplerdi. O tarihten bugüne kadar bizde görüşe gitmedik. Bu süre içinde halkın İmralı'ya ilişkin bazı demokratik eylemleri oldu. Bizim de bu dönemde resmi kurumlara yaptığımız bütün başvurulara olumsuz yanıt geldi. Gerek savcılık nezdinde gerekse bakanlık nezdinde... Ama en son geçen cumartesi günü Adalet Bakanlığı'ndan aradılar ve daha önce yaptığımız başvuraya olumlu yanıt vererek görüşmek istediklerini bildirdiler. Bizde bunun üzerine pazartesi günü Adalet Bakanı Cemil Çiçek ile görüştük. Görüşmede Öcalan'ın durumunu ve taleplerini aktardık. Adalet Bakanı da hukuki açıdan yapılması gerekenleri yapacaklarını söyledi. Bütün bunları değerlendirdikten sonra biz avukatlar olarak kendi iniyasifimizi kullanıp gitmek istedik. Tabi Öcalan'ın sağlık durumu da sözkonusu idi. Bu yaklaşımlar üzerine gittik. - Öcalan sizi nasıl karşıladı? İlk gördüğünde tepkisi neydi? Sizi bekliyor muydu? Bizi karşıladığında, "Hayrola niye geldiniz" diye sordu. Ani bir gelişme mi oldu gibisinden yaklaşımı oldu. Görüşe çıkmama eylemini sürdürme eğiliminde olduğunu söyledi. Gerek halkın yaptığı eylemler, gerekse bakanlık ile yaptığımız görüşmenin çok net söz verilmese de olumlu bir havada geçmesi gibi gelişmelere şans tanınması gerektiğini ifade ettik. Böyle bir görüşme yapmak istediğimizi söyledik. Genel olarak bu çerçevede geçti. Ama burada özellikle vurgulamak istediğim birşey var. Kendisinin bütün görüşme boyunca ağırlıklı olarak üzerinde durduğu nokta şuydu; "Benim görüşe çıkmama eylemim, tavrım doğru anlaşılmalı. Hem devlet tarafından hemde halk tarafından. Siyasal sürecin tıkanmasına karşı bir yaklaşımdır benim tutumum. Meclis, hükümet Kürtlerin taleplerini küçümserse, sıradan yaklaşırsa tavrımı daha radikalleştirip, daha sertleştireceğim. Gerekçelerim ortadan kalkmış değil. Ama mademki geldiniz görüşmeyi sürdürebiliriz." - KADEK'in kendisini feshetmesinin ardından KONGRE-GEL'in kurulması, Adalet Bakanı'nın sizi kabul etmesi, hemen ardından hiç sorun çıkarılmadan İmralı'ya gitmeniz... Sizce devlet adım mı atıyor? - Bilmiyorum. Bu şekilde değerlendirmek henüz erken olabilir. Ama son dönemde Öcalan'ın görüşe çıkmama eylemiyle sertleşen halkın tepkisini aşmak için hükümet nezdinde bir eğilim sezdiğimizi kendi adıma söyleyebilirim. Bunun nasıl bir adım olacağı önümüzdeki günlerde göreceğiz. Çünkü hükümetin ayaküstü söylenen sözler dışında KONGRE-GEL'e ilişkin nasıl bir tavır içinde olacağı çok belirgin değil. - Öcalan'ın sağlığı ile ilgili şikayetleri vardı. Şimdi nasıl, şikayetleri sürüyor mu? - Sağlığıyla ilgili şikayetleri sürüyor. Bir iyileşme olmadığı hatta balgam ve tükürüğün daha fazlalaştığını söyledi. Bunu kendisini tedavi için gelen doktorlarla tartıştığını ama bir yorum getiremediklerini ifade etti. - Öcalan'ın görüşe çıkmama eylemi sürecek mi? Önümüzdeki hafta yine görüşe gidecek misiniz? - Önümüzdeki çarşamba da gideceğiz. Şu aşamada bizim de girişimimizle bir ara süreç başladı. Aslında bana göre bu bir başarı. Sayın Öcalan'ın görüşe çıkmamasının arkasındaki nedenler ortadan kalkmış değil. Bu dönemi, sorunların ortadan kalkması için belki de bir ara süreç ya da bir şans olarak değerlendirmek gerekiyor.
