05 Nisan 2015 05:20

Devrimi çaldırmayacaksın!

Yeni iktidar yani Humeyni yönetimi çok geçmeden tasfiye sürecine başladı. Sadece Şah yanlıları değil, biatı reddeden tüm komünistler, solcular, Kürtler ve bütün muhalif güçler acımasızca ezildi. Ayetullah Sadık Halkali’nin 'gezici devrim mahkemeleri' Demokles’in kılıcına şapka çıkartan şeriatın kılıcı olmuştu.

Paylaş

Ercüment AKDENİZ

İran’da imparatorluğun 2500. yıl törenleri kutlanıyor ve Şah Rıza Pehlevi kendini “Aryenlerin güneşi” olarak ilan ediyordu. Şah yönetimi, rejimi ayakta tutacak kitle tabanını çoktan kaybetmişti. Önceki deneyler ve CIA raporları, Şah’a, yılanın başının daha küçükken ezilmesini söylüyordu. İrili ufaklı tüm kitle gösterilerinin kanla bastırılması böylece tırmanışa geçti. Fakat dökülen kanla duvarlara yazılan tükenen despotizm değil devrimin yaklaşan zaferiydi.

‘ŞEHİTLER KORTEJİ’NDEN REFERANDUMA
Devrime yaklaştığı günlerde, hareketin rengi giderek daha çok dinsel figürleri içermeye başlıyordu. “Şehitler korteji” giderek büyürken örneğin; cenaze törenlerinin her biri cenk meydanı oluyordu. Toprağa düşen her can kitleleri bir mıknatıs gibi devrimin etrafında topluyordu. Kabaran öfke seli aynı zamanda her bir şehidin “kırk” töreninde bayraklaşıyordu. Şah’ın zulmü altında inleyen ve bir devrimden başka çaresi kalmayan kitlelerin çoğu şöyle haykırıyordu:
“Her gün Aşura her yer Kerbela!”
Takvimler 1 Şubat 1979’u gösterdiğinde milyonlarca insan Humeyni’yi karşılamak üzere havaalanına koştu. İçinde çok sayıda parti, örgüt, siyasi hareket olmasına karşın İran devriminin tartışmasız lideri Ayetullah Humeyni’ydi!
Şah’tan kurtulmak için kader birliği yapan tüm siyasi akımlar için şimdi yeni bir sınav başlıyordu; referandum! Oylama süresi iki gün (30-31 Mart 1979) süren referandum seçimlerinde halka tek soru soruldu: “İran’ın bir İslam Cumhuriyeti olmasını istiyor musunuz?” Sandıklar açıldığında yüzde 98,2 oranında “evet” oyu sayılacaktı!
Peki böylesi bir sonuç nasıl tezahür etmiş olabilirdi?

SİYASAL İSLAM’IN DEVRİM ÜZERİNDEKİ ZAFERİ
Belki referandum seçimine giderken; seçimde sorulan o “tek soru” sonucu belirlemişti! Ya da belki de Amerikancı despot Şah rejiminden kurtulmak için bir cumhuriyet (halk yönetimi) isteyen kitleler bunun başına “İslam” adının konmasında da bir beis görmemişlerdi, kim bilir?   
Soruya farklı açılardan bakmak da mümkün. Örneğin 1960’lı yıllarda Filistin ve Lübnan’daki mülteci kampları, solun hem kitlesel bir dayanağı hem de dünyanın birçok yerinden gelen enternasyonal savaşçıların merkeziydi. Fakat Camp David antlaşmasının altına atılan imza bir anda durumu tersine çevirdi. Hayal kırıklığı yerini solun prestij kaybına bırakmıştı.
İran’da bir zamanlar (1946-53 arası) yüz binleri harekete geçiren, grevlere ve işçi sendikalarına öncülük eden “komünist” TUDEH partisi, SSCB’de boy veren modern revizyonizmi eksen aldığı için giderek etkisizleşmekteydi. Zira zulme uğrayan yoksul kitleler, hitabetten çok pratik önderliğe önem veriyordu. Devrime uzanmak isteyen kitleler, bütün dünyada olduğu gibi İran’da da Sovyet bürokrasisine ve avro-komünizme tepki duyuyordu. Revizyonizmden kopuş; ne yazık ki 1960’lı ve ‘70’li yıllarda sosyalizmden de uzaklaşmanın bir vesilesi oldu. Mao ve “Ho Amca”nın etkisi de bu boşluğu dolduramayınca Acem topraklarında radikal İslam’ın ve silahlı İslam devriminin ayak sesleri yükselmeye başladı. Zaten 1953 baskısından bunalan kitleler İran’da burjuva demokrasisinin kurulacağına olan inançlarını çoktan yitirmişlerdi. 1963’te gerçekleşen protesto gösterilerinin kanla bastırılması da bu fikrin tuzu biberi olmuştu.
Mısır’ın hapishanelerini bir “okula” çeviren ve Enver Sedat’ın pişmanlık teklifini reddederek 1966’da idam sehpasına yürüyen Seyyid Kutub gibi teorisyenler, bütün coğrafyada dilden dile konuşulan yeni kahramanlar olmaya başlamıştı.
ABD’nin SSCB’ye karşı oluşturmaya çalıştığı “yeşil kuşak” projesi de İslami hareketlerin güçlenmesi için sınırsız olanaklar sağlamıştı.
İşte bütün bu verili koşullarda İran, 1977 Tahran Baharı’ndan 1979 İslam Devrimi’ne geçiş yapılmış oldu. Oysa Mart 1977’de, Goethe Enstitüsü’nde, 15 bin kişi hep bir ağızdan şiirler okuyarak Şaha’a karşı birlikte meydan okumuştu.

