17 Mayıs 2015 04:45

‘Çiçekle bezeli bahçe’de ne değişti?

Paylaş

Erdi TÜTMEZ

“Mahsuni Şerif’im gayri gam yemem
ondan ötesini kimseye demem
ufak vücuduma kefen istemem
varsa insanlıkla sararlar beni...” 
demişti Mahsuni Şerif. Ve 17 Mayıs 2002’de aramızdan ayrılmıştı. O dünyayı “bin bir çiçekle bezeli bir bahçe” olarak görmüştü ve bir sabah veda etmişti...
Hayatını kaybettiği ‘gurbet elde’, Almanya’nın Köln kentinde ‘Çiçekle bezeli bahçe’ye veda ediyordu...
Alçakgönüllüydü...
Halk ozanlığının en büyük temsilcisi olarak gösteriliyordu hayatını kaybettiğinde...
Ama bu ‘alçakgönüllü halk ozanı’ bunu da kibarca reddediyordu...
Hep halkın içinde yaşayıp, halkın içinde olmuştu. Halkın acısı da, mutluluğu da ondaydı. 
Kimi zaman ‘deli divane bir aşık’ olarak görüldü bu ‘çiçek bahçesi’nde, “Mervan elinde parelenmiştir/berbat halde”dir. “İşte gidiyorum çeşmi siyahım/Önümüze dağlar sıralansa da/Sermayem derdimdir servetim ahım/Karardıkça bahtım karalansa da” diyordu.
Kimi zaman da halkı fakir bırakıp da servetlerine servet katanlara ‘Yuhh’ çekerken gösteriyordu kendini...
Kimi zaman da Amerika’nın bu topraklardan elini eteğini çekmesini isterken ‘Amerika katil’ derken görüyorduk onu...
Kiminde emekçilerin sırtına basa basa yükselenlere karşı öfkesini dile getiriyordu; emekçiye de ‘gün ışığının’ yolunu gösteriyordu.
‘Yoksulun sırtından doyanlara’ karşı ‘kuru soğana muhtaç edilenlerin’ hikayelerini kendine dert ediniyordu.
Çeşitli çevreler onu, yalnızca Alevi vatandaşlara hitap ettiğini, Alevilerin yüzyıllar boyu bu topraklarda yaşadığı acıları dile getirdiğini göstermeye de çalıştı. 
Ancak sadece bu muydu? Elbette değildi...
O sıcak bir yaz gününde, sırtlarına küçücük çocukları alıp; ekmek parası için yollara düşen mevsimlik işçilerin de sesiydi. O madenlerde ‘güneşe hasret’; her gün ölüm korkusuyla yerin altına inen madencinin de sesiydi. 
O, Anadolu’nun en ücra yerlerinde bin bir sıkıntıyla yaşayan kamu emekçisinin de sesi olmuştu, üniversiteli gencin de... 
Mahsuni Şerif Kürt ve Türk halklarının da kardeş olmasını hep istemişti. 
Kürtçe bilmediğini bir açıklamasında belirten Mahsuni, ‘Bizler bir elmanın iki yarısıyız. Ben Kürtlerin içinde doğup büyüyen bir insanım. Savaşın ve birçok katliamın ağır tahribatlarını yaşadım... Akan kanın durması için, halkın bir ozanı olarak üzerime ne düşüyorsa yaparım’ demişti.
Bundandır ki ‘hâlâ yaşayan’ bir halk ozanı olmuştur. 
 