src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


DEP milletvekilleri: Devletin elinde rehiniz Kapatılan DEP'in eski milletvekilleri Leyla Zana, Hatip Dicle, Selim Sadak ve Orhan Doğan'nın yargılandığı davanın yeniden görülmesine devam edildi. Yargılamanın dünkü 9'uncu duruşmasında geçtiğimiz günlerde bir gazetenin "KADEK'e karşı Zana" manşetli haberine göndermede bulunan Milletvekilleri, bu süreçte haksızlık ve hukusuzluğa maruz kaldıklarını belirterek, yargılanmayla birlikte bir statü değişikliğinin olduğunu ve rehin olarak kabul edildiklerini söylediler. Ankara 1 Nolu DGM'de görülen duruşmayı Özgür Parti ve DEHAP başkanlarının yanısıra çok sayıda yabancı elçi ve gözlemci de izledi. İstan
Bürokratik işlemler Bacanağı Adem Tezel'in cenaze işlemlerini yaptırmak isteyen Kemal Özdemir, "Savcı gelmedi denilerek bekletildik. Bize hiçbir şey için yol gösterilmiyor" dedi. Özdemir, bürokratik işlemlerden de yakındı. Yaşanan kargaşanın ardından öğle saatlerine doğru, Adli Tıp'taki cesetler ailelerine teslim edildi. Morgdan ilk olarak Sedat Yeşilyurt'un cenazesi, yakınları tarafından ambulansla alındı. Yeşilyurt, Alibeyköy Veysel Karani Camii'nde düzenlenen törenin ardından toprağa verildi.
Enkaz temizleniyor İstanbul'da dün günboyu sürdürülen çalışmalarla HSBC Bank Genel Müdürlük Binası ile İngiltere Konsolosluğu'na düzenlenen bombalı saldırıların izleri silinmeye çalışıldı. Her iki saldırıda yaşamını yitiren 27 kişinin cesetlerinin bir kısmı aileleri tarafından Adli Tıp Kurumu'ndan alınarak defnedildi. Saldırılarda yaralanan ve hastanelere müracat eden 455 kişiden 398'i önceki akşam ve dün sabah saatlerinde taburcu edildi. Kentlerde polisiye önlemler yükseltildi. Levent ve Beyoğlu'ndaki saldırıları İBDA/C'nin ardından El Kaideye bağlı Ebu Hafız El Masri Tugayı da üstlendi. Reuters ajansının haberine göre, örgüt tarafından yayımlanan bildiride, "İslamla savaşan İngiltere'nin barışını bozmak amacıyla Türkiye'deki İngiliz çıkarları hedef alındı" denildi. El Mücahidun adlı bir web sitesinde Arapça yayınlanan bildiride, "Ebu Hafız El Masri Tugayları, İngiltere Başkonsolosu Roger Short, İslamla mücadeledeki yoğun tecrübesi ve Irak, Suriye, Türkiye ve İran'dan oluşan bölgedeki İngiliz siyasetini planlayan kişi olarak görülmesi nedeniyle hedef alındı" ifadesi kullanıldı. Bildiride, şöyle denildi: "Ölüm araçlarımız, konsolosluk binasını vurdu. İngiliz bankasına gelince, burası İngiliz ekonomisinin kalesi. İngiltere ve halkı, Amerika ile ittifaklarının refah ya da güvenlik getirmeyeceği bilsin."
Daha öncede üstlenmişlerdi Ebu Hafız Tugayları örgütü, bir Arap gazetesinde daha önce yayımlanan bildirisinde, geçen Cumartesi İstanbul'da 2 sinagogun hedef alındığı bombalı saldırıların sorumluluğunu üstlenmişti. Beyoğlu Belediye Başkanı Kadir Topbaş, İngiltere'nin İstanbul Başkonsolosluğu'na yönelik saldırıdan 6'sı ağır hasarlı olmak üzere 38 binanın etkilendiğini söyledi. Topbaş, Neva Şalom Sinagogu'na yönelik saldırıdan sonra ise Büyükhendek Caddesi'ndeki 6'sı ağır hasarlı 52 binada hasar tespiti yaptıklarını, 325 birim işyerinde hasar meydana geldiğini ve bunlardan 24'ünün ağır hasarlı olduğunu ifade etti. Beşiktaş Belediye Başkanı Yusuf Namoğlu, Levent HSBC Bankası Genel Müdürlüğü önünde dün meydana gelen bombalı saldırıda, ilk tespitlere göre 75 binanın hasar gördüğünü bildirdi.
