31 Mayıs 2015 04:16

Diyanet uçağının kargosunda ne var?

Başkanlığın ve dini liderliğin kurumsal olarak birleşmesiyle devletin dinsel karakteri üzerine yıllardır beslenen özlemin nasıl gerçekleşeceğine de bir yol bulunmuş oluyor. ‘Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin hilafeti, herhalde dandik IŞİD devletininki gibi olmayacaktır! Hiç mi Vatikan’a bakmıyorsunuz? Ondan geri kalmamız mümkün mü?

Paylaş

Aydın ÇUBUKÇU

Birbiri ardına pek çok yanlış ve çarpıtma aynı konu üzerinde bir araya gelince, söylenenle söylenmek istenen arasında büyük bir farklılık, hatta karşıtlık olduğundan kuşku duyulamaz. Laf kalabalığı, sözün saklanması için iyi bir ortamdır.

R.T. Erdoğan, Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili tartışma sırasında, sürpriz makam arabasını savunurken, bir de özel uçak tahsisinden söz etti ve bu arada, pek çok yeni tartışmaya kapı açan yeni tanımlar yaptı. Başkan’ın arabaya ve uçağa neden lâyık olduğunu bize anlatabilmek için, makamın önemine hatta yüceliğine dair abartılı cümleler kurdu.

Orası, “tüm Müslümanların itibar makamıdır” dedi.

Diyanet İşleri Başkanı “bizim dinî liderimizdir” dedi.

“Bir zahmet Vatikan’a baksınlar, Hıristiyan âleminin liderinin özel uçağı da var, zırhlı arabası da! Bizim neden olmasın!” dedi.
Farklı çevrelerden farklı yorumlar ve cevaplar aldı. Yandaş medya bile bu sözleri savunmakta çok zorlandı.

Cumhurbaşkanlığı, resmen açıklama yaparak sözlere açıklık getirmeye çalıştı. Dendi ki; “Cumhurbaşkanımızın söylediği Diyanet İşleri Başkanlığı makamına özel uçak kullanma imkânının sağlanmasının isabetli olacağını vurgulamaktan ibarettir.”
Muhalefet, Papa’nın özel uçağı olup olmadığı, zırhlı arabaya binip binmediği noktasına yoğunlaştı. Çünkü seçim fırtınası devam ederken, önemli olan Erdoğan’ın “yalan yanlış” konuştuğunu teşhir etmekti. Meselenin esasına iki kişi değindi. Birbirini tamamlayan ama ayrı ayrı dile getirilen ve asıl niyeti açığa çıkaran sözler toz duman içinde kayboldu.

MESELENİN ESASI

CHP İstanbul milletvekili adayı Eren Erdem,  “Erdoğan’ın halifelik hayalini Mehmet Görmez üzerinden şekillendirmeye çalıştığını görüyoruz” dedi. Ve CHP Milletvekili Aykan Erdemir, “Diyanet’in otoriter rejimin yeni müttefiki olarak partizan siyasete çekilme çabası Erdoğan’ın…Diyanet üzerinden ruhban sınıfı inşa etme çabasıdır” dedi.

Bütün işaretler ve gidişat, gündemdeki başkanlık rejiminin muhtevası ve yapısı hakkında, yaygın endişeden daha vahiminin hayal edilmekte olduğunu gösteriyor. Diyanet’in ve Başkanlığın böylesine yüceltilmesi, Erdoğan’ın bölgede ve ülke içinde hayal ettiği yönetim tarzının tümüyle din ve devlet kavramlarına yüklediği “derin” anlamla ilişkili olduğunu bu kadar açık gösteren başka bir örnek şimdiye kadar çıkmamıştı.

İmam Gazali ve Nizam-ül Mülk adlarının sıkça siyasi dayanak yapılmasından işkillenmiştik, ama bunun basit bir “sağcı söylem” gereği olmayıp, devlet ve toplum düzeni hakkında geliştirilen tasavvurların ifadesi olduğunu bu kadar çıplak görememiştik.

Özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Vatikan’la kıyaslanması, Başkan’dan “bizim dinî liderimiz” olarak söz edilmesi, Erdem ve Erdemir’in yorumlarını doğruluyor. Erdoğan’ın hayalindeki başkanlık, dinsel anlamda da bir başkanlıktır. Böylece, IŞİD liderinin kendisini halife ilan etmesine gösterilen şiddetli tepkinin aslında bir rekabet haykırışı olduğun da görmüş oluyoruz.

O kim ki, biz var iken halife ola!

Başkanlığın ve dini liderliğin kurumsal olarak birleşmesiyle devletin dinsel karakteri üzerine yıllardır beslenen özlemin nasıl gerçekleşeceğine de bir yol bulunmuş oluyor. “Modern Türkiye Cumhuriyeti”nin hilafeti, herhalde dandik IŞİD devletininki gibi olmayacaktır! Hiç mi Vatikan’a bakmıyorsunuz? Ondan geri kalmamız mümkün mü?

Dinî liderlik gibi bir kavramın, İslamiyet’e aykırı olduğunu söyleyerek buna muhalefet eden ilahiyatçılar, şimdi mevcut yapının yalnızca “doğrudan büyük Başkan’a bağlı” hale getirilerek korunacağı cevabını alacaklardır.

Papa aynı zamanda bir devlet başkanı ise, bizimki de doğrudan Başkan’a bağlı bir kurum olarak onun işlevlerini üstlenecektir. Vatikan nasıl dünya çapında otoriteyse,  Diyanet İşleri Başkanlığı da, öylesine bir yetki iddiasıyla ortaya çıkacaktır. Sadece kamu hizmeti sunmak için yapılandırılmış olmasına gerekli yasa değişiklikleriyle son verilmesi hiç zor değildir.

Bütün sorun, bunun diğer ülkelerin Müslümanlarına nasıl kabul ettirileceğindedir. Bu da,Davutoğlu diplomasisine yeni ve devasa görevler çıkacağı anlamına geliyor. Halledilemeyecek mesele değil!

Sonuç olarak, seçimlerde AKP’nin Erdoğan’ın sabahlara kadar gözünü kırpmadan beklediği başarıyı elde etmesi halinde, yalnızca bizim değil, bütün dünya Müslümanlarının yepyeni ve hayli müşkül bir dertleri daha olacağını bir de bu vesileyle görmüş oluyoruz.

Demek ki mesele “uçak, Mercedes falan meselesi” olmanın çok ötesindedir. Uçağın yükü ağır ve bu yük, silah yüklü TIR’ların yükünden daha tehlikeli. Kargo bölümünde, yarı-Vatikanvari bir güzel İslam Devlet Başkanı var!

Öyleyse, HDP’nin Diyanet hakkındaki öngörüleri ve programının herkes için demokrasi özlemiyle ne kadar uyumlu ve zorunlu olduğunu bir kez daha görelim. Barajın yıkılmasını, olağanüstü bir temizlik ve demokrasi yolunda atılmış büyük bir adım fırsatı olarak görmemize de bir gerekçe daha ekleyelim.

ÖNCEKİ HABER

Gezi’deki canlar: Yitirdiklerimiz ve umutlarımız

SONRAKİ HABER

Gezi’den seçime ve Gezi’nin ötesine

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...