15 Nisan 2015 12:58

Hepimiz birbirimize benzeriz

“Benim hayatım aslında binlerce genç işçinin hayatıyla aynı”

Paylaş

Ömer Batın Gül
Esenyalı Gençlik Kültür Evi
İstanbul

Ülkemizde işçilerin uzun yıllar mücadele ederek kazandığı haklar, 12 yıllık AKP hükümetinin politikaları ile birlikte günden güne eriyor. Öte yandan Türkiye’nin çeşitli yerlerinde işçi eylemleri, sendikal hareketler, grevler de patlak veriyor. Ve bütün bu hak alma mücadelelerinde de en önde olanların genç işçiler olduğunu görüyoruz. Ben de işçi sınıfının uluslar arası birlik mücadele ve dayanışma günü 1 mayıs yaklaşırken etrafımdaki genç işçileri kadraja almak, yaşamları hakkında onlarla  sohbet etmek istedim.İlk olarak anne hariç herkesin çalıştığı bir işçi evine ziyarete gittim. Böyle evler çoktur bizim mahallemizde. Çoğu genç, okul hayatını bırakıp erken yaşta atılır iş hayatına. Her neyse zile bastım ve kapı açıldığında güler yüzlerle altı kişi karşıladı beni. Hemen çaylar koyuldu, başladık koyu bir sohbete. Bu evde iki tane genç işçi var; Ferhat ve Onur. Ferhat, Muştan İstanbul’a gelmiş çalışmak için. Meslek lisesi elektrik bölümü mezunu ama kendi mesleğini yapamadığı için Onur ile beraber, iki akraba olarak inşaatlarda çalışıyorlar. İstanbul’un neresinde iş varsa onlar da oradalar. Patronları da ailenin bir üyesi aslında; amca oğulları. E haliyle taşeron olarak çalışıyorlar. En son on işçinin ufacık bir ihmal sonucu can verdiği Torunlar Center’ın  inşaatında çalışmışlar.

HER GÜN BİR DİZİ İZLERİZ

Ferhat’ diyorum, ‘tatil günlerinde ne yapıyorsun?’. Ferhat ailenin güler yüzlü bir üyesi, neşesi... Gülerek cevap veriyor bana “Bizim tatil günlerimiz yok ki, biz haftanın yedi günü de çalışırız. Sabah erkenden çıkarız, bineriz servisimize işe gideriz. Akşam da paydos yapar evimize geliriz. Bizim hayatımız bu olmuş.” Allah allah  diyorum içimden. 20 yaşında bir gencin haftanın her günü çalışması, işin dışında hayatının olmaması ne demektir? Peki Ferhat diyorum ‘işten gelince ne yapıyorsun?’ Ferhat aniden, o esnada televizyonda yayın yapan diziyi gösteriyor ve bütün aile başlıyorlar kahkaha atmaya. “Biz her gün bir dizi izleriz. İşten gelince yapacak hiçbir şeyimiz kalmıyor. Biz de kilitleniyoruz böyle televizyona”. Bunun üzerine hepimiz gülüyoruz bir süre televizyona bakarak.

ÖLMEMEK BİR ŞANS

Sonra laf çalışma koşularına geliyor. ‘En çok iş cinayetinin yaşandığı sektör inşaat sektörü. Sen hiç iş kazası geçirdin mi veya etrafında iş kazası geçiren birileri var mı?’ diye soruyorum Ferhat’a. Aile boyu işçi oldukları için hemen dayısının oğlunu örnek gösteriyor. ‘Daha geçenlerde inşaattan düştü’ diyor. Bugün hala bitkisel hayattaymış. Hastane masrafları da dudak uçuklatan cinsten. 300 bin TL kadar masraf yapmak zorunda kalmış ailesi onu hayatta tutabilmek için. “Ben de aslında her gün kurtuluyorum bir şekilde” diye devam ediyor Ferhat “Geçenlerde kablo soyulmuş, elektrik çarpıyordu az kalsın. Ondan önce de kafam yarıldı ama bir şekilde kurtuldum. Allaha şükür bana bir şey olmadı başka” diyor. Bir kozmetik deposunda  işçi olan kız kardeşi hemen atlıyor lafa “E ölürsen de fıtratında varmış deriz” diyor. Başlıyor gene tüm aile gülmeye. Olayın gerçekliği ağlatmak bir yana güldürüyor artık... Ne de olsa imamların ‘iş kazasına önlem almak fıtrata terstir, Allah’a güveni zedeler’ diye fetva verdiği bir düzende yaşıyoruz.

PAZAR GÜNÜ TATİL OLSUN DİYE

Böylece ben de lafı 1 Mayıs’a getiriyorum. Ee diyorum nedir 1 Mayıs sizin için, ne düşünüyorsunuz? Bu sefer sözü Onur alıyor. “1 Mayıs bizim günümüz. Tüm işçiler katılmalı tabi ki de” diyor ve devam ediyor “her sene işçilerin hakkını aramak için gidiyorum, ama ne yazık ki çoğu işçi oraya gelmiyor. Bizler de hakkımızı alamıyoruz.” Ferhat giriyor söze “ben en azından pazar günümün tatil olması için 1 Mayıs’a gideceğim.” diyor. Derken bakıyorum ki çaylar da bitmiş ve bu sohbetin ardından selamlaşıp ayrılıyorum bu güzel, sıcak insanların yanından.