Trafik akışı Sürdürülen çalışmalar sonucu bankanın çevresindeki yollar da dün trafiğe açıldı. İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Ömer Balıbey, Levent'teki HSBC Genel Müdürlük binasına düzenlenen bombalı saldırıda hasar gören Şişli Yapı Meslek Lisesi ve Özel Yıldız Lisesi'nde eğitime bir gün süreyle ara verildiğini bildirdi. İstanbul Valiliği Asayiş Harekât Merkezi tarafından yapılan yazılı açıklamada, İstanbul'daki hassas noktalar ile kamu kurum ve kuruluşlarına ait binalar, konsolosluk ve benzeri yerlerde alınan güvenlik önlemlerinin tekrar gözden geçirilerek en üst seviyeye çıkarıldığı bildirildi. Olaylarla ilgili her türlü araştırmanın sürdürüldüğü, soruşturmanın İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı'nca yürütüldüğü hatırlatılan açıklamada, yakınlarının sağlık durumuyla ilgili bilgi almak isteyen vatandaşların Valilik Koordinasyon Merkezi'nin "0212 636 11 07" ve "0212 636 11 10" numaralı telefonlarına başvurabilecekleri bildirildi.
Banka açıldı HSBC Bank Türkiye Genel Müdür Yardımcısı Demet Cimilli dün bir açıklama yaparak, Türkiye'ye güvenlerinin ve iyimserliklerinin sürdüğünü bildirdi. Genel Müdürlük faaliyetlerinin şu anda başka bir binalarında verilmeye devam ettiğini kaydeden Cimilli, güvenlik nedeniyle önceki gün Türkiye genelinde tüm şubelerinin erken kapandığını anımsatarak, "Şu anda bankamızın bütün şubelerinde hiçbir kesinti olmadan hizmet devam ettirilmektedir" dedi.
57 kişinin tedavisi sürüyor Bombalı saldırılarda yaralanan ve hastanelere başvuran 455 kişiden 398 kişi taburcu edildi. 7'si yoğun bakımda olmak üzere 57 kişinin tedavileri sürüyor. Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde 17; Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde 1'i yoğun bakımda 8; Alman Hastanesi'nde 9; Haseki Hastanesi'nde 1'i yoğun bakımda 6; VKV Amerikan Hastanesi'nde 5; Florence Nightingale Hastanesi'nde yoğun bakımda 2; Acıbadem Hastanesi Kadıköy'de 3; Göz Hastanesi'nde 2; Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İstinye Devlet, Acıbadem, Okmeydanı SSK hastanelerinde 1'er yaralının tedavi gördüğü öğrenildi.
Saldırılarda yaşamını yitirenler İstanbul'da meydana gelen patlamalarda ölen 27 kişiden 25'inin kimliği belirlendi. İstanbul Valiliği Asayiş Harekat Merkezi'nden yapılan yazılı açıklamaya göre, saldırılarda hayatını kaybedenlerden 25'inin adları şöyle: İngiltere'nin İstanbul Başkonsolosu Roger Guy Short, Süleyman Aydoğan, Kiraz Gündüz, Cafer Gündüz, Nannet Hurma ve Janet, polis memurları Hüseyin Apaydın ve Salih Çapkın, Ethem Doğan ve Sedat Yeşilyurt ile Adem Tezer, Ahmet Baha, Aynur Erkoca, Candan Toros Avosavan, Durmuş Toprak, İlbey Erdoğdu, Muhittin Şener Yılmazer (Kerem Yılmazer), Nazım Harmankaya, Yonca Bilgin, İsmail Çiftlik, Gülcan Boyun, Lisa Havortm, Nadire Özdemir, Önder Erdoğan ve Nadide Demirbozan.
Ankara'da alarm verildi İstanbul'daki bombalı saldırılar, Ankara'da paniğe ve yoğun polisiye önlem alınmasına yol açtı. Başbakanlık, bakanlıklar, Meclis ve elçilikler çevresinde güvenlik önlemleri artırılırken, birçok sokak araç ve yaya trafiğine kapatıldı. İstanbul'daki saldırı haberiyle birlikte başta ABD ve İngiltere olmak üzere çok sayıda elçilik binası ile yabancı ülkelere ait şirketlerin çevresinde önlemler artırıldı, sokaktan geçişler kontrollü yapıldı.Kimi bölgelerdeki polis kontrol noktalarına taş bariyerler konuldu. Başbakanlık önündeki sokağa gazeteciler de dahil herkes kimlik kontrolü yapılarak alınırken, araçlar didik didik ediliyor.
