1 Kasım 2003 22:00

Her şeyiyle yerli ilaç hayali

Bir ulusun yabancı ulusların pazarı olmadan, üretici olarak yaşamak istemesi bir düş mü? Bu düş sağlıkla ilgiliyse kısa sürede gerçekleştirilmeye çalışılmamalı mı? Biliyorum küreselleşmenin yararına inananlar bile bu soruyu "hayır" diye yanıtlayamazlar. Bu günlerde İ.E. Ulagay İlaç Sanayii Türk A.Ş. için Tarih Vakfı bir kitap yayımladı. İ.E.Ulagay İlaç Sanayii Türk A.Ş.'nin öyküsünü Mehmet Altun'ın yönettiği bir ekip araştırmış, Mehmet Altun yazmış, basım yayımı Tarih Vakfı ve İ.E.Ulagay İlaç Sanayii Türk A.Ş. tarafından gerçekleştirilmiş. Kitapta "her şeyiyle yerli" ilaçlar üreten, ilk kez dışardan gelemeyen ilaç ve ham maddelerin eksikliğini yerli yapımlarla kapatan, o güne kadar yalnızca yabancı firmalarca üretilen vitamin ve hormon alanlarında yerli olanaklarla üretime geçen bir firma anlatılıyor. Üniversite klinikleriyle yapılan ortak çalışmalarla doğru üretim ve dozaj saptanması kontrol edilen bir üretim bu. Ayrıca veteriner ilaçları da üretilmiş. Bu olayın mutlu yanı. Mutsuz yanı ise bu firmanın ciroda Türkiye birincisi olduğu 1963 yılında iflasın eşiğine gelmesi. İşin bu yanını Osman Ulagay "Babamın (Nezih Ulagay) iddiası en modern tesislerde en yeni ve en iyi ilacı yapmak ve pazarda en önde olmaktı. Yani Türkiye ilaç pazarında her anlamda bir numara olmak. İşin ticari ve mali yönü maalesef hiç hesaba katılmamıştı." diye özetliyor. İ.E.Ulagay İlaç Sanayii, "işi bilimsel üretimden, imalattan ibaret sanan, kârlılığı düşünmeyen" bir aile şirketiymiş. Bugün Avrupa'nın ve dünyanın önemli ilaç firmalarından Menarini Grup'un altı üretim merkezinden biri. Yabancı ortakların eski adı koruması da, bu adın saygınlığına bağlanıyor. Bu firmanın kurucusu İbrahim Ethem'in (Ulagay) düşleri arasında kuşkusuz böyle bir ayrıntı yoktu. Bu ayrıntı, Türkiye'de ilaç yapan yerli laboratuvar ve fabrikaların sayısı 96, yabancı ilaç fabrikalarının sayısı da 11 olduğu 1959 yılındaki T.C. Türk Eczacıları Birliği Merkez Heyeti'nin raporunda ön görülmektedir. Raporda, yabancı sermayenin bir ülkeye "varolan sanayiin karşılayamadığı gereksinimleri karşılamak, hammadde sağlamak ve ülkenin döviz harcamasını azaltmak" için gelebileceği anlatılarak, Türkiye'de durumun bu olmadığının altı çiziliyor: Yabancı sermaye yerli fabrikaların yaptığı ilaçları yapmakla yetiniyor, ham madde için de tesis kurmuyor. Rapora göre durum yerli ilaç sanayi için tehdit oluşturuyor. Gerekli önlem alınmazsa bir süre sonra yerli ilaç sanayii ya sindirilecek ya da ortadan kaldırılacak, sonra da ülkede yabancı ilaç tekelleri egemen olacaktır. Raporu "Eczacılık Tarihi" adlı kitabında aktaran Eczacı ve Kimyager Naşid Baylav, aynı konunun 1952 ve 1967'de Türkiye Tıbbi Müstahzar Sanayii ve Laboratuvarları Derneğince de dile getirildiğini bildiriyor. Broşürün göreve çağırdığı sağlık bakanlığı olayın üstüne gitmedi. Sonuçta yerli sanayiiden yana olanların korktukları gerçekleşti. Artık çoğumuzun kutularındaki " İ.E." harfleriyle tanıdığı ilaç fabrikasının geçmişine ve kurucusunun kimliğine bir göz atabiliriz.