‘BASİT’ BİR RAF

Sonra sözleştiğim üzere bir genç işçinin daha yanına gidiyorum. Adı Görkem. Bu arada Görkem  çalışanların tamamının genç işçilerden oluştuğu bir depoda diğer arkadaşları gibi taşeron olarak çalışıyor. Zaten depolarda genellikle genç işçileri çalıştırırlar. Gerek çalışma koşulları gerekse de güvencesiz ve geçici bir iş olması yüzünden böyledir bu. Görkem daha geçtiğimiz günlerde işten atılıp işsiz kalan genç bir arkadaşımız. Başlıyoruz onunla da sohbete. İşini neden işten atıldığını soruyorum Görkem’e. “Benim hayatım aslında binlerce genç işçinin hayatıyla aynı” diyerek başlıyor sözlerine “ işe gidiyordum; 8 saat çalışıp evime dönüyordum. Sosyal hayatım zaten içler acısıydı. Yorgunluktan kimseyle bir şey yapamaz, eğlenemez, vakit geçiremez hale geldim.” diyor. İşten nasıl atıldın peki diye bir soru yöneltiyorum. “ Bir raf vardı” diyor, “ Raf tam yerine oturmamıştı. Olur olmaz düşüyordu durduk yere. Dedim ki bu bir gün birimizin başına düşecek kaza geçireceğiz, o yüzden bunu düzelttirelim. Arkadaşlarımızla beraber patrona ve iş yerindeki yetkililere defalarca söylememize rağmen düzeltmediler. E tabi bir gün arkadaşlarımızdan biri altından geçerken raf sırtına düştü. Çocuk yere yığıldı ve kan kusmaya başladı. Hemen aradık ambulansı, arkadaşımızı gelip aldılar. Sonra bu raf düzeltilene kadar çalışmıyoruz deyip işi bıraktık. Ertesi sabah bir telefon geldi bana; İşten atıldınız diye. Bu kadar ucuz işte patronların gözünde değerimiz. Hayatımız, kaderimiz onların iki dudakları arasında.” diyerek bitiriyor sözlerini. Görkem’in yaşadığı kızgınlık gözlerinden belli oluyor.
Hemen 1 Mayıs sorusuna geçiyorum. 1 Mayıs’a gitmeli miyiz, diye soruyorum. ”Hayatımız patronların iki dudağı arasında olmamalı, tam da bu yüzden biz genç işçilerin hepsi 1 Mayıs’a katılmalı, mücadele etmeli, haklarını almalı” diyor Görkem. Görkem’le vedalaşıp yanından ayrılıyorum. Sırada görüşeceğim adaşım Ömer var.

GENÇ OLMAK BAŞKA GENÇ İŞÇİ OLMAK BAMBAŞKA

Ömer’in yanına gidiyorum hemen. Direk dalıyorum söze. Çalışma koşullarını soruyorum. “Tek vardiya çalışıyorum, haftada bir gün tatilim var sadece. Mecburiyetten çalışıyorum çünkü aileme bakmam lazım.” Diyor ve devam ediyor “Ekmek parası bu. Ne kadar eziyet çeksek de çalışmak zorundayız. Yoksa bu dünyada bize bir şey verecekleri yok.”
Peki ya 1 Mayıs deyince “1 Mayıs da olmasa bizim başka günümüz mü var “ diyor Ömer. “ Herkesin bir bayramı var. 1 Mayıs da bizim bayramımızdır, işçilerin bayramıdır. 1 Mayıs’a biz haklarımızı savunmak için katılmalıyız” diyor Ömer. Ömer ile de vedalaşıyoruz. Gördüğümüz gibi Türkiye’de genç işçilerin yaşamı işte böyle. Hiçbir genç işçinin, iş dışında güzel ve düzenli bir hayatı kalmamış. Çok büyük bir bölümü taşeron olarak çalışıyor ve kurallı çalışmak nedir bilmiyor. Bütün bunlar sermayedarların ve onların temsilcisi AKP hükümetinin 12 yıldır parça parça aldıkları, gasp ettikleri hakların sonucu olarak buraya yansıyor. Gelinen son nokta bu işte. Hiçbir iş güvencesi kalmamış, bugün burada yarın orada çalışan, sendika nedir örgütlülük nedir bilmeyen bir işçi gençlik kuşağı. Tabloyu karartmayalım ama hemen. Çünkü bu kuşak bir o kadar da mücadeleci ve gözü kara. Genç işçi arkadaşlarımla geçirdiğim bu akşamı, sohbetlerimizi bir an önce yazıya dökmek için eve doğru yol alıyorum.
Bir yandan da içimde bir heyecan. Niye diye soracak olursanız, kurtuluşumuzun bizim mücadelemizin, bizim ellerimizin birleşmesinin ve örgütlü bir mücadeleye dönüşmesinin eseri olacağını düşünüyorum da ondan.
Örgütlü bir mücadeleye dönüştürebilmek... İşte konumuzun sırrı da burada.

 

ÖNCEKİ HABER

Dersim'de toplu mezar kazısı sona erdi

SONRAKİ HABER

İnternete sansür yasası yürürlüğe girdi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...