Toplumda güven duygusu yitirildi İstanbul Tabip Odası (İTO), bombalı saldırıların insanların güven duygusunu yitirmesine yol açtığını belirtti. İTO üyesi hekimler dün düznledikleri basın toplantısında, saldırıların toplum üzerinde yarattığı tahribatı ele aldılar. Olay yerinde bulununanların psikolojik olarak etkilendiğine dikkat çeken hekimler, "Bunun yanı sıra olayı televizyondan izleyen insanlar ile bu olayı görüntüleyen medya mensupları, kurtarma ekipleri ve sağlık çalışanları da ciddi bir şekilde ruhsal baskıya maruz kaldılar" dediler. İTO Olağandışı Durumlarda Sağlık Hizmetleri Komisyonu Temsilcisi Tuğrul Erbaylar, "Acaba daha büyük bir terör saldırısı olsaydı bizim sağlık hizmeti yeterli olacak mıydı? Bu olayları seferberlik duygusuyla değil de planlı bir şekilde hareket ederek çözmeliyiz. İzlenen politikalar toplumun ihtiyaçlarını karşılamalıdır" dedi. Olaylarda ruhsal travma yaşanabileceğine dikkat çeken Türkiye Pisikiyatri Derneği Başkanı Mustafa Sercan ise, "Ruhsal travmayı oluşturan neden güven duygusunun sarsılmasıdır. Temelde ise adalet duygusunun sarsılmasıdır" şeklinde konuştu. Travma sonrası yaşanan ruhsal sorunlar şöyle sıralandı: "Travmanın hemen ardından kendini aşırı korkmuş, ne yaptığını bilmez halde, hissetme. Duygularını hissedememe, tepki verememe, bulunduğu ortamı ya da durumu tam algılayamama, otomotik hareket etme." Bu durumda kendinize yardımcı olmak için şunları yapabilirsiniz:
Üniversite öğrencileri eylem yaptı İstanbul Üniversitesi (İÜ) öğrencileri, bombalı saldırıları protesto etmek amacıyla dün üniversitenin giriş kapısı önünde eylem yaptılar. İÜ Merkez Kampusü'nün bahçesinden alkış ve sloganlarla yürüyen 100 öğrenci, kampus kapısı önünde basın açıklaması yaptı. Açıklamada, kaygılarını dile getiren öğrenciler, "İstanbul başta olmak üzere tüm ülkede olduğu gibi biz İÜ öğrencileri de terörün nereyi hedeflediği kaygısı içerisine girmiş bulunuyoruz" dediler. Başbakan Erdoğan'ın bombalama olaylarından sonra yaptığı açıklamalara da değinen öğrenciler, "Başbakan boş laflar etmek yerine, halkın mal ve can güvenliğini güvenceye alan ve Türkiye'nin çıkarlarını gözeten bağımsız ve demokratik kararlar alma yolunu seçmelidir. Hükümet bu terörist eylemleri, ABD ve İsrail ile daha sıkı ilişki içine girmenin vesilesi etmektedir.Türkiye bağımsız ve demokratik bir hatta ilerlemediği, ABD ve İsrail ile ilişkilerini kesmediği sürece bu tür melanetlerden uzak olmayacağız. Patlamaları ABD'nin Ortadoğu'ya yönelik saldırı politikalarından ve Türkiye'nin işbirlikçi politikalarından bağımsız düşünmek mümkün değildir" görüşünü dile getirdiler. Eylem alkışlarla sona erdirildi. src=/resim/b1.gif width=5>



Süreç halkın aleyhine işliyor İstanbul'da beş gün arayla ardarda patlayan bombalar, pek çok soruyu da beraberinde getirdi. ABD'nin Irak işgali, İsrail'in Filistin halkı üzerinde estirdiği terör ve imha politikası, Kürt sorununun bir türlü çözülememesi, islami gelenekten gelen AKP'nin Türkiye'de tek başına iktidarda bulunması, bütün bunlar zorlu bir süreçten geçen Ortadoğu ve Türkiye halklarının, içine çekilmek istendiği savaş ve terör batağında, soruların ve kuşkuların daha da artmasına neden oluyor. Sadece güvenlik talebi... Aralarında gazeteci, yazar ve üniversite öğretim görevlilerinin de bulunduğu uzmanlardan aldığımız görüşlerde ortaya çıkan ortak kanı ise gelişen sürecin halkın aleyhine işlediği noktasında. Saldırılardan, düzenleyecilerinden bağımsız olarak, asıl nemalananların halk karşıtı güçler olduğunu söyleyen uzmanlar, ekmek, barış, demokrasi ve adalet talebinde olan geniş kitlelelerin, bu saldırılar sonucunda sadece güvenlik ister duruma geleceklerini vurguluyorlar.