DEMOKLES’İN YERİNE ŞERİATIN KILICI
Yeni iktidar yani Humeyni yönetimi çok geçmeden tasfiye sürecine başladı. Sadece Şah yanlıları değil, biatı reddeden tüm komünistler, solcular, Kürtler ve bütün muhalif güçler acımasızca ezildi. Ayetullah Sadık Halkali’nin “gezici devrim mahkemeleri” Demokles’in kılıcına şapka çıkartan şeriatın kılıcı olmuştu.
24 Temmuz 1981’de Cumhurbaşkan ve Başbakan suikasta kurban gidince, devlet terörü tırmanışa geçti. Devrim içinde karşı devrim, böylece olağanüstü bir meşruiyet imkanı yakalamış oldu.
VE BUGÜN...
“Ne ABD ne Sovyet Rusya” sloganına sarılan Humeyni, İran’ın izolasyondan kurtulması adına; yıllarca, İslam devriminin diğer ülkelere yayılması gerektiğini söyledi. Bu teorik çerçeve elbette pratik girişimlerle de desteklendi. Ne ki Sünni-Arap aleminde İran, bir Şii oluşum olarak algılanmaktan kurtulamadı ve bugünkü gelişmelerle birlikte bu düşünce bölgede iyice kökleşmiş oldu.
Dün “Ne ABD ne Sovyet Rusya” sloganını ileri süren İran, bugün ABD-AB ile Rusya-Çin arasındaki güç dengesine oynamakta bir sakınca görmüyor. Çünkü o, bu denklemde hem uluslararası ablukadan kurtulmak istiyor hem de bölgenin hamisi olmaya çalışıyor.
Geçtiğimiz günlerde İran ile 18 aydır sürdürülen nükleer müzakerelerde nihayet bir anlaşma sağlandığı açıklandı. İsviçre’nin Lozan kentinde yürütülen görüşmelerde, tarafların çerçeve anlaşma için mutabık kaldığı, fakat nihai anlaşmanın teknik detaylar incelendikten sonra 30 Haziran’da imzalanacağı belirtildi.
Bu antlaşma üzerine halkın sokaklara çıkarak kutlamalar yaptığı ve iktidara teşekkür ettiği bildiriliyor. Ekonomik ambargo ve savaş tehdidi altında İran halkı için yeni bir nefes almak anlamına gelen bu anlaşma elbette ki önemli. Fakat içeride antidemokratik baskıların sürdüğünü ve İran’ın bölgede emperyal hayallerini süslemek istediğini de bir kenara not etmek gerekiyor.
Bitirirken şunu söyleyelim; gerek 1979 İran devrimi gerekse 2011 yılından itibaren Tunus, Mısır, Yemen, Suriye, Bahreyn ve diğer yerlerde patlak veren halk isyanları bize aynı şeyi söylüyor;
“Devrimi çaldırmayacaksın!”

ÖNCEKİ HABER

Wallerstein: Netanyahu'nun mesajı net

SONRAKİ HABER

Bir hayalin izinde: Martin Luther King

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa