14 Haziran 2015 04:45

AKP: Himmet, fıtrat ve çöküş

'Durmak yok, yola devam' sloganı, bir hizmet vaadi olmaktan çıkıp, ‘eyvah çığlığı’na dönüşmüş durumda çoktan: Durdukları an devrilecek kadar kontrolsüzler çünkü artık… 7 Haziran’dan zaferle çıkan demokrasi güçlerinin elinde ise eskisinden daha ümit verici bir slogan var: 'Bu daha başlangıç…'

Paylaş

Hakkı ÖZDAL

7 Haziran, Türkiye’nin demokrasi güçleri için oldukça ‘bereketli’ bir ay olan haziranın almanağına altın harflerle yazılan bir gün ekledi. HDP, tüm seçim kampanyasına yayılmış fiili-fiziki saldırılar ve hormonlu bir ‘medya’ gücüyle yürütülen iftira-karalama kampanyalarına; devletin bütün kurumlarıyla kuşanmış, kamunun tüm olanaklarıyla ‘silahlanmış’ parti-devletin bir linç iklimindeki propagandasına rağmen, seçim barajını yıktı. Başta Kürt halkı olmak üzere, ülkenin ezilen hemen tüm unsurlarının temsil olanağı bulduğu bir geniş cephe olarak HDP’nin elde ettiği bu başarı, 7 Haziran’ı, zaten ezelden beri çok güdük olan demokratik temsilin kalan son tortularını da tasfiye etmenin miladı olarak gören AKP’yi iktidardan düşürmekle kalmadı; Türkiye egemen sınıfları açısından bir ‘hükümet krizi’nin de doğmasına da yol açtı. 10 yılı aşkın süredir ‘dinci klik’ tarafından domine edilen Türk burjuva siyasal sistemi, kendisi de bir bakıma koalisyon olan, sabıkası kabarık bir rejimin ayakta kalma çabasıyla, sistemin sahiplerinin ‘arabayı yürütecek’ bir koalisyon arayışlarının arasında ümitsiz bir görüntü veriyor şimdi.

Belki tekrar etmeye bile gerek yok: AKP ve birçok bakımdan şahsında cisimleştiği ‘reisi’ Erdoğan, Haziran 2013’teki Gezi direnişinden başlayarak toplumsal meşruiyetini hızla yitirdi. Ve yine tekrarlamaya gerek yok ki Gezi bir birikimin taşmasıydı.

2002 sonunda, seçim sisteminin cilvesiyle, oyların üçte birini parlamentonun üçte ikisini kazanan ‘neo-muhafazakar’ giysili ve ‘gömlek tövbeli’ AKP, adaletsizce ele geçirdiği yasama gücünün etkinliği nedeniyle kısa sürede küresel kapitalizmin ‘gözdesi’ haline geldi. Bu konuda kendi iştahlı gönüllülüğü onu Ortadoğu’da kanlı bir oyuna hazırlanmakta olan ABD ve NATO başta olmak üzere Batılı güçler için kullanışlı bir partner haline getiriyordu. Gelişmekte olan ülkelere dayatılan neoliberal politikalara dönük restorasyona zaten Kemal Derviş hükümetiyle başlamış bulunan sistemi üstlendiler. Türkiye gibi ülkelere biçilen ve “liberal sosyal devlet” olarak da adlandırılan rolü, İslamcı genleriyle çok uyumlu olan bu ‘ucube’yi, gönül rahatlığı ve el çabukluğuyla kavrayıp ihya ettiler. Küresel kapitalist sisteme entegre ve bağımlı olması, yatırım ve sermaye hareketlerinin özgürlüğü anlamında “liberal”; gelir adaleti ve örgütlenmeden mahrum en yoksul kesimlerin ‘artıklarla’ sağlanan bir yardım döngüsüyle ‘razı' edilmesi anlamında ‘sosyal’ bir devlet!

HİMMET, NİYAZ, FITRAT VE İTAAT

İslamcı kast sisteminin taşıyıcı kolonlarından ‘himmet’ anlayışıyla son derece uyumlu olan bu ‘sosyal’ gömlekle, ülke içi siyasal gerilimde ihtiyaç duydukları meşruiyete (iç ve dış) zemin sağlayan o ‘liberal’ gömleği bir ‘bayram kostümü’ gibi üstlerine geçirip koltuklara dizildiler.

12 Eylül silindiri altında ezilmiş, yaygın ve nitelikli eğitim olanaklarından ve gelecek umutlarından mahrum, yoksul ve örgütsüz halk kitleleri üzerinde bu ‘himmet’ ağıyla hegemonik bir siyasal etki kurup, buna yönelik eleştirileri “halkı küçümseyen makarna-kömür muhabbeti” diye itibarsızlaştıran ‘neo-muhafazakar’ sağcı iktidar, ekonominin üzerine çöreklendi. Gelir dağılımında büyüyen uçurum, işsizlik, çalışma yaşamında kural haline getirilen sendikasızlaştırma ve taşeronluk, bir süre sonra kendi ağızlarıyla itiraf edecekleri şekilde, emekçiler için 19. yüzyıl vahşiliğiyle yürütülen maden, enerji ve inşaat yatırımları… Tüm bunların dolaysız sonucu olarak ortaya çıkan katliam ölçeğindeki iş cinayetleri… Emeğin haklarını tanımayan ve emekçilerle ilişkisini bir 'niyaz' düzleminde kuran otoriter devlet örgütlenmesi…