ABD ve İsrail'in yararına
Prof. Mustafa Erdoğan: (Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü) Bana göre şimdilik en makul görünen açıklama olayı üstlenmiş olmalarından da hareketle El Kaide ile bağlantısı olan kişi ya da gruplar tarafından gerçekleştiği yönünde. Ama tabi buna bakarak olayı hemen çözüverdik diye övünmememiz gerekir. Ortaya çıkması muhtemel verilerden hareketle bu olayların başka bir bağlantısı olup olmadığını iyi değerlendirmek gerekir. Yani böyle bakıldığında kamuoyunda yapılan değerlendirmeler hiç akla aykırı gelmiyor. Şunu demek istiyorum bu olay da sonuçları itibariyle Amerika ve İsrail'in avantajlı çıkması mümkündür. Yani Türkiye'nin daha fazla İsrail ve Amerika'ya yakınlaşmasına hizmet edebilir bu tür olaylar. O bakımdan ben bu ülkelerin bu saldırılar hakkında az ya da çok önceden bilgisi olabileceğini düşünüyorum. Tabii hem bu hem de bundan ayrı düşünülebilecek başka bir ihtimalde bu saldırıların ister El Kaide'den kaynaklansın isterse Amerika ve İsrail gibi ülkelerin bilgisi dahilinde olsun hedefin doğrudan doğruya Türkiye Cumhuriyeti olmaktan çok AK Parti hükümeti olması da mümkündür. Gerek Ortadoğu ve Irak meselerinde, gerekse de İsrail'le ilgili meselerlede hükümete mesaj olabilir. Öte yandan ikinci tezkere asker göndermeye karar verdiyse de Amerika bizim Irak savaşı dönemindeki desteğimizi yeterli bulmamış ve ondan dolayı da bir ders vermesine göz yummuş olabilir. Tabii başka yönleri de insanın aklına gelmiyor değil. Türkiye'nin AB ile bütünleşme süreci içerisinde iyi kötü özgürleşme yönünde attığı adımlardan geri döndürmek için de bu olaylar kullanılabilinir. Bununla bağlantılı olarak yine bu tür saldırıların AK Parti döneminde olması da kimi iç odaklar bakımından tercihe şayan bir durum olabilir.
Türkiye'nin önünde iki seçenek var
Faik Bulut (Gazeteci-yazar) Sinagog eylemleri, Levent ve İngiliz Başkonsolosluğu'nda gerçekleştirilen eylemlerle beraber değerlendirilirse olayın sadece Türkiye ile ilgili değil, bölgesel ve uluslararası çapta oynanan stratejik oyunun parçası olduğu görülür. Bu anlamda olayı yerli ya da yabancı taşeron ve tetikçilerden ziyade esas düzenleyenin, tertip edenin, büyük aktörler olma ihtimali çok yüksektir. Türkiye bir uluslararası hesaplaşma arenası haline getirilmek istenmektedir. Güçsüz bir ülke, güçsüz bir yönetim yaratılarak, ulusal güvenliği başkalarına ihale edilmiş bir Türkiye istenmektedir. Ve herkes Türkiye üzerinden birbirine mesaj göndermektedir. Buna taşeronlar tahildir. Dünkü eylemden yola çıkarsak eğer, bunu, Amerikan İngiliz ittifakına yakın bir ülke yapmışsa ya da bizzat bunların uzantıları yapmışsa Bush ve Blair'e şu mesajı vermek istemiş olabilirler: "Sakın ha gevşemeyin. Londra'daki protestolara ve siyasi muhalefete aldırmayın, dişe diş kana kan politikası güdün. Daha fazla sertleşin militarize olun." Yok eğer bu iki ülkeyi düşman belleyen taraflar ya da örgütlerce yapılmışsa bu da meydan okumadır: "Biz burdayız. Hangi kararı alırsanız alın, sizi vurmaya devam edeceğiz." Birinci olasılık daha yüksektir ve burada Türkiye gri yani ne savaş ne barış bölgesinden, savaş bölgesine çekilmek istenmektedir. Iraklaştırılmak ve Filistinleştirilmek istenmektedir. Yani savaş alanına çekilip maceralara çekilmek istenmektedir. Ve Türkiye'nin iç ve dış dengeleri bozulmak istenmektedir. Türkiye'nin gerçek meseleleri bir kenara itilip büyük güçlerin sorunları gündem haline getirilmek istenmektedir. Bu eylemin kendisi ciddi bir siyasi mesaj olarak algılanmalıdır. Güvenlik sorunu ikincil bir sorundur. Siyasi mesaj doğru okunmalı, doğru analiz yapılmalı, doğru adrese yönelinmelidir. Türkiye'nin önünde iki seçenek vardır. Ya Türkiye'yi maceraya itmek isteyen devlet ve güçlerle birlikte hareket edecektir, bu da Türkiye'de daha fazla kargaşa kaos kan anlamına gelir. Ya da kendi halkının ulusal çıkarları doğrultusunda katılımcı bir temelde iç sorunlarını da halledecek biçimde bir güvenlik kuşağı oluşturmak durumundadır. Bu güvenlik kuşağı tek başına olacak çapta görülmüyor. Türkiye'nin gerçekten dost ülkelerle ilişkiler geliştirmesi mümkündür. Türkiye komşularına bakacak olursa bunu görür. Böyle bir kuşağı gerçekleştirebilirse bu tür eylemlerin olması mümkündür fakat zarar ziyan asgariye indirilmiş olur. Özetle sorun siyasidir ve burada siyasi makamlarda oturan yetkililere çok iş düşmektedir.
