24 Temmuz 1999 21:00
Yaşam, acı, ölüm ve Hemingway
Jens Bjørneboe
Ernest Hemingway'in yapıtlarında belli temalar öyle bir sıklık ve şiddetle yinelenir ki, bunları özel olarak incelemek doğaldır.
Kahraman, yaralanmış. Kendi dışında, ya da bazı durumlarda içinde, şiddet ve suiistimal izleri bırakıyor. Mücadelesinin amacı korkuyu fethetmek; eski deneyimlerle bağlantılı olan bu korku, ölüm ya da yaşam korkusu olarak ortaya çıkıyor. Korkunun iki zıt biçimi bunlar, ama özünde aynılar. Yaşam ölümle sona erdiğinden, yani ölüm, yaşamın ayrılmaz bir parçası olduğundan, yaşamı, ölümü yaşam olarak görmeden kabullenmek düşünülemez. Yaşam ölümü içerir.
Aynı ilişki, acı için de geçerlidir. Ölümü sevinçle karşılamayan için yaşamdan duyulan zevk, zavallıcadır. Hemingway'in kahramanı çıplak koşulların tam ortasında; insanoğlunun maskesini çıkardığı yerde. Yaşam, acı ve ölüm. Sadece birini isteyemezsiniz. Acı ve ölüm öyle baskındır ki, eğer yaşam sürecekse, birer değer olarak görülmelidirler. Hemingway'in dünyasında, ölüm çocuklukla birlikte başlar; tıpkı "Kızılderili Kampı" adlı kısa öyküde, eşi bulunmaz bir ustalıkla anlatıldığı gibi. Bu öyküde, Nick adlı çocuğun doktor olan babası, anestezi olmadığı halde bir kızılderili kadına sezaryen uygulamaktadır. Elinde sadece bir çakı ve yarayı dikmek için misina vardır. Nick de babasının yanındadır. Kadının kocası, operasyon sırasında üst ranzadadır; yün bir battaniyeyi kafasına kadar çekmiş, acı içinde beklemektedir. Battaniyeyi kaldırdıklarında, adamın kendi boğazını kesmiş olduğunu görürler. Jilet, battaniyenin üzerindedir.
"Nick'i dışarı çıkar" der baba.
Burada Nick yaşamla tanışır. Daha sonra babasına üç soru sorar:
Bebek doğurmak hep bu kadar acı mı verir?
Çok insan kendini öldürür mü?
Ölüm acı verir mi?
Hemingway'in uzun yaşamöyküsü tam burada başlar; insan olmak böyle birşeydir işte. Öykünün kahramanı Nick, yarasını almıştır. Çok korkmaktadır ve sonraki deneyimlerinin tümü de, aynı temanın tekrar ve çeşitlemelerinden ibarettir. Nick, dünya üzerinde bir insan olmanın ne demek olduğunu öğrenmiştir; operasyonun ardından babasıyla birlikte kızılderili çadırından çıkan çocuk, artık yaralıdır:
Çok insan kendini öldürür mü?
Ölüm acı verir mi?
Bazı edebiyat eleştirmenlerinde, Hemingway kahramanının -dolayısıyla yazarın kendisinin- düşünmekten aciz, sadece içki, fahişeler ve kana ilgi duyan yarı-embesil bir alt-insan olduğuna dair geleneksel bir kanı vardır. Tam bir aptal kahraman. Oysa bu değerlendirmeden daha aptalca hiçbir şey olamaz. Hemingway'in edebiyat üzerine yazdıklarından bir kısmı, bu görüşü çürütmektedir çünkü onlar, edebiyat hakkında bugüne dek yazılan en akıllıca şeylerden biridir.
Ölüm acı verir mi? Elbette.
Çok insan kendini öldürür mü? Evet, çoğu.
O zaman yaşam da acı veriyor olmalı. Evet, yaşam acı verir.
Hemingway dünyaya geldi ve başlangıçta, tüm görüş alanı acımasızlık, şiddet ve acıyla doldu. Bunların, Hemingway için ana tema olması anlaşılır birşeydir. Ama bir süre sonra yeni bir tema eklenir: Kişi ayakta kalabilmek için ne yapar? Hemingway 14-15 yaşlarındayken babası kendini öldürdü. Ama babasından iki şey öğrenmişti: Avlanmak ve balık tutmak.
"Afrika'nın Yeşil Tepeleri"nde, kendisine sorar: Neden bu kadar çok avlandım, neden bu kadar çok öldürdüm? Yazarın durmadan hayvan öldürmesi doğru birşey değildi elbette. Ama, diyor Hemingway, eğer bu kadar çok hayvan öldürmeseydim kendimi öldürürdüm herhalde.
Aynı kitapta, konuya bir başka açıdan yaklaşır. Kolunun kırılıp açılmasından ve iltihaplanıp kangrenleşmesinden sonra, bir hastanede beş hafta boyunca gözünü kırpmadan yatar. "Acıyla baş başa" olduğu gecelerde, yaralı bir hayvanın, eğer avcısından kaçabildiyse, neler hissettiğini anlamaya başlar. Bütün gece derin düşüncelere dalar ve kafasında olayın nasıl geliştiğini kurar; kurşunun ete girmesi, omuz kemiğini kırması ve son. Kendi deyişiyle "biraz çatlak" olduğu için, başına gelenlerin, tüm avcıların yaptıkları karşılığında verilen bir ceza olduğunu düşünür. İyileştiğinde, çektiği acının gerçekten bir ceza olduğuna emindir. Bu nedenle, en azından gelecekte, avlandığı sırada, eyleminin ne anlama geldiğini artık kesin olarak bileceğini düşünür. Ve temiz, tek kurşunluk bir öldürüm gerçekleştiremeyecek kadar yaşlandığı zaman avı bırakmaya söz verir.
Aslında bu, Hemingway'in yaşama yönelik en büyük şikayetinden başka birşey değildir: Biz, "temiz" bir şekilde öldürülmeyiz. Yazarın savaş deneyimleri, Ölülerin Doğal Tarihi adlı kitabında toplanmıştır. 20. yüzyılın kıyametine yönelik en ürpertici katkılardan biri olan bu yapıt, aynı zamanda Nick'in kızılderili kampındaki deneyiminin yoğunlaştırılmış halidir. Çünkü Hemingway için savaş, gerçek insan durumu ve sınırlarının özetinden ibarettir. Orada yaşam daha dürüsttür; çünkü maskesini çıkarıp atmıştır.