"Bilim istibdata karşıdır" İbrahim Ethem (1880-1943) Rusya'dan sürülmüş Çerkez sürgünlerden bir anababanın çocuğudur. İstanbul doğumludur. Özel bir ilkokulda başladığı eğitimi Askeri Tıbbiye İdadisi'nde sürdürdü. Bu okul onun kişiliğine önemli etkilerde bulunmuş olmalı. Çünkü okul 2. Abdülhamit yönetimine karşı olan İttihat ve Terakki'nin kalesi durumundadır:"Her öğrenci okula hürriyet andı içerek başlar; yoklamalarda tüm zorlamalara rağmen zabitler öğrencilere 'Padişahım çok yaşa !' dedirtemezler; geceleri pencereden yasak gazeteler iple yukarı çekilip gizli gizli okunur; talebeler harçlıklarından biriktirdikleri paraları toplayıp hürriyet mücadelesi için Avrupa'ya yollarlardı." İbrahim Ethem'in bu okulda bütün baskılardan uzak olduğunu düşünmek bir düş olur, öğrencilerden pek çoğu sürgüne gönderiliyordu. İbrahim Ethem, Tıbbiyeyi Şahaneyi Kasım 1903'te okul ikincisi olarak, yüzbaşı rütbesiyle bitirdi. Dönem arkadaşlarından Mazhar Osman, onun staj yaptığı Gülhane hastanesi labrotuvarında şefi Alman doktor Deycke Paşa ile başarılı bir ikili olduklarını anlatır. İbrahim Ethem stajın sonunda kimyager sanını da alır. Evindeki küçük bir el sanatları atölyesi de 1. Dünya Savaşı yıllarında cam borulardan çengelli serum şişesi yapmasını sağlayacaktır.

Meşrutiyet Bir Başlangıçtır 1908'de ilan edilen Meşrutiyet, sanayiinin ulusallaştırılmasını gündeme getirdi. Kimyager Dr. İbrahim Ethem Bahriye Hastanesi laboratuvarı yanında evindeki laboratuvarında da çalışıyordu. Haseki Hastanesi'ne de bir laboratuvar kurması istendi. Genç adamın görevlerinden biri de Darülfünun Tıp Fakültesi laboratuvar şefliğine getirilmesidir. Ancak düzensizlikler yüzünden bir süre sonra fakülteden ayrılanlar arasında yer alır. İbrahim Ethem bir süre sonra belediye ve Darphane için laboratuvar kuracaktır. Özel labratuvarına tahlil gönderen eczane için ilaç da yaptığı sanılıyor. Bu dönemde İbrahim Ethem için evlilik gibi güzel olayların yanında evinin ve laboratuvarının yanışı gibi yıkımların yaşandığı bir süreç. Sırada 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı yıllarının zorlukları içinde ordu sağlık gereksinimlerinin sağlanışı da var.

Cumhuriyet Heyecanı Cumhuriyet , İbrahim Ethem'in düşlerini gerçekleştirecek bir dönemdir. Devlet girişimciler için olanaklar tanır, yasalar çıkarır. Askerlikle ilişkisi kimi karışıklıklar yüzünden istifa da etmeden kesilen İbrahim Ethem, hayata geçmiştir. Laboratuvarını genişletirek adını kimyaevi koyar. Tanınmış ilaç üreticileriyle birlikte hammaddelerin üretimi ve ilaç yapımında kullanılan maddelerin saflığını sağlayacak Türkiye Eczacıları Laboratuvarları A.Ş.'yi kurar. Yaşamı hızlanmıştır. Bilimsel toplantılar birbirini izler, bir gün yorgunluktan Mustafa Kemal'in karşısında uyuyakalacaktır. İbrahim Ethem'in kurduğu fabrika dört oğlunun yönetimine geçecek, yerli hammaddeyle savaş yıllarının yokluklarına karşı koyacaktır. Bu yerli yapım ilaçlarla ilgili bir de fıkra gibi olay var. Necdet Pulhan'ın anlattığına göre koyunlardaki kelebek hastalığına karşı kullanılan ilaç el ile yapılan kapsüllere doldurulup, kapandığı belli olsun diye kırmızı jelatin eriği ile kapatılırmış. Kapsülleri makine ile doldurup kapatan makineler getirtilince ilacın satışı düşmüş. Kapsüllerde kırmızı noktayı görmeyen besiciler bu ilacın sahte olduğuna inanıp almamaya başlamışlar. Sonunda kapsüllere fırçayla kırmızı benek konmuş. Bu öykü bir ilaç fabrikasının tarihi ya da öyküsü değil yalnızca, hem Türkiye'nin, hem de dışa bağımlı olmayan sağlık düşünün öyküsü...

Evrensel'i Takip Et