Demir yumruklu yönetim isteyenler
Araştırmacı/Yazar Suat Parlar Ben sinagog eylemleri ile son eylemler arasında çok fazla bağlantı olduğunu düşünmüyorum. Bunun için Demirbank ile bir dönem derinlikli ilişkiler içerisinde bulunanların niteliğine bakmak gerekiyor. HSBC, Demirbank'ı satın aldığı zaman verilen tepkileri tekrar incelemek gerekiyor. Ayrıca son dönemde Türkiye'nin bölünme sürecinde Britanya'nın rolüne ilişkin çok ciddi iddialar ve kurgular var. Dünya'da İngiltere'ye yönelik olarak Türkiye'yi de kapsayacak tarzda saldırı gerçekleştirecek kontrol dışı İslami güç bulmak pek mümkün görünmüyor. Ayrıca Celal Talabani ile, gündemi yoğun görüşmelerin yapıldığı bir döneme bu saldırının denk gelmesi verilen mesajın adresini daha da netleştiriyor. Ancak NATO dahil olmak üzere tüm emperyalist kurumlar ve güçler bu saldırılardan kendi stratejilerini meşrulaştırma adına sonuna kadar yararlanacaktırlar. Türkiye'nin payına ise demir yumruklu bir yönetimin düşeceği artık net bir biçimde görülüyor. Dolayısıyla önümüzdeki süreç halkın aleyhine işleyen bir süreç olacaktır. Korkutulmuş ve ülkütülmüş bir halk, ekmek ve adalet değil sadece güvenlik talep eder. Bu güvenlik talebi kirli savaş kadrolarını partilerde ve devlet içinde güçlendirecektir. Bu bakımdan olguları çözümsüz bir yığın biçiminde değil anlamlı tarihsel doğrultuya uygun ve emperyalizmi, Ortadoğu politikalarıyla bütünlüklü olarak değerlendirmek gerekiyor. Ancak buradaki kayıp halka Kuzey Irak'taki 2. Israil oluşumu ile Kürt sorununun geldiği aşamadır.