GÜL, BÜLBÜL, ÇİÇEK...
Ders kitaplarında klasikleşmiş ozan tanımı vardır. Halk şairi; “İçinde yaşadığı toplumun düşünen beyni, duyan yüreği, işiten kulağı, gören gözü, söyleyen dilidir.” İnsanın acılarını da yaşayan, onunla da mutlu olandır.  
Halk ozanları tarihin neresinde yaşamış olursa olsun toplumun saygısını kazanmış, fakat çarpıklıkları eleştirdiği için devlet tarafından hor görülmüştür.  
Kimi zaman da vahşice cezalandırılmışlardır. Abdal, Nesimî, Pîr Sultan Abdal... Ölümle cezalandırılmış ozanlarımız da vardır.  
Kendisinden önceki ozanlardan farklı bir yol izlediğini de Mahsuni şöyle anlatır:  “Halk şiiri geleneğinin gül, bülbül ve çiçek edebiyatı artık halkı tatmin etmiyor. İlk amacım, bugüne kadar süregelen bu kalıpları yıkmak oldu. Olaylardan ve halk yaşamından aldığım gerçekleri konu olarak işledim.” (Asım Bezirci; Türk Halk Şiiri, İstanbul 1993, C. II, s. 330).
Çünkü, gül, bülbül ve çiçek edebiyatı artık halkı mutlu etmiyordu. Çünkü bu topraklarda hep yoksulluk, savaş, sömürü vardı...  
Onun görevi, halkın sıkıntılarını yansıtmaktı. Bunun için halk onu bağrına bastı. Bu özellikleri onu birçok ozandan ayırdı...

‘ERİM ERİM ERİYESİN...’
Bunları yazdı, yaptı. Başı da dertten kurtulmadı.
Askeri darbeden sonra kurulan Nihat Erim hükümetinin Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına kıymasına dayanamayıp ‘Erim Erim Eriyesin’ türküsünü yazmasından dolayı alelacele  tutuklanıp dört ay cezaya çarptırıldı. 
Ardından tahliye edildi, yeniden tutuklandı. 1972’de Antep’deki evi kundaklandı. Bu kundaklama olayında Mahsuni’nin ödüllerinin ve çok sayıda eserinin yandığı söylenir. 
Mahsuni’nin yaşananlara isyanı daha da büyür: “Köşkün sarayın yıkılsın/erim erim eriyesin/umudun suya dökülsün/erim erim eriyesin/çölden çöle sürünesin/erim erim eriyesin/sürüm sürüm sürünesin.”  Yine 1973’te halkı ‘suça teşvik’ etmekten tutuklanır. Ankara’da Sıkıyönetim Mahkemesinde yargılanır.
1962-1988 sürecinde defalarca saldırıya uğrar, evi yakılır, mahkemelik olur, tutuklanır, hapse atılır, dövülür, dişleri sökülür. 
2001’de, “Elhamdülüllah kızılbaşım ve laikim. Ben değil yedi sülalem kızılbaştır. Bir suç varsa oda dedemdedir!” dediği için, DGM tarafından dava açılır, öldüğünde ise hâlâ dava sonuçlanmamıştır...

ÇOK MU ŞEY DEĞİŞTİ?
Peki Mahsuni’nin vedasının ardından çok mu şey değişti?
Sansürler, sanatçıların mitinglerde yuhalatılması, hedef gösterilmesi...
Devletin sadece ‘kendi sanatına’ pay ayırması ve ‘diğerlerini’ yok sayması...
Hâlâ açlık-yoksulluk içinde yaşayan milyonlar...
Hâlâ devletin resmi ideolojisinin dayatılması; kendilerinden olmayanların hor görülmesi...
Mahsuni’nin isyan ettiği olaylar güncelliğini korumaya devam ediyor.
***
Mahzuni’nin eserleriyle  ‘insanlığın haklılık kavgasına’ olan yararını tartışmaya açmaya bu sayfalar yetmez. Ancak patron sınıfından değil, milyonlarca işçi ve emekçiden, hor görülen kimsesizlerden; inançları nedeniyle ezilmişlerden yana olmuş bir ozanın hakkını vermek gerekiyor. 
Onun ayağına “Cennet de kiralansa, bülbül gibi tek öteceği yer viran bağlar”dı...
Bir toplumun kültürel birikiminden ileriye miras kalacaksa; Mahsuni’nin aşktan, dostluktan ve haksızlığa karşı dik duruşundan elbette ki bir parça da mutlaka bulunacaktır...
Saygıyla...

ÖNCEKİ HABER

ABD'deki Türkiyeliler oy vermek için sandıklara gidiyor

SONRAKİ HABER

Karanfil ne demekti?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...