Hukukun ve en temel demokratik hakların dahi derdest edildiği bir siyaset ve yargı düzeni…

Komşuların evini yakıp kendi dar çıkarlarını genişletmeyi uman ve uluslararası aktörlerin kışkırtmalarıyla giriştiği maceralarda bile, kof bir özgüven ve hayalperest ‘stratejik sığlık’tan kaynaklanan körlüklerin yön verdiği dış politika…

Kadın hakları, modern yaşamın gereklilikleri, genç kuşakların eğitimi, laiklik, kentleşme gibi konularda İslamcı köklerin beslediği gerici politikalar…

AKP’NİN ÇÖZÜLÜŞÜ: GEZİ, 17-25, SOMA…

Burada sınırlı olarak sayılabilen bu uygulamaların yarattığı huzursuzluk ve öfkeyi örgütleyerek yurt çapında bir itiraza dönüşen Gezi isyanı, Erdoğan ve artık onun tek adamlığıyla özdeşleşmiş olan AKP’nin cilalarını sökerek siyasal olarak komaya soktu ve bir yaşayan ölüye çevirdi.

Ardından, bir çıkar örgütüne dönüşmüş iktidar mekanizmasının yolsuzluklarının (sadece bir bölümünün) açığa çıktığı 17-25 Aralık operasyonlarıyla 10 yıllık şahsi zenginleşme gözler önüne serildi. Bu suçüstü durumuna karşı savunma refleksi olarak, mevcut güdük haliyle bile devlet sistemi ve hukuk tamamen terk edildi ve Türkiye yaklaşık 1 buçuk yıldır süren -7 Haziran’da tüm meşruiyetini yitiren- bir yola girdi.

Çokça eleştirdiği ve kendisini karşısında kurduğu ‘eski Türkiye’nin “sınıfsız, kaynaşmış ulus” paradigmasına karşı kendi “sınıfsız, kaynaşmış ümmet” paradigmasını diken, teorik düzlemde dahi ‘sınıflar’ı tanımayan, emeği bir hak sahibi olarak görmeyen; köylerden ve toprak üretiminden kopararak kentlere, madencilik, inşaat ve hizmet sektörlerinin vahşi işliklerine doldurduğu işçilere, yardımlarla yaşama tutunma karşılığında siyaset dışı oy robotları görevi buyuran yeni İslami burjuvazinin yaldızı da Soma’da kazındı. Soma katliamı, insan pahasına kalkınmaya odaklanan yönetici sınıfın -bizzat siyasal temsilcisinin ağzıyla cinayet mahallinde itiraf ettiği gibi- birer 19. yüzyıl kapitalisti olduğunu açığa çıkardı.

Bu üç büyük sarsıntının yarattığı tahribat, Kürt sorunun çözümü konusunda baştan beri süregelen ikiyüzlülüğün de sürdürülemez hale gelmesi ve Kürt özgürlük hareketinin halkın en geniş kesimlerini örgütlemesiyle birlikte çöküşü başlattı. Toplumun en alt katmanları ve etnik, dini, cinsel her türden ayrımcılığa maruz kalmış kesimlerini, aydınları, gençleri örgütleyen ve gün geçtikçe büyüyen bir kartopu olarak HDP, karşısına çıkarılan tüm handikaplara rağmen, artık devletin bizzat kendisi olmuş bu İslamcı burjuva klik iktidarının kullandığı mekanizmayı yıktı. Bunu kıstırılmış bir vahşi hayvanınkine benzer içgüdülerle önceden sezen ve tüm propaganda aygıtını ‘4. Parti’ HDP’nin üzerine kuran Reis ve partisi ve devleti yıkımı engelleyemedi.

DURMAK YOK, ÇÖZÜLÜŞE DEVAM

7 Haziran gecesi yaşadıkları şokun ardından AKP ve yandaşlarının bu seçim sonuçlarını anlamaktan uzak olduğu görülüyor. Yenilgiyi, “kumpas, yedi düvel, baronlar, Doğan Grubu, paraleller, Kandil, Nişantaşı, sosyete, ırgatlar” gibi kavramları kullanarak inkar etmeye çalışırken, aynı kavramlarla yürütülmüş bir kampanyadan yenilgiyle çıktıkları basit gerçeğini göremeyecek kadar da çaresizler.

Elbette bu, yeniden oyun kurmayacakları ve ağır suç dosyalarının altında ezilecekleri ‘iktidarsız’ bir döneme düşmemek için direnmeyecekleri anlamına gelmiyor. 7 Haziran bozgununun hemen ardından başta Diyarbakır olmak üzere çeşitli yerlerde giriştikleri ‘eski model’ provokasyonlar; hükümet krizinin sermaye sınıfı üzerinde yarattığı tedirginliği kaşıyan ‘koalisyon’ ve ‘erken seçim’ hamleleri bunun kanıtı. “Durmak yok yola devam” sloganı, bir hizmet vaadi olmaktan çıkıp, ‘eyvah çığlığı’na dönüşmüş durumda çoktan: Durdukları an devrilecek kadar kontrolsüzler çünkü artık… 7 Haziran’dan zaferle çıkan demokrasi güçlerinin elinde ise eskisinden daha ümit verici bir slogan var: “Bu daha başlangıç…”

ÖNCEKİ HABER

Restorasyonun restorasyonuna giriş...

SONRAKİ HABER

Metal işçileri dedelerinin izinde!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...