HSBC nedir? Yahudi sermayesinin ününü bilmeyen yoktur. Bugün dünyanın en büyük şirketlerinin yönetimlerinde Yahudi aileleri bulunuyor. Üstelik ortağı veya sahibi olmadıkları şirketlerin çoğunluğunun yöneticileri de Yahudi asıllı. Ama bir tanesi var ki, İsrail için vazgeçilmez önemde. Bu, Rio Tinto finans kapitalidir. Rio Tinto, 1873 yılında Jardine Matheson firması tarafından kuruldu. Şirkette en büyük hisse Rothschild ailesine aitti. Jardine Matheson 1800'lü yılların başından itibaren Türkiye'den Çin'e kadar afyon ticareti yapan bir firmaydı. 1837 yılında diğer afyon tüccarları Russel Co. ve Perkins Co. ile birleşerek JP Morgan denetiminde dev bir afyon karteli kurar. 1839 yılında Çin ile İngiltere arasındaki afyon savaşlarında Çin'in yenilgisi üzerine Hong Kong İngiltere'ye bırakılır ve Rothschild'ler de burada banka kurar. Hong Kong Shangai Bank Corporation, yani bugün de çok iyi bildiğimiz HSBC'dir bu. Banka, afyon ticaretini finanse etmek amacıyla faaliyete başlar. İşte JP Morgan afyon ticareti ve bu bankanın birikimleri sayesinde Rio Tinto'yu kurar. Şirket bugün dünyanın en büyük maden ve finans tekellerinden birisidir. Tek başına dünya maden üretiminde yüzde 12.5 payla ilk sırada olması büyüklüğü konusunda bir fikir veriyor. Rio Tinto'yu 1900'lü yılların sonunda Osmanlı topraklarında faaliyet gösterirken buluyoruz. Düyun-u Umumiye'nin hemen ardından bütün demiryolu ve maden projelerinde bu şirketin ismine ratlanır. Hatta Kurtuluş Savaşı'ndan sonra gündeme gelen ünlü Amiral Chester projesinin mimarı da yine bu şirketti. İşte şirketin asıl kariyeri burada başlıyor. Bu borçları ödeyemeyen Osmanlı'ya ilginç bir teklif getirilir. Önerilen, Filistin topraklarının borçlar karşılığında Rio Tinto şirketine satılmasıdır. Bu plan o dönem gerçekleşmez ama Rio Tinto'nun hesabı da kapanmaz. Aradan yarım yüzyıla yakın bir zaman geçmesine rağmen şirket Filistin'de çiftlikler almaya, Yahudi yerleşimcilere bu toprakları hibe etmeye başlar. İsrail işte bu şirketin finansal gücünün eseridir. Osmanlı'dan istediğini alamayan Rio Tinto'yu son yıllarda yine Türkiye'deki faaliyetlerinden tanıyoruz. Türkiye'de bulunan hemen bütün yabancı bankalar ile ilişkisi olduğu biliniyor. Ortakları arasında ise Merill Lynch ve Solomon Brothers gibi dünyanın en büyük kredi, derecelendirme ve danışmanlık şirketleri yer alıyor. Rio Tinto'nun maden sektöründeki ilişkileri ise daha dikkat çekici. Örneğin; Bergamalılar'ın yıllardır mücadale ettiği Normandy (eski adıyla Eurogold) bir Tinto girişimi.
src=/resim/b1.gif width=5>



Bir 'ara süreç' dönemi Şahin Bayar Kürdistan Halk Kongresi'nin (KONGRE-GEL) kurumsal başkanı ilan edilen Abdullah Öcalan, kendisine uygulanan tecrite tepki göstermek ve hükümetin Kürt sorununa yaklaşımını protesto etmek amacıyla görüşe çıkmama eylemi başlattı. 7 hafta eylem yapan Öcalan, KADEK'in kendisini feshetmesi, Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in avukatlarla görüşmeyi kabul etmesi gibi gelişmelerin ardından avukatların girişimi üzerine görüşe çıktı. Öcalan'la görüşe giden Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Mahmut Şakar, kendi inisayiflerini kullanarak İmralı'ya gittiklerini belirterek, Öcalan'ın eylemine neden olan koşulların ortadan kalkmadığını ama bu dönemin bir "ara süreç" olarak değerlendirilmesi gerektiğini kaydetti. Öcalan'ın kendilerini, "Hayrola niye geldiniz?" sorusuyla karşıladığını anlatan avukat Şakar, Öcalan'la yaptıkları görüşmeyi ve son gelişmeleri gazetemize değerlendirdi. - Yedi hafta sonra İmralı'ya gittiniz. Koşullarda bir gelişme mi oldu? - Bildiğiniz gibi 24 Eylül 2003'de yaptığımız görüşmede Sayın Öcalan'ın belli bazı talepleri oldu. Bu talepleri yerine gelene kadar görüşe çıkmayacağını söyledi. Bunlar hem Türkiye'de barışa yönelik adımlar atılmasıydı, hemde kendisine yönelik, kendi durumunun düzeltilmesine yönelik taleplerdi. O tarihten bugüne kadar bizde görüşe gitmedik. Bu süre içinde halkın İmralı'ya ilişkin bazı demokratik eylemleri oldu. Bizim de bu dönemde resmi kurumlara yaptığımız bütün başvurulara olumsuz yanıt geldi. Gerek savcılık nezdinde gerekse bakanlık nezdinde... Ama en son geçen cumartesi günü Adalet Bakanlığı'ndan aradılar ve daha önce yaptığımız başvuraya olumlu yanıt vererek görüşmek istediklerini bildirdiler. Bizde bunun üzerine pazartesi günü Adalet Bakanı Cemil Çiçek ile görüştük. Görüşmede Öcalan'ın durumunu ve taleplerini aktardık. Adalet Bakanı da hukuki açıdan yapılması gerekenleri yapacaklarını söyledi. Bütün bunları değerlendirdikten sonra biz avukatlar olarak kendi iniyasifimizi kullanıp gitmek istedik. Tabi Öcalan'ın sağlık durumu da sözkonusu idi. Bu yaklaşımlar üzerine gittik. - Öcalan sizi nasıl karşıladı? İlk gördüğünde tepkisi neydi? Sizi bekliyor muydu? Bizi karşıladığında, "Hayrola niye geldiniz" diye sordu. Ani bir gelişme mi oldu gibisinden yaklaşımı oldu. Görüşe çıkmama eylemini sürdürme eğiliminde olduğunu söyledi. Gerek halkın yaptığı eylemler, gerekse bakanlık ile yaptığımız görüşmenin çok net söz verilmese de olumlu bir havada geçmesi gibi gelişmelere şans tanınması gerektiğini ifade ettik. Böyle bir görüşme yapmak istediğimizi söyledik. Genel olarak bu çerçevede geçti. Ama burada özellikle vurgulamak istediğim birşey var. Kendisinin bütün görüşme boyunca ağırlıklı olarak üzerinde durduğu nokta şuydu; "Benim görüşe çıkmama eylemim, tavrım doğru anlaşılmalı. Hem devlet tarafından hemde halk tarafından. Siyasal sürecin tıkanmasına karşı bir yaklaşımdır benim tutumum. Meclis, hükümet Kürtlerin taleplerini küçümserse, sıradan yaklaşırsa tavrımı daha radikalleştirip, daha sertleştireceğim. Gerekçelerim ortadan kalkmış değil. Ama mademki geldiniz görüşmeyi sürdürebiliriz." - KADEK'in kendisini feshetmesinin ardından KONGRE-GEL'in kurulması, Adalet Bakanı'nın sizi kabul etmesi, hemen ardından hiç sorun çıkarılmadan İmralı'ya gitmeniz... Sizce devlet adım mı atıyor? - Bilmiyorum. Bu şekilde değerlendirmek henüz erken olabilir. Ama son dönemde Öcalan'ın görüşe çıkmama eylemiyle sertleşen halkın tepkisini aşmak için hükümet nezdinde bir eğilim sezdiğimizi kendi adıma söyleyebilirim. Bunun nasıl bir adım olacağı önümüzdeki günlerde göreceğiz. Çünkü hükümetin ayaküstü söylenen sözler dışında KONGRE-GEL'e ilişkin nasıl bir tavır içinde olacağı çok belirgin değil. - Öcalan'ın sağlığı ile ilgili şikayetleri vardı. Şimdi nasıl, şikayetleri sürüyor mu? - Sağlığıyla ilgili şikayetleri sürüyor. Bir iyileşme olmadığı hatta balgam ve tükürüğün daha fazlalaştığını söyledi. Bunu kendisini tedavi için gelen doktorlarla tartıştığını ama bir yorum getiremediklerini ifade etti. - Öcalan'ın görüşe çıkmama eylemi sürecek mi? Önümüzdeki hafta yine görüşe gidecek misiniz? - Önümüzdeki çarşamba da gideceğiz. Şu aşamada bizim de girişimimizle bir ara süreç başladı. Aslında bana göre bu bir başarı. Sayın Öcalan'ın görüşe çıkmamasının arkasındaki nedenler ortadan kalkmış değil. Bu dönemi, sorunların ortadan kalkması için belki de bir ara süreç ya da bir şans olarak değerlendirmek gerekiyor.
src=/resim/b1.gif width=5>



DEP milletvekilleri: Devletin elinde rehiniz Kapatılan DEP'in eski milletvekilleri Leyla Zana, Hatip Dicle, Selim Sadak ve Orhan Doğan'nın yargılandığı davanın yeniden görülmesine devam edildi. Yargılamanın dünkü 9'uncu duruşmasında geçtiğimiz günlerde bir gazetenin "KADEK'e karşı Zana" manşetli haberine göndermede bulunan Milletvekilleri, bu süreçte haksızlık ve hukusuzluğa maruz kaldıklarını belirterek, yargılanmayla birlikte bir statü değişikliğinin olduğunu ve rehin olarak kabul edildiklerini söylediler. Ankara 1 Nolu DGM'de görülen duruşmayı Özgür Parti ve DEHAP başkanlarının yanısıra çok sayıda yabancı elçi ve gözlemci de izledi. İstan
Evrensel'i Takip Et